Bugün AKP’nin kurumsallaşmasının azalma sürecine girdiğini gözlemlesek de Türkiye’de partilerin yetkin aktörler olduğunu ve parlamenter rejim boyunca da bunu teşvik eden kurumsal yapıların var olduğundan söz edebiliriz. Geçmişten günümüze Türk siyasetinde siyasetin temel aktörü siyasal partiler olmuştur. Cumhuriyet döneminin büyük çoğunluğunda parlamenter sistemle yönetilmiş hatta öncesinde de parlamento geleneği kuvvetli olan bir ülkede partilerin merkezi konumu beklentiler doğrultusundadır. Bu merkezi konumları nedeniyle siyasetin işleyişini, dönüşümünü, değişimini de yine ancak partilere bakarak anlayabiliyoruz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş öncesinde de Türkiye’de ana akım partileri toplumla bağı kuvvetli, örgütlenmesi güçlü, kurumsallaşmış partiler olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Bugün de siyaset arenasına baktığımız zaman CHP, MHP gibi uzun yıllar varlığını korumuş partiler ve bunlar dışında İslamcı hareketin reformist kanadının kurduğu ve tabii son 10 yıl içerisinde kurumsal açıdan zayıflamasına rağmen yine bir geleneğin temsilcisi olan AKP güçlü partiler olarak tanımlanabilir.  Yine HDP de 1980 sonrası güçlenen Kürt toplumsal ve siyasal hareketinin bir ürünüdür. Dolayısıyla hareketi temsil eden birçok partinin kapanmasına rağmen HDP’yi toplumla bağı açısından kuvvetli bir aktör olarak tanımlayabiliriz. Bugün AKP’nin kurumsallaşmasının azalması hatta yok olması sürecine girdiğini gözlemlesek de özellikle diğer zayıf demokrasilerle kıyasladığımızda Türkiye’de partilerin yetkin aktörler olduğunu ve parlamenter rejim boyunca da bunu teşvik eden kurumsal yapıların var olduğundan söz edebiliriz. İSTİKRARSIZ PARTİ SİSTEMİ Parti sistemine baktığımızda ise aynı kurumsallaşmayı gözlemleyemiyoruz. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi ve en önemlisi hesap verebilir olmayan, ya da siyasal sistemin dışında olması gereken literatürün saklanmış güçler olarak tanımladığı sistem dışı aktörlerin sistemin şekillenmesinde uzun yıllar oynadığı roldür. TSK’nın sistem üzerindeki koruyucu rolü, darbeler ve müdahaleler sonrası kuralları dizayn etmesi ve bu kuralları tasarlarken kendisini de merkezi konuma oturtması nedeniyle Türkiye siyasal tarihinde parti sisteminin üzerinde sistemin aslen parçası olmayan bir aktörün etkisini görüyoruz. Özellikle 1982 anayasasıyla ama öncesinde de askerin siyasal elitten hoşnutsuzluğu nedeniyle aldığı birçok önlem, sistemin hesap verebilir olmayan bir aktör tarafından gözetlenmesine neden olmuştur. Bunun en görünür ve etkin örneği askerin tasarladığı %10 seçim barajıdır. Diğer taraftan Türkiye’de toplumsal bölünmelerin türü de istikrarsız siyasal parti sistemine yol açmıştır. Özellikle 1980 sonrası siyasetin etnik ve dini kırılmalar üzerinden şekillenmesi parti rekabetini sıfır toplamlı bir rekabete dönüştürmüş ve siyasal elitler arasında sürekli bir çatışma hali devamlılığını korumuştur. Dolayısıyla partiler arası oydaşmanın çok kısıtlı dönemler haricinde bir türlü sağlanamadığı ve sürekli rejim krizine açık bir parti sistemi ortaya çıkmıştır. Ergün Özbudun, Türkiye’de parti sisteminin üç temel hastalığından söz eder: kırılganlık, bölünmüşlük ve kutuplaşma. Bu üç hastalık Türkiye’de parti sistemini uzun süre karakterize etmiştir. CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ VE PARTİ SİSTEMİ Peki, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş bu hastalıkları nasıl etkiledi? 2002, 2007, 2011 seçimleri sonrasında her siyasal grubun tek bir parti tarafından temsil edilmesi – dindar, merkez sağ kesimin AKP, merkez solun CHP, milliyetçi sağın MHP, Kürt hareketinin ise BDP-HDP ile- nedeniyle bir süre bölünmenin azaldığını ve hatta seçmen gruplarının bölünmenin azalması nedeniyle kendi partilerine oy vermeye devam etmesi ile kırılganlığın düştüğünü söyleyebiliriz. Fakat bu iki sorunun hafiflemesi üçüncü sorun olan kutuplaşmayı azaltmak yerine beslemiştir. Özellikle siyasal grupların tek parti tarafından temsil edilmesi gruplar arasındaki siyasal çatışmayı derinleştirmiştir. Fakat Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile diğer iki sorun da yeniden parti sistemine dönmüştür. Hatta öyle ki rejim değişikliği sadece parti sistemini değil aynı zamanda partilerin de zayıflamasına yol açmıştır.
Parti sistemine baktığımızda ise aynı kurumsallaşmayı gözlemleyemiyoruz. Bunun en önemli sebebi hesap vermeyen veya siyasal sistemin dışında olması gereken, sistem dışı aktörlerin sistemin şekillenmesinde uzun yıllar oynadığı roldür.
Öncelikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş partiler ve rejim arasındaki problemli ilişkiyi çok daha derinleştirmiştir. Ne kadar sivil bir yönetim tarafından tasarlansa da hem yeni sistemin oluşum sürecinde oydaşmanın olmaması, oydaşmayı zaten mümkün kılamayacak şekilde tek bir kişi üzerine tasarlanması ve prosedür olarak 2017 referandum sürecinde yaşanan usulsüzlükler, sistemi tasarlayan ve destekleyen partiler dışındaki siyasal aktörler için rejimin meşruiyetini zayıflatmıştır.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin parti sistemini etkilemiştir. Özellikle partili cumhurbaşkanlığı ve ittifak yasası hem partileri zayıflatmış hem de parti sisteminin yeniden bölünmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin parti sisteminin işleyişini doğrudan etkilediğini söyleyebiliriz. Özellikle partili cumhurbaşkanlığı ve ittifak yasası hem partileri zayıflatmış hem de parti sisteminin yeniden bölünmesine ve kırılganlaşmasına yol açmıştır. Partili cumhurbaşkanı Türkiye gibi parti-içi demokrasinin zayıf olduğu, parti liderinin baskın olduğu ülkelerde yasamayı işlevsizleştirmektedir. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerde demokratik işleyişi sağlayan yasama ve yürütme erki arasında güçler ayrımıdır ve bunların birbirini denetleyebilir olması sistemin işleyişi için zaruridir. Demokratik başkanlık sistemlerinde başkan adayları bağımsız ya da bir parti içinden aday gösterilir ama parti içinden aday olabilmek için parti içinde seçimler olması gerekir ve adaylar partinin lideri veya genel başkanı konumunda da değildir. Burada amaç seçildiğinde partili olsa dahi yasama ve yürütme arasına mesafeyi koruyabilmeyi garantilemektir. Türkiye gibi parti liderinin zaten baskın olduğu parti içi demokrasinin olmadığı durumlarda, parti üyelerinin parlamentoda yasamanın bir aktörü iken lidere karşı çıkması ya da onunla anlaşmazlıklar yaşaması, politikalarına karşı çıkması çok olası bir durum değildir. Çünkü zaten parlamentoda olan aktörler, parti içi demokrasi mekanizmalarının zayıf olması nedeniyle lider tarafından belirlenmiştir. Dolayısıyla liderin belirlediği yasama üyelerinin o lidere karşı çıkmasını ve lideri dengelemesini beklemek mümkün değildir. Yine cumhurbaşkanının partisinin yasamanın büyük çoğunluğunu kontrol ettiği durumlar -ki bu Türkiye’de yasama ve yürütme seçimlerinin aynı tarihte yapılması ile de teşvik ediliyor- yasama ve yürütmenin birbirini dengeleyen güçler olmak yerine birbirini tamamlayan ve yasamanın işlevini tamamen yok eden bir sonuç doğurmuştur. Bu tabloda bütün yolların cumhurbaşkanına, tek adama çıktığı bir sistem inşa edilmiş oluyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kişiselleşmeyi iyice artırırken parti kadrolarının düşük profilli üyeler tarafından doldurulmasına yol açarak özellikle iktidar partisini zayıflatma işlevi de görüyor. İttifak yasası ise hem partileri hem de parti sistemini doğrudan etkilemiştir. İttifak yasası bir yandan muhalefeti güçlendirirken, diğer taraftan ittifak oluşturma süreçlerini seçim öncesine taşıyarak, parti liderlerinin saydamlıktan uzak kapalı kapılar ardında belli konular üzerine pazarlıkları ile yürüyen bir sürece çevirmiştir. Bu sistemi saydamlaştırmak mümkün olsa da özellikle cumhurbaşkanlığını kontrol eden parti dışında hesap verebilir kılmak ve ittifakın parçası olan diğer aktörlerin hesap verebilirliğini sağlamak çok zor hatta neredeyse imkânsızdır. Bugün MHP’nin Cumhur İttifakı’nın parçası olduğunu bilmemize rağmen etkinliğinin derecesini sadece tahmin edebiliyoruz, bu etkinlik hem saydam değil hem de hesap verebilir değil. İttifaka dair bütün görüşmelerin, pazarlıkların çoğunlukla parti liderleri arasında yapılıyor olması da yine yeniden liderin güçlenmesine, partinin kişiselleşmesine ve parti örgütünün zayıflamasına yol açmaktadır. PARTİ SİSTEMİNDE BÖLÜNME VE KIRILGANLIK İttifak yasasının parti sistemi üzerindeki etkisi ise bölünmeyi yani fragmantasyonu arttırmasıdır. İttifak yasası ile bir yandan ittifakları kolaylaşırken %50+1’in kazanılması zorunluluğu partileri bir arada hareket etmeye teşvik etmektedir. Muhalefet açısından bunun olumlu sonuçlarını daha önceki yazımda tartışmıştım. Fakat bu yasa aynı zamanda parti sisteminin bölünmesine de neden olmakta, sistemde çok ufak partilerin bile 50+1 tablosunda anahtar rol oynamasına sağlayarak partileşmeyi ve yeni partilerin ortaya çıkmasını teşvik etmektedir. Bu da orta ve uzun vadede parti sisteminin bölünmesine ve dolayısıyla partilerin küçülmesine ve yine kurumsallaşmanın azalmasına yol açabilir.
Sonuç itibariyle Ergün Özbudun’un tanımladığı Türkiye’de parti sisteminin üç hastalığı olan bölünme, kırılganlık ve kutuplaşma, yeni formlarıyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile parti sistemini yeniden tanımlamaya başlamıştır.
Bölünmelerin doğal sonucu ise kırılganlığın artmasıdır. Yani seçmenlerin bir seçimden diğerine parti tercihlerini çok sık değiştirmelerine yol açmasıdır. Bu kadar bölünmenin olduğu bir sistemde ve aynı tabanı birden fazla partinin temsil ettiği durumda doğal olarak seçmen kırılganlığının da artması beklenir. Bölünmüşlük ise kutuplaşmayı azaltmak yerine artırmaktadır çünkü bölünmüşlük politika farklılıkları üzerinden değil rejimin nasıl olacağı sorusu üzerinden belirlenmektedir. Bu da her bir kampın siyaseten sertleşmesine ve siyasetin de sıfır toplamlı bir sonuca dönüşmesine yol açmaktadır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de zaten seçim arası dönemde hiçbir denetleme mekanizmasına ya da parlamenter sistemlerde olan güvenoyu gibi kontrol mekanizmalarına tabi olmadığı için siyasetin çatışma temelli ilerlemesi nedeniyle bölünme ve kırılganlık aynı zamanda kutuplaşmayı da artırmaktadır. Sonuç itibariyle Ergün Özbudun’un tanımladığı Türkiye’de parti sisteminin üç hastalığı olan bölünme, kırılganlık ve kutuplaşma, yeni formlarıyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile parti sistemini yeniden tanımlamaya başlamıştır.