Türkiye 24 Ekim 2021 günü direkten dönmüştür. Bunu Dışişleri Bakanlığı'nın dimdik duran diplomasi ekibine borçluyuz. Cemaati bakanlığa doldurup, sonra tekme tokat kovalayan siyasi anlayışın değil, ondan çok önceki bir devlet geleneğinin ekibidir bu...
Erdoğan’ın doğal sınırlarıyla tanışmasının üzerinden yaklaşık 1 hafta geçti. Toplumun aklı başında her bireyinin yüreğinde ufak da olsa bir gölge gibi yer tutan tehdidin, imkansızlık paradoksunun Dışişleri Bakanlığı’nın Hagi’vari dokunuşu ile dönüşmesi olmasa bugün ya Türkiye ya Erdoğan olmayacaktı. Bu kadar net konuşmakta beis görmüyorum. Türkiye 24 Ekim 2021 Pazar günü kelimenin gerçek anlamında direkten dönmüştür. Savaş koşullarında bir hezeyanın etkilerini 25 Ekim 2021’de yaşamadıysak bunu Dışişleri Bakanlığı’nın dimdik duran diplomasi ekibine borçluyuz. Dışişleri Bakanlığı’na cemaat kadrolarını önce doldurup sonra devran dönüşünce fena muamele ile tekme tokat kovalayan siyasi anlayışın değil, ondan çok önceki bir devlet geleneğinin ekibidir bu. Türkiye’de askeriyeye, hariciyeye alınan her birey ince elenir sık dokunurdu. İyiliğini kötülüğünü değil ama liyakatini sorgulayamazdınız bir zamanlar. Yazık ki ülkenin son 20 yılında bu kurumlar ağır darbelere maruz kaldılar. Sadakate, iltimasa ve kayırmaya dayalı metotlarla devletin en gözde kurumları sulandı. Erdoğan’ı yok olmaktan ya da ülkeyi yok etmekten kurtaran işte bu sulanmış yapıdan kendini ayrı tutabilmiş sınırlı bir kadronun gayretiydi. Ne Esenyurt belediye başkanının Katar’daki akrabası http://doha.be.mfa.gov.tr/Mission/Biography ne Prag elçisi ne buna benzer zorlama eklemeler bunu başarabilirdi. Birilerini taltif etme ya da gözden uzak tutma kaygısı ile yürütülen diplomatik kadrolaşmanın gerisinde, reel politikanın, işin erbaplığının temsilcileri sessiz ve derinden çalışarak bu zor görevi başardılar. Elleri dert, ayakları taş görmesin. Erdoğan’ın savruk politikasından dağılanları toplamak için gösterilen çaba, her türlü takdirin üstündedir. Türkiye ekonomide girdiği türbülansın tek sebebinin başarısız siyaseti olduğunu bir türlü anlamayan yönetimiyle, bir süre daha yol almak zorunda. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç alacağını zanneden ve bu nedenle bundan vaz geçmeyen iktidarın acınası hali giderek Yunan Trajedilerine dönüşmüş durumda. Her bir kuruş dolar artışının, aynı kuruş benzin zammı olduğunu anlamamakta direnmek için, insanda idrak bilincinin kaybolmuş olması gerekir. Bunun böyle olduğunu iktidara dış politikada akıl hocalığı yapan bir eski askerin ekonomiye dair yorumundan da anlıyoruz. Cihat Yaycı’nın ekonominin durumundan cemaati sorumlu gören sözleri bir ibret vesikası olarak yerini aldı. Aynı şahsın Türkiye’nin batı bloku ile arasını bozan, ülke çıkarlarını bırakın müdafaayı tam zıddına yol açan dış politika önerilerinin verdiği zarar daha telafi edilmemişken söyledikleri aslında ülkenin halini izah etmektedir. Türkiye yazık ki siyasetin başarısızlığını kabul etmeyenlerin ülkesidir. Tıpkı her türlü kötü alışkanlığa sahip olup, sağlıklı bir beden bekleyen bir insanın durumundayız. Sağlığın bozulması için her koşul mevcut ve bu yaşam tarzının bir neticesi… Gelin görün ki hastamız doktorları, ilaç üreticilerini ve hatta bizzati hastalıkları suçluyor. Zaten Pandeminin ortasında sıkış tepiş miting yapıp, “kar mikropları öldürür” diyen de aynı akıl değil miydi? Tıp konusundaki cehaletin, diplomasi, iktisat gibi alanlardakinden aşağı kalır yanı yoktu. Erdoğan’ın sadece 2 gün süren gerçek üstü diplomasi macerası, Viyana Konvansiyonu’ndan döndü. Erdoğan; “AİHM ne der, Avrupa Konseyi ne söyler? oturur dinleriz.” demeye başladı. Bu kurumların ne söylediği ortada. Hem Kavala hem Demirtaş bu kurumlar nezdinde hem masum hem mağdur. Türkiye önce bu insanları salacak, ondan sonra bir de vergilerimizden tazminatlarını ödeyecek. Her şey bu kadar açık ve netken tersini yapmak ve iddia etmek daha ne kadar mümkün göreceğiz. Erdoğan MHP ile kurduğu ittifakın hem başkanı hem de tutsağı konumunda. MHP’siz başkan olamadı. “Seni Başkan Yaptırmayacağız” diyen Demirtaş ile aynı sözleri eden Bahçeli ne olmuştu da Erdoğan’a başkanlık payesini vermişti? Bütün bunları hatırlayıp, gerekçelerini alt alta yazmadığımız sürece havanda suya şiddet uygulamaktan netice elde edemeyeceğiz. Türkiye Erdoğan dönüşse de dönüşmese de Erdoğan ile el sıkışacaktır. Erdoğan dönüştüğü oranda bu el sıkışma sükunetli ve hakkaniyetli biçimde olacak taraflar bundan en az zararı görecektir. Erdoğan’ı da yıpratan siyasetin doğasına aykırı tutumlar ise ancak düzeltme faturası ödendiğinde zararsız hale gelmektedir. Tıpkı en son “İstenmeyen İsim” hikayesinde olduğu gibi. Türkiye’de İstenmeyen İsim’lerin kimler olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Biraz da kendilerini bilseler işler çok daha kolay olacak.