Almanya’daki üç benzemezin kurduğu başarılı koalisyon ortaklığın bir diğer sırrı, siyasi partilerin ve liderlerin, dünyanın kendilerinden ibaret olmadığını bilmelerinin ötesinde, seçmenin de bu bilince sahip olmasıdır. Türkiye’de Altılı Masa’ya dönük iktidardan ve “muhalefetin” kimi kesimlerinden zaman zaman yükselen eleştiri, masadakilerin politik hedef ve beklentiler anlamında “altı benzemez” olduğu yönünde. Sosyal demokratlık iddiası taşıyan bir parti olarak CHP, geleneksel bir merkez sağ parti olma iddiasıyla DP, İslamcı köklerden gelen Deva, Gelecek Partisi ve Saadet ile sağ milliyetçi tandanslı İyi Parti’nin bir arada bulunmasının akla ve mantığa aykırı olduğunu, bu partilerin politik ajandalarının tamamen zıt olduğunu dillendirenler var. Peki sahiden de farklı dünyalardan konuşan bu partilerin ortak hedefler için bir araya gelmesi, bir ittifak oluşturması gerçekçi değil mi? Eşyanın doğasına ters bir iş mi görülüyor? Biraz Edirne’nin ötesine geçerek bu meseleyi anlamaya, açıklamaya çalışalım. SOSYAL DEMOKRAT, YEŞİL VE LİBERAL MAHALLELERİN İTTİFAKI Almanya’da 1 yılı geride bırakan üçlü bir koalisyon hükümeti var. Bunlara üç benzemezler dersek, yanılmış olmayız. Bir tarafta sosyal demokratlar (SPD), diğer tarafta Yeşiller, öte yanda ise liberal FDP var. SPD ile Yeşiller her ne kadar birbirine yakın programlara sahip olsa da iki partinin siyaset öncelikleri farklı. Yeşiller çevre ve iklim krizi konusunda daha hızlı, agresif ve sonuca dönük adımların atılmasını isterken, SPD biraz daha kontrollü ve aynı zamanda ekonomimin tüm paydaşlarını ihmal etmeyen bir yaklaşımı savunuyor. Ayrıca sosyal politika meselesi SPD açısından daha öncelikli. Sosyal yardım almanın kolaylaştırılması ve dezavantajlı gruplara dönük yardımların genişletilmesini savunan SPD, varlıkları kesimlerden ve şirketlerden daha çok vergi alınarak sosyal yardımların finanse edilmesini, kamu harcamalarının arttırılmasını savunuyor. FDP ise tamamen bambaşka bir telden çalarak, kamu harcamalarının radikal şekilde kısılmasını, büyük şirketlere geniş vergi indirimleri getirilmesini, özel girişim önündeki bürokratik engellerin azaltılmasını, sosyal yardımların rasyonalize edilmesini savunuyor. Birbirine taban tabana zıt hedefler, değil mi? Şimdi soralım: Nasıl oldu da farklı ajandalara sahip bu üç parti, bir araya gelerek ortak bir koalisyon programında anlaştı ve bu ortaklık 1 yıldır başarılı şekilde yürüyebiliyor? SİYASAL KÜLTÜRÜ DÜŞÜNMEK İlk meselemiz, siyasal kültürden başlıyor. Siyasetin, bir pratik olarak kendi ajandasını diğer siyasi partilere dayatmak olmadığının bilincinde olmak, demokrasi kültürünü içselleştirmiş bir siyasetçi sınıfının varlığını zorunlu kılar. Bir siyasi parti, ajandasındaki hedeflerin ne kadarını iktidar alanına yansıtabildiğine bakar, eldeki imkanlar ölçüsünde maksimum faydayı sağlamaya çabalar. Bunun için tavizler verir, tavizler kopartır ve bu süreç karşılıklı bir “al – ver” şeklinde ilerler. Sözgelimi Almanya’daki koalisyon görüşmelerinde SPD’nin asgari ücretin brüt olarak 12 Euro’ya çıkarılması önerisi (%22’lik bir artışa tekabül ediyor) FDP açısından asla kabul edilebilir bir öneri değildi, fakat taraflar bu yüksek artışın bir defalık olmasında ve bundan sonraki artışların bağımsız bir komisyon tarafından belirlenmesinin devam etmesinde anlaştılar. Bunun dışında, Yeşiller ile FDP arasında da politik hedefler bağlamında ciddi bir makas vardı. Mesela Yeşiller’in iklim dönüşümü ve çevre koruması konusundaki önerilerini aşırı ve iş dünyasına zarar verici bulan FDP’nin koalisyon görüşmelerinin başında bu başlıklara dönük epey ciddi eleştirileri vardı. Ancak Yeşiller’in önerilerini kısmen hafifletmesi, ayrıca mali politikaları liberalleştirecek kimi düzenlemeler konusunda FDP’nin önerilerine tamam demesi ile bu kriz aşıldı ve orta yol bulundu. Her iki parti de kendi kaygılarının ve beklentilerinin karşılandığını düşündü. Almanya’daki üç benzemezin kurduğu başarılı koalisyon ortaklığın bir diğer sırrı, siyasi partilerin ve liderlerin, dünyanın kendilerinden ibaret olmadığını bilmelerinin ötesinde, seçmenin de bu bilince sahip olmasıdır. Sözgelimi bir partinin bir konuda verdiği tavizin siyasetçiler ya da seçmen tarafından yenilgi olarak algılanma oranı düşüktür, çünkü bunun demokrasinin doğasında olan anlaşma ve taviz vermek/taviz koparmak süreçlerinin bir parçası olduğu bilinir.
Siyasetin bir tahakküm süreci olmadığını ve hiçbir partinin kendi hedeflerini masada bir diğerine tamamen dayatamayacağını sadece siyasetçi sınıfının değil, seçmenin de idrak edebilmesi elzem.
Almanya’da koalisyon sözleşmesi ilan edildikten sonra her üç parti de bu sözleşmeye sahip çıktı ve kendi ajandasından kattığı maddeleri öne çıkartarak, sözleşmeyi kendi açısından başarılı bulduğunu seçmenine tutarlı bir dille anlattı. Sözgelimi, “Asgari ücreti 12 Euro’ya yükseltebildik” diyen Scholz sosyal demokrat seçmeni, “İklim korumasına dair hedeflerimizi koalisyon sözleşmesine ekletebildik” diyen Yeşiller kendi seçmenini, “Mali tasarruf önlemleri ve bürokrasinin azaltılması hedefleri koalisyon sözleşmesinde yer buldu” diyen Lindner de kendi seçmenini mutlu edecek haberler verebildi. Özetle, her üç parti de mutlu ve kazanmış haldeydi. TÜRKİYE? Siyasetin bir tahakküm süreci olmadığını ve hiçbir partinin kendi hedeflerini masada bir diğerine tamamen dayatamayacağını sadece siyasetçi sınıfının değil, seçmenin de idrak edebilmesi elzem. Taviz vermenin siyasetin bir parçası olduğunu anlamak, bu sürecin karşılıklı yürüdüğünü ve esas olanın ortak noktaların, yakın ve orta vadeli hedeflerin olduğunu iyice anlamak ve anlatmak da şart. Altılı Masa’daki her parti kendine dair bir şeylerden vazgeçiyor, öte yandan kendinden bir şeyleri de masadaki diğer aktörlere kabul ettiriyor. Ortak hedefler şemsiyesinde yürüyen bir al – ver süreci, altı farklı sesi demokratik bir ittifak haline getiriyor. Farklı mahallelerden gelen altı partinin bu ilişkisi, umarım gelecek yıllar için Türk demokrasisinde kalıcı izler bırakır, bu şans iyi değerlendirilir. Altılı Masa’nın Türk demokrasisine katkısının sadece Erdoğan’ı yenmekle sınırlı kalmaması, siyasal kültürün bir eşiği aşmasına vesile olması da mümkün. Umalım ki bu cesaret ve vizyon tezahür edebilsin.