AKP’nin kendine özgü siyasi gündeminin varlığı geçmişteki sağ siyasi partilerden farklılaşmasının en önemli sebebidir. Mevcut rejimden memnuniyetsizliği ve bu anlayışı mümkün olduğunca geniş kesimlere yayma gayretleri yaptığı siyasi tercihlerde etkili oldu. Türkiye demokrasi arayışı içinde olan bir ülke. Ama aynı zamanda gelişme süreci içinde sektörel öncelikleri de sürekli değişim içinde. Dahası birçok Batılı ülkeden farklı olarak demokrasisi kurumsallaşamamış bir ülke. CHP dışında hiçbir siyasi partinin çok uzun bir geçmişi yok ülkemizde. Sağ cenahta dönem dönem bir siyasi parti ortaya çıkıp, belli bir temsiliyet gücüne ulaşarak iktidar olmakta, sonra da kaybolup gitmekte. Yeteri kadar kurumsallaşamamakta. Muhtemelen o siyasi hareketi doğuran kitlerin temsil kabiliyetinin kaybolması bunda önemli rol oynamakta. Çok partili hayata geçilmesinin ardından ortaya çıkan Demokrat Parti’den tutun da 1960’ların ve 1970’lerin Adalet Partisi’ne, oradan da 1980’lerde yükselip, sonra da düşüşe gene Anavatan Partisi’ne kadar tüm sağ partiler, belli bir süre Türkiye ekonomisinde ve siyasetinde etkili oldular. Elbette 1990’lardaki Doğru Yol Partisi ve nihayet 2000’li yılların Adalet ve Kalkınma Partisi’ni de bu sağ geleneğe dâhil etmek mümkün. Her biri sermayenin bir türü ile sermaye birikim sürecinin belli bir noktasında ilişkiye giriyor ve o birikim sürecinin temsilcisi oluyorlar. Kalkınma sürecinde sermaye birikiminin hız kazandığı noktalarda sağ siyasetin sermaye ile işbirliği önem kazanıyor genelde. Ancak bu birikim sürecinde işin dozu kaçıp, bu birikim sürecinde uygulanan politikaların sosyal dengeleri sarsması, ekonomide “yeniden dağıtımın” önemini öne çıkarıyor. Bu noktada ya yeniden dağıtım ihtiyacını görmezden gelen, daha baskıcı bir siyasi anlayış devreye giriyor, ya da sivil siyaset aracılığıyla iktidar erki değişip yeniden dağıtımın önemini kavramış bir iktidar iş başına geliyor. Bu iki seçenek arasındaki tercih ülkelerin kurumsal gelişmişlikleri tarafından belirleniyor. Yeterince gelişmemiş sivil kurumların bulunduğu hallerde siyasi rejimin baskıcı bir niteliğe bürünmesi büyük bir olasılık. İktidarda kalma hırsını kontrol etmeyi başaramayan sağ siyaset, zamanla işbirliğine girdiği sermaye kesimlerin daha çok etkisine girip, ekonomik kaynak kullanımında dengeyi kaybedebiliyor. Aslında bu dengeyi kaybetmiş siyasi anlayışa fren olabilecek kurumların yeterince gelişmemiş olması, iktidarların uygulamalarında tereddüt göstermemesine neden olmaktadır. Ülkemizde iktidara gelmiş olan sağ partilerin her biri Türk siyasetinde belli bir süre etkili olup, sonra da kaybolup gittiler.  Neden mi? Çünkü başlangıçta temsilcisi olduğu sermaye belli bir olgunluğa eriştikten sonra, bizzat bu sağ siyasetin kendisi ayak bağı oluyor ve tehdit oluşturuyor da onun için. Siyaset temsil ettikleri sermaye birikiminin her safhasında o sermayeyi kontrol edebilecek doğru politikaları oluşturamıyor. Zamanla temsil kabiliyetini kaybediyor. Roller oynanıyor, sonra işlevi biten siyasi anlayış, köşesine çekili veriyor. Amaç hâsıl oluyor, sermaye birikiminin miktarı ve niteliği evriliyor. İsteseniz de istemeseniz de… Sanırım bugün de böyle olacak ve AKP de misyonunu tamamlayarak tarih sahnesinde, diğerlerinin yanında yer alacaktır. Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda siyasette “eski-yeni” ayrımı yapmaya çalışılmışsa da mevcut iktidar temsilcilerinin de geçmiştekiler gibi sermaye yanlısı klasik bir sağ anlayışın temsilcisi oldukları çok açık. Ancak bu anlayışın geçmişten bir farkı vardı elbet.  O da temsil ettiği sermayenin niteliği. Demokrat Parti ağırlıklı olarak tarım kökenli ticari sermayeni temsilcisi olan ve ticari sermaye birikimine öncülük eden bir siyasi anlayışın temsilcisiydi. 1950’lerde bu fonksiyonunu büyük ölçüde yerine getirdi. Ama ticari sermaye birikim sürecinin sanayi sermayesine dönüşümünü sağlamakta başarısız oldu. Hatta 1950’lerin sonunda bizzat kendisi bile öncülük ettiği sermaye birikim sürecinin aleyhine olacak gelişmelere yol açtı. 1958 krizi bunlardan biridir. Ardından gelen Adalet Partisi de sermayenin bir diğer temsilcisiydi. Bir yandan geleneksel kesimlerin etkisi altında, bir diğer yanda da yeni gelişme aşaması içine gideren sanayi sermaye birikiminin öncüsü olma çabasındaydı. Ama bu partinin temsil ettiği kesimler bakımından arada kalmışlığı uygulamalarında tam olarak sanayi sermayesinin yanından olabilmesine mâni oldu. Ancak bu kafa karışıklığı bir bakıma sanayileşmememizin bir sonucuydu ve genel anlamada siyasetimizin bütününe sirayet eden bir kafa karışıklığına yol açmıştı. Ancak toplumsal ve ekonomik geleceğimizi temsil eden sanayinin sorunlarının giderilememesi, ülkeyi ciddi bir kaynak ihtiyacına maruz bırakarak, siyasileri çaresiz bırakmıştır.
Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda siyasette “eski-yeni” ayrımı yapmaya çalışılmışsa da mevcut iktidar temsilcilerinin de geçmiştekiler gibi sermaye yanlısı klasik bir sağ anlayışın temsilcisi oldukları çok açık.
Ardından gelen Anavatan Partisi siyasetimizde etkili olan sermaye yanlısı üçüncü siyasi anlayışın temsilcisi oldu. Ancak bu anlayışın temsil ettiği sermaye Türkiye ekonomisinin dünyada rekabetçiliğini ortaya çıkartacak sermayedir. Bu sermayenin gelişmesi ve büyümesi ülkemizdeki tüm kesimlerin ihtiyaç duyduğu dövizin de kaynağıdır ayna zamanda. Kalkınma sürecinin her bir aşamasında sermayenin çeşitlenmesi, sağ siyaset açısından sermayeyi temsil edilmesini giderek daha kompleks bir hâle sokmuştur. Farklı sermaye grupları kendi ihtiyaçları doğrultusunda siyasette etkinlik arayışına girmiştir. Aslında 1990’lı yıllarda Doğruyol ve Anavatan Partileri ekseninde ortaya çıka sağ siyasi anlayış, sermayenin farklı gruplarının temsili yapmaktaydı. Maalesef bu süreç, farklı sermaye gruplarının ekonomik kaynakları kendi lehlerine yeniden dağıtımını sağlamak için girişilen bir mücadeleye yöneltti. Bu süreç de sermaye ile birlikte tüm ülkenin aleyhine sonuçlanan bir krizle sonuçlandı. Nihayet yaşanan ekonomik gelişmelerin ışığında, 2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi de sermayenin yeni yükselen siyasi partisi oldu. Ülkemizde daha önce Anavatan Partisinin temsil ettiği büyük sermayenin desteğini alarak iktidara geldi Birinci döneminde bu sermaye ile girdiği işbirliği yapılan uygulamalara damgasını vurdu. O sermayenin daha büyük ve rekabetçi pazarlara erişimine aracılık edecek ekonominin dönüşümünü sağlayacak reformların önünü açtı. AKP’nin kendine özgü siyasi gündeminin varlığı geçmişteki sağ siyasi partilerden farklılaşmasının en önemli sebebidir. Mevcut rejimden memnuniyetsizliği ve bu anlayışı mümkün olduğunca geniş kesimlere yayma gayretleri yaptığı siyasi tercihlerde etkili oldu. AKP, ikinci döneminden itibaren büyük sermayenin taleplerine arkasını dönerek, kendini daha geniş kesimlerin hizmetine sundu. 1950’lerde kaynak sorunları nedeniyle tıkanan kırsal kalkınma uygulamalarını farklı bir çehreye büründürdü. Dünya üzerinde çıkan kaynak bolluğunun sağladığı imkânlarla içeriye dönerek, ölçek olarak gelişme sürecine girmiş küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesinin gelişimine olanaklar sağladı. Büyük ölçüde sanayi sermayeye sırtını döndü. Daha muhafazakâr, içeriye dönük karaktere sahip olan, ayrıca siyasi değerler bakımından kendisine yakın olan bu sermayeyi hem Anadolu’da hem de kentlerde destekledi. Bu kesimin sermaye birikimi sağlamasının en kolay yolu olan ticaret-hizmet-inşaat faaliyetlerine kaynak aktardı. Sonraki yıllarda yüksek büyüme oranlarına ulaşılmasında büyük ölçüde bu tercih edilen sektörlerin rolü oldu.
AKP, ikinci döneminden itibaren büyük sermayenin taleplerine arkasını dönerek, kendini daha geniş kesimlerin hizmetine sundu. 1950’lerde kaynak sorunları nedeniyle tıkanan kırsal kalkınma uygulamalarını farklı bir çehreye büründürdü.
Şu an bu birikim süreci yine geçmiştekilerin benzeri ekonomik kısıtlamalara maruz kalmış durumda. Çok fazla yabancı kaynak tüketimine dayanan böyle bir birikim modeli, yine dış kaynak sorunu ile karşı karşıya kaldı. Bunun karşılığında uygulanmaya çalışılan birikim modeli tıkandı. Hatta bu tıkanıklığı aşmak için değil de iktidarda kalmayı amaçlayan bir siyasi anlayışın sürekliliği sağlamayı hedefleyen politikalar izlenmeye başlandı.  Bu da belli bir olgunluğa erişmiş olan yeni sermaye birikim sürecinin aleyhine tehlikeler oluşturmaya başladı. Son zamanlara belli bir özel kesim üzerinde uygulanan baskılar ve BİM gibi market zincirlerine sahip sermaye gruplarına yönelik tehditler yaşanan bu tıkanıklığı siyaset üzerinden, iktidar lehine aşma gayretleridir. AKP’nin birikimine öncülük ettiği ve belli bir olgunluğa eriştirdiği sermaye gruplarını yanında tutmak için, onların gereksinim duyduğu dış kaynakları sağlayabilmek amacıyla, neredeyse on beş yıl sonra tekrar ülke ekonomisinin dışa açık yüzü olan sanayi sermayesine yönelmesi önemli bir çelişki olarak görüldü. Ama siyasetin çaresizliği çok geçmeden uygulanan politikalarla ortaya çıktı. Bir yandan Anadolu sermayesini kollayan düşük faiz ve krediye erişimi içeren politikaları terk etmeden, diğer yandan ihracatçı sanayi sermayesinin arzuladığı rekabet gücünü kendilerine kazandıracak değersiz kur politikasını aynı zamanda uygulamaya başladı. Elbette bunu yaparken krediye erişimin tercih ettiği sektörler lehinde kullanımını sağlamak için piyasalara doğrudan müdahale etmekte bir sakınca görmedi AKP. Bu taleplerle birlikte, yapılan ekonomik uygulamaların geniş kitlelerin refahında yol açtığı azalma, AKP’nin geniş halk kitlelerle olan bağının da kopmasına neden oldu. Bu etkiyi kontrol edebildiği müddetçe AKP’nin iktidarda kalma şansı var. Ancak bu sürenin de çok uzun olacağını düşünmüyorum. Tarih tekerrür etmektedir ve AKP bu kaderden kaçmakta zorlanmaktadır.