Türkiye’ye istikrar getireceği vaat edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sahiden de istikrarlı bir politika izliyor. Mevcut iktidar yaşanan her felakette, olağanüstü durumda adeta yurttaşları başının çaresine bakmaya davet ediyor. Salgında, depremde, yangında yurttaşlar yalnız ve çaresiz. Birkaç gündür ekrandan endişe ile yangını ve çaresizliğimizi izlerken “Türkiye’yi sevmek” kavramını düşünüyorum. “Ülke için kendini feda etme” iddiasında olan, ülkenin kaderini kendine bağlayanların yok olan doğa, canlılar ve çaresiz bırakılan insanlara olan sevgisini düşünüyorum. Bir taraftan da İbrahim peygamberi yakmak için oluşturulan ateşe ağzında bir damla su ile koşan karınca misali insanları düşünüyorum. Oysa kriz anlarında hızlı sorun çözmek iddiası ve “Türkiye sevgisi” ile propagandası yapılmıştı başkanlık sisteminin. 16 Nisan (2017) referandumunun kampanyasında dönemin başbakanı Binali Yıldırım Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni anlatırken şu ifadeleri kullanıyordu. “Bu değişiklik ülkemiz için tarihi bir fırsattır. Güçlü yönetim sayesinde Türkiye'de artık vesayet dönemi, güç odakları dönemi, darbe dönemleri tarih olacak, inşallah bu ülkenin gündemine bir daha gelmeyecek. (...) Yeni sistemle birlikte ekonomi daha güçlü, daha sağlam ve daha sağlıklı bir zeminde ilerleyecek. İstikrar sayesinde yatırımlar artacak, üretim artacak, istihdam, yeni iş, aş alanları sağlanacak. Yeni sistem bürokrasiyi azaltacak, devletin her biriminin daha fazla uyum içinde, tıkır tıkır işlemesini temin edecek. Yeni sistem terörün sonunu getirecek, terörü yok edecek.” AKP’nin referanduma evet kampanya videosunda ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ülkeye hizmet odaklı siyaset anlayışını ve kesintisiz istikrar icraatçı hükümet, güçlü meclis modelini sunacağı iddia ediliyor. Yine aynı kampanya hızlı düşünen anında uygulamaya geçen yönetimle terörle mücadelenin güç kazanacağını belirtiyor. Ayrıca sistem siyasette uzlaşma kültürünü getirecek, krizlere son verecekti. Oysa bizler cumhurbaşkanlığı nam-ı diğer başkanlık sistemi ile vaat edilen hızlı karar alma mekanizmalarını kriz anlarında göremiyoruz. Ülkede hayati konularda, doğal afet halinde dahi uzlaşı ortamı kalmadı.  Türkiye ekonomisi ise pek de “güçlü” görünmüyor. Kamu çıkarlarının gözetilmediği kurumlar yerine kişilerin ön plana çıkarıldığı bu sistemde her karar bugünümüzü ve geleceğimizi doğrudan etkiliyor. Cumhuriyetin kurumlarının aksayan yönlerini düzeltmek yerine onları yok eden bir anlayışın ülkeyi kendi kendine yetmekten nasıl uzaklaştırdığı son yaşanan olaylarda apaçık görülüyor. Kendi kendine yetmenin ötesinde “uluslararası dayanışmaya” mesafeli olmak ise ülke yanarken iktidarın öncelikleri konusunda önemli fikir veriyor. İktidara yakın basın organlarından takip ettiğimiz yangını kontrol etmedeki iktidar mahareti ile basına verilen ültimatomlar bir yana ülkede ekonomik gidişattan, afetlerden, haksız hukuksuz uygulamalardan canı yanmayanların sayısı gittikçe azalıyor. İktidarın nimetleri ve kamu kaynakları belirli bir azınlığa sunulurken toplumun gittikçe genişleyen kesimi üzeri kapatılmaya çalışılan gerçeği bir şekilde deneyimliyor. Siyaset Bilimci Xavier Marquez tek adam yönetimlerinde rejimin değerlerini benimsetecek şekilde uygulanan sosyalleştirme çabalarının yaşanan deneyimlerle çatışması durumunda gelen çöküşe işaret ediyor. Çavuşesku’nun termometresi hikayesi... Çavuşesku hava sıcaklığı 10 santigrattan aşağı indiğinde Roman medyasının bunu haber yapmasını yasaklıyor çünkü yasalara göre 10 santigrat derecenin altında kalorifer yakılmalı ancak ülkenin de tasarrufa ihtiyacı var. Oysa halk soğuğu hissediyordu. Türkiye’de de toplum yalnızlığı, çaresizliği giderek sürüklendiği sefaleti hissediyor. Metropoll verilerine göre Türkiye’de yolsuzluk arttı diyenlerin oranı yüzde 73, bu oran AKP’ye oy veren seçmende yüzde 43. Yine Haziran ayında Türkiye kötüye gidiyor diyenlerin oranı yüzde 59. Güvenlikçi perspektiften bakıldığında dahi “güvenliği” sağlamaktan uzak olan sistem krizleri çözmekten ziyade kendisi bir kriz haline gelmiş durumda. Mevcut sistemin nasıl bir yönetim yarattığını “Salgının başkanlık sistemi ile ne ilgisi var?” başlıklı yazımda ele almıştım. Türkiye’nin denge-denetleme mekanizmaları güçlü, işleyen bir demokratik yönetime sahip olması artık yalnızca demokratikleşme için değil önemli bir “güvenlik” açığını da kapatmak için gerekli canlıların, doğanın ve insanın güvenliği... Sahi Türkiye’yi sevmek ne demek?