Türkiye şu anda herkesle konuşabilen, boğazları kontrol edebilen ve de dronlarla Ukrayna’nın en aktif ve belki de tek konvansiyonel saldırı silahını sağladığı için hala çok önemli. Hatta kilit rol oynadığını da iddia edebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Rusya ve Ukrayna arasında Beşiktaş’taki Cumhurbaşkanlığı Çalışma Ofisi’nde yapılan görüşmelere kendinden emin bir şekilde giren Cumhurbaşkanı Erdoğan salonda karşılaştığı İngiliz futbol kulübü Chelsea’nin eski sahibi Rus oligark Roman Abramovich’e ‘buradan müjde bekliyoruz’ diyerek ateşkes ve de barışın kendi ev sahipliğinde gerçekleşmesini istediğini belirtti. İtiraf etmek gerekirse Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği ilk günlerde çok farklı nedenlerden dolayı iyi pozisyon alamayan ve hatta sıkışmış duruma düşen Türkiye mevcut konjonktür içerisinde iyi bir denge rolü oynamakta. Hoş, eğer Rusya ilerleyen günlerde niyeti daha da bozarak Baltık ülkelerini tehdit ederse NATO üyesi olan Türkiye’yi bu denge politikası kurtarmayabilir ama mevcut durumda bu politika tercihinin Erdoğan’ı hem içeride hem de bir nebze de olsa dışarıda belirli süre idare edeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar Türkiye Rusya’ya hava sahasını kapatmayan tek NATO üyesi ülke olsa da oligarkların paralarını ve de mallarını Türkiye’de dolaşıma sokacağı iddia edilse de Türkiye şu anda herkes ile konuşabilen, boğazları kontrol edebilen ve de dronlar ile Ukrayna’nın en aktif ve de belki de tek konvansiyonel saldırı silahını sağladığı için hala çok önemli. Hatta bir adım öteye giderek kilit rol oynadığını da iddia edebiliriz. 
İtiraf etmek gerekirse Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği ilk günlerde sıkışmış duruma düşen Türkiye mevcut konjonktür içerisinde iyi bir denge rolü oynamakta.
Türkiye’nin dış politika alanında yaptıkları sadece Rusya-Ukrayna ilişkileri ile de sınırlı değil. Her ne kadar NATO zirvesinde Erdoğan beklediği ilgiyi göremese de birçok dünya lideri son zamanlarda kısa da olsa Erdoğan ile görüşmeye Türkiye’ye geliyor. Erdoğan Birleşik Arap Emirlikleri, Israil ve hatta Mısır ile arasını düzeltmeye çalışıyor. Bunları da kendisinin kontrol ettiği medya ordusu ile yapıyor ki bu sayede içeriye ‘ben dünya lideriyim’ derken dışarıya da ‘ben sizi siz de beni biliyorsunuz, beni kolay kolay harcamayın zaten harcayamazsınız da’ diyor. Buna karşın çok defa söylediğim gibi muhalefet sadece yurt içine sıkışmış bir siyaset izliyor ve Erdoğan’ın hamlelerine karşılık veremiyor. Dış politikada bu denli önemli bir gelişmeler yaşanırken, geride bıraktığımız günlerde Möntro davasında da çoğunluğu NATO karşıtı olan ve de aralarında Mavi Vatan’ın fikir/isim babası bulunan Cem Gürdeniz’in de olduğu emekli amiraller için ara karar da çıktı. Ara kararı açıklayan mahkeme başkanı sanıkların yurt dışına çıkış yasaklarını kaldırırken Cumhurbaşkanlığı’nın davaya katılma talebini de kabul etti. Bu iki olayı beraber okurken insanın aklına şu soru geliyor; Erdoğan ve onun liderliğinde oluşan İslamcı-Milliyetçi-Ulusalcı-Avrasyacı iktidar bloğu kendi içerisinde kopuş mu yaşıyor? Ya da diğer bir deyişle Avrasyacılığın, Mavi Vatan söyleminin sonu geliyor ve Erdoğan seçimlere yaklaşırken yine pragmatik bir şekilde makas değiştirerek batıya ‘aslında ben de sizdenim’ mesajı mı veriyor? BİR AVRASYACILIK VAR AVRASYACILARDAN İÇERİ Bu iki soruya cevap aramak için önemli üç kaynak var. Bunlardan birincisi Erdoğan’ın geçtiğimiz aylarda çıkan ‘Daha Adil Bir Dünya Mümkün’ adlı kitabı. Bunu söylerken ciddiyim çünkü kitabı satır satır okumuş birisi olarak Erdoğan’ın nasıl ve ne şekilde dünya üzerinde Batı ile iş tutmayan, Müslümanların hamiliğine oynamak isteyen ve bunu yaparken de küresel olarak alternatif bloklar ile beraber yol yürümeye hazır olduğunu görüyorsunuz. Nedir bu bloklar Çin ve Rusya. Kısacası batıdan uzaklaşmak. İkinci eser ise Suat Kınıklıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Çalışmaları için kaleme aldığı Eurasianism in Turkey adlı çalışması. Bir ‘policypaper’ olarak yazılan bu çalışma Türkiye Avrasyacılığın geç Osmanlı-erken Cumhuriyet kökenlerine giderek şu anda kimler ile nasıl ve ne şekilde vücut bulduğunu anlatıyor. Bu bağlamda Avrasyacılığın da kendi içerisinde kolları olduğunu Cem Gürdeniz ile Doğu Perinçek’in aslında aynı kişi olmadığını aksine farklı düşünsel ya da politik niyetler sebebiyle ayrı kanatları temsil ettiğini vurguluyor. Çalışma aynı zamanda bir şekilde Avrasyacılığın Türkiye’de tarihsel olarak her zaman şekil ve de temsilci değiştirerek var olduğunu ve de bunun böyle devam edeceğini dile getiriyor. Kınıklıoğlu çok açıkça söylemese de sanıyorum bu devamlılığın temel nedeni Türkiye’de yaşayanların çoğunluğunun çok farklı nedenler ile Batı karşıtı olması.
Avrasyacılık bir anlamda dikine bakıldığı zaman çok sığ ama enlemesine bakıldığı zaman bir o kadar esnek ve de genişlemeye müsait bir anlayış. O yüzden de içerisinde çok farklı grupları kabul edebiliyor.
Son çalışma ise 2021 yılında Cengiz Çandar tarafından yazılan ve de Transnatıonal Press London tarafından basılan Turkey’s Neo-Ottomanist Moment: A EuroasianistOdyssey. Bu çalışmada Çandar sadece kavramı ilk defa kullanan kişi olarak Türkiye’de Yeni Osmanlıcılığın nasıl ve ne şekilde dönüştüğünü değil aynı zamanda da Özal’dan sonra Erdoğan’ın bu kavramı anti-batıcılık ve de sübjektif bir tarih okuması ile nasıl Avrasyacılık ile birleştirdiğini kendi gözlemlerine, yaşanmışlıklarına ve de uzmanların yorumlarına dayanarak dile getiriyor. Kınıklıoğlu’ndan ayrılarak kitabın hemen her yerinde Avrasyacılığın aslında klasik Kemalizm, İslamcılık ve de Milliyetçiliğin buluşma yeri olduğunu söylüyor. Böyle bakınca Çandar’a göre de Türkiye’de Avrasyacılık öyle kolay kolay biteceğe benzemiyor. Kapsamlı olan çalışma ‘yeni Türkiye’nin’ dış politik hamlelerinde Avrasyacılık ile Erdoğan tipi yeni Osmanlıcılığın nasıl iç içe geçtiğini kolay bir dil ile gözler önüne seriyor. Hem Cengiz Çandar’ın açıkça söylediği, Suat Kınıklıoğlu’nun çalışmasından da dolaylı yoldan anlayacağımız bitememe durumunun aslında önemli bir nedeni de var. Bu neden Avrasyacılığın ya da Türkiye Avrasyacılığının yazılı kaideleri olmaması ya da kendi başına bir ideoloji olmayışı. Sanıyorum bu noktada kendini açıkça ‘ben Avrasyacıyım’ diye tanıtan bir figürle de karşılaşmadık. Belki Doğu Perinçek bunu yapıyordur ama onun ne zaman neci olduğunu kestirmek de çok kolay değil. Bu noktadaAvrasyacı olmayı kimi Mavi Vatancılar ‘vatan severlik’ ya da ‘tam bağımsızlıkçılık’ olarak okuyorlar. Her ne kadar bu söylem olarak ‘havalı’ gözükse de çok bir anlam ifade etmiyor. Buna karşın Avrasyacılığın en önemli ve bence de onu en güçlü yapan yanı belirsiz olması. Bu belirsizlik sayesinde kendisini bugün hem Vatan Partisi içerisinde, hem AKP-MHP ikilisinde hem de üye ve de taraftar bazında baktığımız zaman CHP içerisinde konumlandırabiliyor. Hatta öyle ki bir zamanlar Türkiye’nin en batılı eğitimini aldığını sandığımız yüksek rütbeli askerler bile Avrasyacılığın ‘büyük düşünce babası’ olabiliyorlar. Kısacası Avrasyacılık bir anlamda dikine bakıldığı zaman çok sığ ama enlemesine bakıldığı zaman bir o kadar esnek ve de genişlemeye müsait bir anlayış. O yüzden de içerisinde çok farklı grupları kabul edebiliyor. EN BÜYÜK AVRASYACI: ERDOĞAN! Peki bugün Türkiye’nin ‘babası’ ya da hakim terminoloji ile ‘reisi’ olan Erdoğan Avrasyacılığın neresinde duruyor? Bu soruya hatırı sayılır büyüklükte bir kitle ‘Erdoğan Avrasyacı ya da vatan sever falan değil, o çıkarı doğrultusunda pragmatik bir siyaset izliyor’ cevabını verebilir. Ben buna katılmıyorum. Bence Erdoğan Batı karşıtlığı, hep içerisinde taşıdığı Sunni-Türkçü dini milliyetçiliği, oldukça nostaljik ve de sübjektif tarih okuması ile Avrasyacılığın en büyük temsilcilerinden. Uzun yıllar öyle değilmiş gibi gözüktü ama Refah Partisi dönemlerine bakıldığında Erdoğan Avrasyacılığın dini boyutu ağır basan yönünü temsil ediyordu. Bu noktada liberaller ve Gülen Hareketi ile çıkar odaklı kurduğu ortaklık sırasında bu özelliğini bir noktaya kadar gizledi. Gülen Hareketi ile girdiği savaşta ise bu işi gizlemekten tamamen vazgeçti ve hem söylem değiştirdi hem de eski devlet ile birleşerek devlette de Avrasyacı bir yapı kurulmasına neden oldu.
Bence Erdoğan Avrasyacılığın en büyük temsilcilerinden. Liberaller ve Gülen Hareketi ile çıkar odaklı kurduğu ortaklık sırasında bu özelliğini bir noktaya kadar gizledi.
Bugün siyasi ağırlıklarına karşın güvenlik bürokrasisinde bu denli yaygın Avrasyacıların olması. Mavi Vatan gibi aslında tehlikeli ve de çok rasyonel olmayan savları savunanların ekranlar da olması Erdoğan’ın müsaadesi ve de göz yumması ile mümkün olabiliyor. Bu noktada Erdoğan Avrasyacıların gündemde ve de güçlü bir şekilde ayakta kalmasını sağlayarak aslında onlara en büyük desteği sağlıyor. Bu nedenle de ona en büyük Avrasyacı demek çok da yanlış olmayacaktır. PEKİ YA ERDOĞAN SONRASI AVRASYACILIK? Hala dünyada post-Erdoğan sonrası diye tartışılmaya başlayan döneme ya da ‘bu seçimlerde kesinlikle gidiyor’ ‘anlaşacaklar devlet Erdoğan’a dokumayacak ve Erdoğan da gidecek’ şeklindeki söylemlere hala çok ama çok mesafeli olsam da eninde sonunda bir gün Türkiye’nin Erdoğan sonrası bir dönem yaşayacağını düşünmekteyim. Ancak bu dönem içerisinde Avrasyacılığın şu anda Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin içerisinde bir şekilde ve de güçlü olarak da var olacağını düşünmekteyim. Bunun da zorla olacağını hiç sanmam zira hali hazırda ittifaktaki birçok parti bu konuya teşne. Peki buradaki soru Erdoğan sonrası dönemde Türkiye’nin Avrasyacı iddialar ya da fanteziler ile harcayacak vakti, enerjisi ya da kredisi olacak mı? İşte bence muhalefet bloğu biraz da bunun üzerine düşünmeli.