Türk Tipi kaynak aktarım mekanizması ve TOKİ
Politikyol
İlginçtir… Ülkemizde tek parti hükümetlerinin ekonomide sağladığı istikrar dönemlerinde genellikle inşaat ve bayındırlık faaliyetleri hız kazanmıştır. 1950’lerde Demokrat Parti’nin kırsal kalkınma hamlesiyle başlayan altyapı yatırımları, 1980’li yıllara damgasını vuran ANAP iktidarının “toplu konut” projeleri ve nihayet 2000’li yıllarda AKP iktidarının keşfettiği TOKİ eliyle kentsel alanlardaki konut projeleri.
Bu projelerin her biri, finansman bakımından kendi dönemlerine özgü farklılıklar içermektedir. Örneğin Demokrat Parti dönemindeki altyapı projelerinin finansmanının kaynağı büyük ölçüde II. Dünya Savaşı döneminde yapılan tasarruflar ve yine 1950’lerin başında tarımsal ürünlerin cazip fiyatlarla ihracından elde edilen gelirlerdi. 1980’lerdeki ANAP’ın toplu konut projeleri ise amaç olarak hanelerin elindeki tasarrufların mobilize edilmesi ve/veya tasarruf oranını arttırmak amacıyla konut kooperatifleri üzerinden kaynak yaratma ve finansman modeliydi. Bu her iki dönemde de finansman, ihracat gibi yerel üretime dayanmaktaydı; özellikle 1980’lerde iç tüketimi kısıp, mevcut üretim kapasitesi ihracata yönlendirilmişti. Ancak 1980’lerin sonuna doğru bu politika sürdürülebilir olmaktan çıkmış, ortaya çıkan kaynak sıkıntısı 1988 yılında ekonomik bir darboğaz ve beraberinde bir devalüasyon ihtiyacı doğurmuştur. Bu süreç 1990 yılındaki 32 numaralı kararname ve TL’nin konvertibilitesi ile sonuçlanmıştır. TL’nin sadece yerleşikler tarafından değil, aynı zamanda yabancılar tarafından da talep edilebilmesinin önü açılmıştır. Ancak bu talep yüksek faiz ile bir cazibe kazanmak zorundadır. Zira kaynak yaratmak için enflasyona başvurmaktan vazgeçemeyen bir ekonomide yabancıların TL’yi cazip görüp, talep etmelerinin yegâne yolu yüksek faiz vermektir.
1990’lı yıllar makroiktisadi ve siyasi istikrarsızlıklar dönemiydi ve 32 numaralı kararnamenin sağladığı imkânlar kamu kesiminin bitmek tükenmek bilmeyen kaynak talebini karşılamak için kullanıldı. Aynı dönemde özel kesimin tasarrufları da, yüksek faiz geliri elde etme umuduyla kamu kesimine kaydı; büyük ölçüde özel sektör yatırımları ertelendi. Sürdürülebilirliği kısıtlı olan bu sistem, sonunda 2001 yılında büyük bir krizle sona buldu.
Bu kriz ve sonrasında uygulanan ekonomik reform programları konusunda bugüne kadar çok şeyler yazıldı, çizildi. Ancak bu reform dönemi ve sonrasının kurumsal yeniliklerinden biri çok fazla ele alınmadı. Hatta bu yeniliğin mevcut iktidarın ekonomik modeli bakımından taşıdığı hayati önem çoğunlukla dikkatlerden kaçtı. Bu önemli kurumun adı Toplu Konut İdaresiydi (TOKİ); belli bir döneme kadar görevi ekonomideki mali kaynakları mobilize edebilmek olan bu sistem, daha sonra mevcut siyasi iradenin bir türlü vazgeçemediği bir gelir aktarım mekanizmasına dönüştü.
***
Ülkemizdeki mali kesimin yeterince gelişmemiş olması ve uzun süre yüksek enflasyonun önüne geçilememesi, yurtiçi tasarrufların mobilize edilebilmesi için yüksek faiz politikalarını gerekli kılmıştır. Bu alandaki en çarpıcı uygulamalar 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Özellikle bankacılık sistemi, yurtiçi tasarrufların yayında 32 numaralı kararnamenin getirdiği imkânları sonuna kadar kullanarak yabancı sermayeye aracılık etmiştir.
Ancak 2001 yılından sonra faiz oranlarının, enflasyonla birlikte hızlı bir şekilde düşmesi bu mekanizmayı işlevsiz kılmıştır. Aynı dönemde uluslararası sistemde ucuz likidite bolluğu meydana gelmiş ve Türkiye gibi ülkelere çok büyük imkânlar sunmuştur; ne var ki bu likiditenin geçmişte olduğu gibi artan oranlarda çekilmesi artık olanak dışıdır. Zira yüksek faiz oranlarının yol açtığı yüksek reel kazançlar ortadan kalkmıştır. Bu şartlar altında yurtiçi tasarruf sahiplerinin de, daha önceden hazine bono ve tahvillerinde değerlendirdikleri tasarruflarının tekrar sistem içine çekilmesi için yeni bir mekanizmaya ihtiyaç vardı.
Bunlara ek olarak, 2001 krizi sonrasında sıkı bir bütçe kısıtı altında ekonomiyi yönetmek zorunda kalan hükümetin, harcama yaparken bir nebze serbestlik kazanabileceği bütçe dışı yöntem arayışları içinde olması da kaçınılmazdır. Bunun da en güzel yolu kamunun, özellikle bazı altyapı yatırımlarını bütçe dışına çıkarmasına yarayacak bir mekanizma yaratmasıdır. Hatta bu yolla kullanılacak kaynakların kamu kaynağı olmaması ve bütçe dışı bir harcama olduğu için de Sayıştay denetimine tabi olmaması bulunmaz bir nimet olurdu. Siyasi olarak bu sistemin harcamalara getireceği serbestlik ise, bir diğer imkândı. Tüm bu imkânları sağlayan sistemin adı TOKİ sistemidir ve bu sistem, 2000’li yılların başlarından beri AKP iktidarının kaynak yaratma ve Mecliste hesap vermeden, serbestçe kaynak kullanma sisteminin adıdır. Bu sistemin temel paydaşları ise, siyaset, inşaat sektörü ve bankalardır.
***
Büyük şehirlerde imar rantları üzerine kurulan bu sistemde TOKİ müteahhitler, bankalar ve siyasiler arasındaki koordinasyonu sağlayan, ama kamusal olmayan bir kurum olarak öne çıkmıştır. Malum olduğu üzere, şehir planlarında daha önce başka amaçlarla kullanılmak üzere tescil edilmiş arazilerin, yasal düzenlemelerle imara açılması, bir bakıma o arazilerin piyasalaşması ve bunun sonucunda parasal bir değere dönüşmesi anlamına gelmektedir. Ya da bu bir süre önce Sayın Cumhurbaşkanı’mızın ifade ettiği “arazinin arsaya” dönüşme süreci olarak da ifade edilebilir. Her şeyden önemlisi kentsel arazilerin “kupon” arazilere dönüştürülmesinin maliyeti olmadığı gibi, bunun için sadece kamu gücünü elinde tutmak yeterlidir.
Kentsel arazilerin piyasalaşmasının sonucunda oluşan değerler üzerinden yapılan mübadele ciddi miktarda finansal değerin de mobilize olması anlamına gelmektedir. Bu mobilize edilen değer de TOKİ, müteahhit, bankalar ve siyasiler arasında bir paylaşımın konusu olacaktır. Bu ilişkide TOKİ’nin rolü sadece ilgili arazinin yasal statükosunun değişikliğine aracılık yapıp, bir arazi rantının doğuşunu sağlamaktır. Bu rantın mali karşılığı bankacılık sektörünün yurtdışından temin ettiği ve inşaat sektörünün finansmanı için kullanabildiği yabancı kaynaklardır. Ülkenin bin bir güçlükle temin ettiği ekonomik istikrarın ve düşen enflasyon ve faizlerin yabancılar nezdinde Türkiye’ye yönelik artan güvenin tetiklediği sermaye akımları büyük ölçüde bu amaçla kullanılmıştır. Satılan konutlar üzerinden hanehalklarına devredilen bu borçlar hanelerin borçları ödeyebilecekleri gelirlere sahip oldukları sürece dışarıya ödenebilmekte; sistem sorunsuz bir şekilde sürdürülebilmektedir. Bu süreç sonunda elde edilen “ticari” kazançlar da sistemin paydaşlarının zenginleşmesine kaynaklık etmektedir. Sistemin bu ilk dönemlerinde, borçların ağırlıklı olarak özel sektör üzerinde bir yük oluşturduğu, siyasilerin ise süreci uzaktan izleyip, kamu borçlarının Maastricht kriterlerinde belirtilen seviyenin altında olmasından gurur duyduğu, bu gururu da her fırsatta seçmenleriyle paylaştığı görüldü.
Sistemde inşa edilen konut projeleri, finansal enstrüman olarak yurt içi tasarrufların yönlendirildiği bir araç olarak talep görmeye başlamıştır. Daha önce yüksek faiz kazancı umuduyla finansal araçlara giden bu yurtiçi tasarruflar, yeni dönemde spekülatif kazanç elde etme umuduyla reel varlık birikimine yönelmiştir.
Bu mübadeleden elde edilen kazanç, taraflarca paylaşıldıktan sonra, TOKİ’nin payı siyasilerin kontrolünde, ama hükümetin resmi bütçesinde yer almayan bir kaynak olarak çeşitli kamu yatırımlarının finansmanında kullanılabilmektedir. Zaman zaman Anadolu’nun bir şehrinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinde yer almayan bir okul, bazen Sağlık Bakanlığı’nın yatırım programında uzun zamandır yapılamayan bir hastanenin yapımı, ya da şehrin bir yerinde üst geçit inşaatının finansmanı olarak karşımıza çıkmıştır. Kamu açısından hiçbir zahmeti ve finansal maliyeti olmayan bu sistemde, hükümet sadece yeni bir mevzuat yaratarak, iktidar olma erkini devreye sokmuştur. Sistem ilk yıllarda ne iktidar, ne de muhalif kesimler tarafından sorunlu görülmemiş, hatta genel kabul görmüştür. Sonuçta herkes bu sistemin içinde konut sahibi olabilme imkânına erişmişti. Aynı zamanda ekonomideki mali kaynaklar bu şekilde kayıt dışına çıkartılabilmişti. Uygulamaların keyfiliğini ve suistimale açık oluşunu görenler ise, görmezden gelmeyi tercih etmişlerdi. Sistemin geniş bir kitleyi kapsayıcılığı, bu sistemin en büyük avantajı haline gelmişti.
Dış dünyadaki mali koşullar elverdiği ölçüde ve yurtiçinde konu için alınan borçların ödenebilirliğini sağlayan büyüme oranları temin edilebildiği sürece bu sistem sorunsuz bir şekilde devam etti. İnşaat sektörü sadece büyümenin çekici gücünü oluşturan bir iktisadi faaliyet değil, aynı zamanda hükümetin şiddetle ihtiyaç duyduğu mali kaynak kısıtını, yine siyasi otoritenin sıkı kontrolü altında gidermeye yarayan bir işlev görmüştür. Özellikle önce IMF gibi uluslararası kurumların, sonraları da mali disiplinini ülke riski hesabında önemseyen uluslararası gözlemcilerin nezdinde de kamu harcamalarının gerçek büyüklüğü bu sistem ile görünmez kılınmıştır. Ancak bu sistem devam ettikçe ekonomideki kayıt dışılık da kaçınılmaz olarak artmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada sistemin ulaştığı büyüklük ve ortaya çıkan kaynak ihtiyacı çok daha fazla kaynağın inşaat sektörüne girişine ihtiyaç duymaya başlamıştır. Ancak değişen dünya ekonomisindeki koşullar borçlanma maliyetlerini artırırken, sermaye akışının da yavaşlamasına yol açmıştır. Sistemin bugün geldiği noktada paydaşların kendi gelir akımlarını koruyabilmek ve hatta artırabilmek için çok daha lüks ve pahalı konut yapımına yönelmeleri, bu sistemin en önemli unsurlarından olan “kapsayıcılığının” azalmasına neden olmuştur. Bu da kamuoyu nezdinde böyle bir sistemin “meşruluğunun” sorgulanmasına yol açmıştır.
Uzun süre sistemin kamu kesimine yük oluşturmadan sürmesi yapılan konutların çok bekletilmeden satışıyla borçlarının hanehalklarına devredilmesiyle sağlanabiliyordu. İlkin konut satışlarının düşüşü, sonrasında konut stoklarının artması ve nihayet konut satın alıp uzun süreli borç yükümlülüğü altına giren hanelerin gelirlerindeki düşüşler sistemin nakit akım dengelerinin sarsılmasına neden olmuştur. Bu da zamanla bekleneceği gibi inşaat sektörü ile bankalar üzerinde ek maliyetlere neden olmuştur. Sistemdeki borçları kamu bankaları üzerinden yeniden yapılandırarak ve yeniden kredilendirerek ortaya çıkan maliyetin bir kısmı hazine tarafından yüklenilmiştir.
Sistemin ilk yıllarında oyun kuran ve mevzuat yapma gücü vasıtasıyla sistemi başlatan, ardından da ortaya çıkan zahmetsiz geliri paylaşan kamu, artık bu sistemi çalışır durumda tutabilmek için geçmişte olmadığı kadar çok kaynağı, hatta kamu kaynağını devreye sokmak zorundadır. Daha önce yaratılan zenginlikleri yeterince vergilendiremeyen siyasi otorite bugün ortaya çıkan bu kaynak ihtiyacını hazineden sağlarken, maliyetini de tüm toplumun sırtına yüklemek zorunda kalmıştır.
Kırdan kente göçün tüm hızıyla devam ettiği bir ülkede konut ihtiyacı ciddi bir sorundur. Dahası bizim gibi düşük gelirli ülkelerde bu konutların finansmanı ve düşük fiyatlardan ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması da önemlidir. Bu bakımdan 2000’li yılların başında düşük fiyatlı konut talebini karşılamak üzere üretim yapan bir TOKİ sistemi kamuoyunun gözünde çok aykırı bir uygulama olarak görülmemiştir. Ancak sonraki yıllarda bu özelliğini yitiren sistem, büyük şehirlerin çok daha gözde alanlarında lüks konutların yapımına da girişmiş ve yüksek gelir gruplarından elde edilecek gelirlerle düşük gelirlilerin ihtiyacını karşılayacak projelere kaynak aktarmaya yönelmiştir. Ancak bu sistemin en dikkate değer yönü, AKP iktidarının kurumsallaşmasında oynadığı önemli roldür.
***
Zira TOKİ üzerinden elde edilen kaynakların parti siyasetinin önceliklerine göre birtakım alt yapı projelerinde kullanılabilirliği, siyasilere çok önemli bir esneklik sağlamıştır. Dahası bu gelirlerin oluşmasında aracılık eden bankacılık sistemi, doğacak maliyetlerin toplumsallaşması açısından da aracılık yapmaktadır. Dün yeterince görülmeyen bu maliyetler, ülkemizdeki ekonomik koşulların tersine dönmesi, büyümenin düşmesi ve nihayet sermaye akımlarında yavaşlama nedeniyle bugün çok daha görünür bir hal almıştır. Elbette bu boyutta mali akımlara aracılık eden böyle bir sistemin unsurlarının siyasete etki etmemesi düşünülebilir mi?
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de