Rusya başlattığı bu savaşı kazanamayacak. Ancak konvansiyonel savaşı kazanmaması elindeki tüm imkanlarla Ukrayna’yı kolay kolay ayağa kalkamayacak şekilde imha edecek bir iradeye ve imkanlara sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Bay Putin bir kez daha el yükseltti. Sivastopol’da, Karadeniz’deki Rus donanmasına insansız gemilerle yapılan ve anlaşıldığı kadarıyla ciddi hasar yaratan saldırıdan sonra Rusya 20 Kasım’da süresi zaten bitecek ama uzatılması ümidi beslenen Tahıl Koridoru anlaşmasından çekildiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler ve Türkiye tarafından kotarılan bu anlaşma sayesinde Ukrayna tahılını satabiliyordu. Bu da savaşla birlikte patlayan fiyatların normale dönmesine yol açmıştı. Bugüne dek Ukrayna’nın 9 milyon ton kadar buğday gönderebildiği söyleniyor. Bunun yarısı Batılı ülkelere giderken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta güçteki ülkelerin de buğdayın yüzde 25’e yakınını aldığı tahmin ediliyor. Daha fakir ve ithal buğdaya bağımlı Mısır gibi ülkelerinse yaklaşık yüzde 20-22’yi aldığı söyleniyor. Rusya federasyonunun anlaşmanın sona erdirildiğini bildirmesiyle beraber BM ve Türkiye karardan dönülmesi için seferber oldular. Savunma Bakanlığı Rusya’nın “tahıl girişiminin geçici olarak durdurulduğunu”, Bakan Hulusi Akar’ın da muhataplarıyla konuştuğunu bildiren bir açıklama yayınladı. Bu karardan dönülmemesi halinde tahıl fiyatlarında yükselmenin yanı sıra, muhtemelen Yemen, Somali gibi devletin neredeyse tamamen çöktüğü, gıda sıkıntısı çeken yerlerde büyük bir açlık felaketi yaşanması bekleniyor. Bu kararın olağan şartlarda Rusya’nın “küresel güney” indindeki imajını zedelemesi beklenir. Ne var ki, eski sömürge ülkelerde eski sömürgeci ülkelere ya da genel olarak Batı’ya yönelik pek de sıcak duygular beslenmiyor. Bu nedenle Ukrayna işgal edildikten sonra bunu kınasalar bile yaptırımlara katılmadılar ve olayı Avrupalılar arasında bir mesele olarak değerlendirmeyi seçtiler. Her ne kadar bölgesel bir çatışma gibi gözükse de bu savaş aslında en azından etkileri itibariyle küresel ve bir sonuca bağlandığında dünya düzeninin yeni yapısı, kuralları ve kurumsal işleyişi hakkında belirleyici sayılacak gelişmelerin önünü açabilir. Kısa bir muhasebe yapacak olursak Rusya başlattığı bu savaşı kazanamayacak. Ancak konvansiyonel savaşı kazanmaması elindeki tüm imkanlarla Ukrayna’yı kolay kolay ayağa kalkamayacak şekilde imha edecek bir iradeye ve imkanlara sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim Rus ordusu güneyde Herson kuzeydoğuda ise Harkiv’de Ukrayna’nın karşı saldırılarına direnmekte zorlanırken, İran’dan aldığı kamikaze İHA’larıyla Ukrayna’nın alt yapısını tahrip ediyor. Daha şimdiden ülkenin üçte biri elektriksiz ve muhtemelen kış başlamadan önce Rusya elektrik şebekesini tümden devreden çıkarmaya çalışacak. Bu şekilde dondurucu soğukluktaki kış döneminde Ukraynalıların elektriği ve ısısı olmayacak. İnsani açıdan korkunç felaketlere yol açabilecek bu hedefle Rusya Ukrayna’daki savaşma iradesini kıracağını düşünüyor olmalı. Benzer şekilde Putin zorlu geçecek bir kışın Avrupa toplumlarındaki dayanışma iradesini çökerteceğini da hesaplıyor. Tahıl koridorunun kapatılması bugüne dek Rusya’ya karşı tavır almamış olan “küresel güney” ülkelerini daha farklı bir tutuma itebilir mi şimdiden kestirmek güç. ABD’nin BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan yani uluslararası meşruiyete sahip olmadan gerçekleştirdiği Irak savaşından beri dünyadaki kurum ve kuralların giderek geçersizleştiğine, yeni bir düzene geçilene kadar artan şekilde “gücü gücü yetene” şartlarına dönüldüğüne tanık oluyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş olan kurumsal yapı ve bunun kuralları artık büyük ölçüde işlemez hâle geldi sayılır. İşin can sıkıcı tarafı büyük güçlerin dışında kalan ülkelerin de bundan yana bir şikâyet dile getirmemiş olmaları. Sonuçta Putin Rusya’sının sivillere yönelik saldırıları, daha önce Çeçenistan’ın başkenti Grozni ve Halep’te yaptığı gibi şehirleri taş taş üstünde bırakmayacak şekilde tahrip etmesi küresel düzeyde bir tepkiye yol açmıyor. Ambargo şartlarına rağmen maddi açıdan çok zayıflamayan, kitlesel bir tepkiyle de karşılaşmayan Putin rejiminin bu savaşı başlatırken aklında bulunan siyasi hedeflere ulaşamayacağı belli oldu. Ancak kış şartlarından hala bir beklentisi var. Avrupa’da bazı ülkelerdeki kamuoylarının bir anlaşma için baskı yapmalarını umudunu koruyor olabilir. Asıl önemlisi gelecek hafta salı günü yapılacak Amerikan ara seçimlerinde Cumhuriyetçilerin en azından Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirmeleri halinde ABD’deki yardım iştahının da azalacağını hesap ediyor olabilir. Partinin Temsilciler meclisindeki lideri Kevin McCarthy Ukrayna’ya yapılan yardımı ve miktarını sorgulayacaklarını şimdiden ilan etti bile.
Ambargo şartlarına rağmen maddi açıdan çok zayıflamayan, kitlesel bir tepkiyle de karşılaşmayan Putin rejiminin bu savaşı başlatırken aklında bulunan siyasi hedeflere ulaşamayacağı belli oldu.
Putin’in Ukrayna’yı “kirli bomba” imal etmekle suçlarken taktik nükleer silah kullanma tehdidini de bir köşede tutuyor olması da savaşın vardığı bu aşamada hayli tehlikeli bir eşiğin geçilebileceğini düşündürüyor. Her ne kadar ABD’nin çeşitli kanallardan Putin’e böyle bir şey yapması halinde bedelin çok ağır olacağını bildirdiği söyleniyorsa da bunun yeterli olmaması mümkün. Çin’in de nükleer silah kullanılmasına sıcak bakmayarak Putin’i uyaracağını tahmin edebiliriz. Ancak nükleer tercihi yapılırsa NATO’nun da kendini içinde bulacağı bir çatışma ortamına doğru gidilir. Bu durumda Ankara’nın da bugüne kadar kaçındığı kararları vermek, tercihleri yapmak gibi bir meselesi olacaktır. Putin’in afaki gaz merkezi teklifinin, sunduğu mali kolaylıkların Türkiye’yi mümkün olduğunca yanına çekmek, Batılı müttefiklerle Ankara arasındaki güvensizliği derinleştirmek amacına yönelik olduğu belli. Türkiye’nin döviz sıkıntısı Putin’le yakınlaşmasının önemli bir nedeni. Aynı nedenle farklı şekillerde yaptırım rejiminin etrafından da dolanmaya çalışılıyor. Buna yönelik de hem ABD hem de AB’den sıkça uyarılar geliyor. Bu savaş, Türkiye gibi orta boy güçlerin manevra imkanlarının geniş olduğu bir uluslararası düzensizlik hâlinin varlığını gösterdi. Ancak iç düzeni o yükü taşıyamayacak bir ülkenin var olan ittifak ilişkilerini tehlikeye atarak ya da bunları hiçe sayarak bu imkanları değerlendirebilmesinin de pek akla uygun olmadığını görmek gerekir.