İyi ki askeri darbe başarısız oldu. Biz 70'li kuşak olarak askeri darbe deneyimi yaşamıştık. Post modern darbeye de tanık olmuştuk. Bir esaslı sivil darbe eksiğimiz vardı. Hamdolsun onu görmek de nasip oldu. Herhalde artık aklı başında olan hiç kimse, çılgınlık, cinnet ve korku yüklü bu iktidar tarafından ülkenin bir sivil darbeye doğru koşar adım sürüklendiğini inkar edemez. Hala edebilenler varsa Google'a "15 Temmuz sonrası Türkiye" yazsınlar... Liberal, sosyalist, Kemalist, dindar, Kürt siyasal hareketi vb. gibi çok farklı kanatlarda yer alan ama tek ortak noktaları iktidara muhalefet olan akademisyenlerin, kamu çalışanlarının, gazetecilerin, siyasilerin vb. akıl ve izan dışı gerekçelerle işlerinden edildikleri, hapse atıldıkları haberleriyle ve yaygınlaşan işkence iddiaları ile karşılaşacaklardır. Altan kardeşlerden, Evrensel'e, Kürt basınından Cumhuriyete, oradan Kemalist ve sosyalist aydınlara, tüm muhalifler aynı torbaya koyulup derdest ediliyorlar. Bu tabloya denk düşen kavramlar otoriterlik. diktatörlük, sivil darbe, faşizm vb. dir. Ama asla demokrasi değildir. Bu tür rejimlerin ortak özelliklerinden biri parlamentoyu tümden ilga etmeleri ya da işlevsiz hale getirmeleridir. 15 Temmuz'da asker darbecilerin bombalayarak kapatamadığı parlamento, bugün sivil darbecilerce fiilen boşa çıkarılmış durumdadır. En temel evrensel hukuk metinlerinde geçen "kitlelerin direnme hakkı" kavramı tam da bu koşullarla ilişkilendirilmiştir. Bu tür dönemlerde iki ters eğilim birbiriyle mücadele eder. Siyaset alanını -tek adam yönetimine kadar- daraltan faşizan eğilimle, Siyaseti -sokaktaki insana kadar- genişleten halkçı/özgürlükçü eğilim.... Türkiye'nin yakın geleceğini bu iki eğilimden hangisinin baskın geleceği belirleyecektir. Biz elbette ve açık açık özgürlüklerden ve bunun için de kitle siyasetinin galebe çalmasından yanayız. Fakat bu tür bir kitle siyasetinin yaratılamayacağını, "ol" deyince oluvermeyeceğini de çok iyi biliriz. Yeraltı suyu gibidir kitle siyaseti..Kendisine has bir dinamiği vardır. Yüzeye toprağın en zayıf, en uygun yerinden ve en güçlü biçimde çıkar. Ama güven veren bir siyaset kitle siyasetini de motive eder. Kolaylaştırır. 1 Kasım 2015'de şunları yazmışız: "Siyasette temel yönelim ve dinamikler toplumun mevcut bilinç ve örgütlenme düzeyine bakılarak değil, nesnel faktörlere bakılarak yorumlanmalıdır. Türkiye egemen kesimleri içinde artan çatlak...Dışarda raydan çıkan bir "tetikçiye" karşı artan karşıtlık...Kürt, Alevi, Laiklik vb. konularda derinleşen fay hatları... Toplum içinde artan ve derinleşen kamplaşma vb. Bu koşullar mevcutken AKP'nin yüzde 49 oyuna bakarak yönetme kabiliyeti ve meşruiyeti elde edebileceğini düşünmek olanaksızdır. AKP (Tayyip Erdoğan) bu oylara bakıp iyice kontrolsüzleşirse - ki çok muhtemeldir- kırılma çok daha sert ve yakın olacaktır. Meclis içi ve dışı muhalefet toplumdaki muhalefet potansiyelini kucaklayabilecek atılımı yapamadıkları için, AKP karşıtı muhalefet muhtemelen sokaktan yükselecektir. Herkes buna hazırlıklı olmalıdır." Muhalif partiler ve siyasi ve demokratik oluşumlar böyle bir gelişmeye yönelik hazırlığa ve perspektife sahip olmalıdırlar. İşçe ve kamu emekçi sendikaları inisiyatif almak durumundadırlar. Hazırlığın ilk adımı birlik olmaktır. Cemaat gösterip Kürde, Kürt gösterip sola, sosyalist gösterip Kemalistlere vuruyorlar. Tüm muhalif güçleri hedefleyen bir "topyekün saldırı" yürütülüyor. Topyekün saldırıya karşı topyekün direnilir. Armudun sapı, üzümün çöpü tartışmasıyla birlikteliği savsaklamak en baştan teslimiyet ve biat demektir bugün. Her cephede birlik. Her cephede özgürlük mücadelesi... Hiç vakit kaybetmeden....