Yargısal süreç veya adalet sistemi bir madde uyarınca fail üzerinde bir ceza isterken, onarıcı adalet, insan ilişkilerine, mağdura verilen zarara ve tarafların bu ilişkisini onarmaya odaklanır. Böylece taraflar ihtilafların çözümüne katılır. Geçen yazımda, toplumda bazı kesimlerin, kendilerinin karşı olduğu bazı siyasilerin yargı eliyle hesap vermesi veya yargı eliyle bedel ödemesi gibi talepler dile getirdiğini ve bunun aslında öç almaya dayalı bir adalet anlayışını yansıttığını söylemiştim. Dahası, böyle bir yargılama sonucunda hesap vermesine karar verilen bir kişinin, cezasını çekmek için cezaevine gönderilmesi halinde, nasıl koşullar altında olacağından bahsetmiş ve bu koşulların cezaevinden çıktıktan sonra bile hem kendisi hem de ailesi için yarattığı sonuçları arzulayıp arzulamadığımızı sormuştum. Zira cezaevinin sadece ceza çekilen bir yer değil, aynı zamanda kişinin ruhuna yönelik bir takım saldırılara de neden olan dolayısıyla ruhsal acı çekilen bir yer olduğunu ifade etmiştim. Dolayısıyla yargılamanın sonucunda varılan cezaevlerinin de toplumsal bir ilişkinin iyileşmesi için bir katkı sağlamadığını tam tersi cezaevlerinin acılar yarattığına değinmiştim. Bu yazıda ise zarar görmeleri için faillere odaklanmayı seçen klasik anlamdaki adalet yaklaşımının, aynı zamanda suçların mağdurları ile ilgilenmediğini açıklamak ve bunun toplumsal meseleler bakımından nasıl bir anlama geldiğini vurgulamak istiyorum. Bunun içinse Anlaşabiliriz isimli podcastimin son bölümündeki konuğum Galma Akdeniz’in dile getirdiği onarıcı adalet meselesine değinmek mümkün[1]. Zira onarıcı adalet kavramı, ceza yargılamasının tamamen faillere odaklanmasının, aslında neleri eksik bıraktığına dair önemli şeylere vurgu yaparak başlıyor. İster hırsızlık, ister saldırı ya da ister başka bir suçu düşünelim, yargılamanın ilgilendiği tek şey suçu işleyen failler. Dolayısıyla savcılar veya hakimlerin yahut avukatların kanun uyarınca baktıkları şey de, bu fail suçu işledi mi işlemedi mi ona karar vermek; işlediğine karar verildiyse de, fail ne kadar ceza almalıya bakarak adaletin meydana geleceğini beklemek. Ceza yargılamalarının ve adaletin baktığı şey bu kadar. Oysa, Galma Akdeniz’in de özellikle vurguladığı gibi, suçun mağduru olmuş kişiyle neredeyse hiç ilgisi olmayan bir süreç yargılama. Mağdurlarla o kadar ilgilenmiyor ki yargı sistemi, ister hırsızlıktan; ister cinsel tacizden; ister yaralanma mağduru olanların veya herhangi bir başka suç mağdurunun ne istediğini anlamak için bir çok ülkede ancak bilimsel araştırmalara bakılıyor. Araştırmalara göre, suçun mağdurları, bu olayın başlarına niye geldiğini; kendilerine ne olacağını; yahut kendilerine ne yapılabileceğini anlamak istiyorlar. Dahası, Galma Akdeniz ve Seda Kalem’in içinde yer aldığı bir araştırma[2], Türkiye’deki verilerin de birçok dünyadaki verilerle uyumlu olduğunu ortaya koyarak, mahkemelerden en düşük memnuniyet oranının, mağdurlardan geldiğini bulmuştu. Çünkü mağdurlar adeta bir tanık gibiler ve kendilerini mahkemelerde dinletemedikleri gibi; kendi söylediklerine şüpheli bakılmasından da mutsuzluk duyuyorlar. Adeta sadece failler değil mahkemeler de onları rahatsız eder oluyor. Peki niye yargı veya adalet sistemi sadece faillerle ilgileniyor da mağdurlarla hiç ilgilenmiyor? Bunun sebebi bir suç meydana geldiğinde toplum veya kişiler arasında yürüyen ilişkinin, 18. yüzyıl itibarıyla artık böyle olmamasına dayanıyor. Bir başka deyişle, aslında modern devletin kurulmasıyla, kişilerin ve toplumların kendi aralarında çözmeye çalıştığı sorunlar onların elinden alınıyor; ve kanunlar eliyle suçlara dönüşüyor. Dahası, bu suçların alanında çalışan polis, hakim, savcı eliyle, suç devletin yaptığı bir şeye evriliyor. Modern devlet böylece, insanların kendi aralarında yaşadığı çatışmaları çözmesi yerine, çatışmaları onlardan alıp onlara el koymuş, ve toplumun sorunları çözmesine engel olmuş durumda. Galma Akdeniz’in de vurguladığı üzere, bugün artık yargının toplumların içindeki sorunları çözmelerine engel olurken, faillere kitlendiğini ve mağdurları pek de tatmin edebilen sonuçlar üretmediğini anlıyoruz. Peki onarıcı adalet ne yapabilir? Yargısal süreç veya adalet sistemi bir madde uyarınca fail üzerinde bir ceza isterken, onarıcı adalet, insan ilişkilerine, mağdura verilen zarara ve tarafların bu ilişkisini onarmaya odaklanır. Böylece onarıcı adalet içindeki kişiler, tarafı oldukları ihtilafların çözümüne katılır. Bu ise avukatlar, hakim veya savcı gibi hukukçu kişilerin her şeyi toplum yokmuşcasına ele almasına engel olur. Dolayısıyla, zararın uyuşmazlığın tarafı olan kişilerin ilişkileri üstünden tanımlandığı, tarafların katılımını ve ilişkilerinde onarımı hedefleyen bir amacı bulunur. Hatta güçsüz grupların duyulma olanağı ortaya çıktığı gibi, onarıcı adalet mekanizması sayesinde aynı göz hizasında oturan toplum üyelerinin birbirleriyle konuşması sağlanır. Dahası, sadece büyük, acı birtakım uyuşmazlıkları değil, Galma Akdeniz’in belirttiği gibi, birçok ülkede okullarda meydana gelen bazı uyuşmazlıklarda bile onarıcı adaletle yaklaşılmasına imkan bulunur. Şunu özellikle vurgulamak isterim ki, adalet sisteminden uzaklaşmaya yönelik arayışlar sadece Türkiye gibi otoriterleşmenin yargının bağımsızlığını kaybetmesine neden olduğu ülkelerde meydana gelmiyor. Tüm ülkelerde yargının ve adalet sisteminin sorunları en azından benzer. Bir başka deyişle, yargının faillere odaklanması ve asla mağdurlarla ilgilenmemesi aslında birçok ülkede meydana gelen çok hukuki bir yaklaşım. Yahut cezaevlerinde kalmanın orada yatanlar açısından yarattığı akıl sağlığı sorunları demokratik ülkelerde de meydana gelen olaylar. Bu anlamda, onarıcı adalet aslında tam da meselelere farklı bakmak ve sadece hukuka odaklanmamaya çalışmanın bir yolu. Türkiye gibi, toplumsal ve siyasi sorunların çözümü için sadece hukuk sistemine odaklanmaya kitlenmek değil, aslında tam da toplumsal kesimlerin becerisini artırmaya ve bu yolları daha iyi uygulayabilir hale gelmeye eğilmek gerekiyor. Üstelik, Türkiye’de hem ufak hem de kurumsal anlamda bir şeyler yapmaya çalışanlar var. Örneğin, ister bir özel üniversitede kurulmuş ombudsluk mekanizmasını bulmak; ister bazı kurumların etik kodlar geliştirmesi ya da insanların kişisel ilişkilerindeki sorunları çözmek için bile kişisel gelişim yöntemlerinden giderek artan şekilde faydalanması. Dolayısıyla aslında hayata ve meseleleri çözmek için sadece hukuki bakışlara kitlenmemeye doğru evriliyoruz. Bu bağlamda, belki de Türkiye’deki bazı suçlar bakımından onarıcı adaletten nasıl faydalanabiliriz diye düşünmemiz lazım. Dahası, Galma Akdeniz’in vurguladığı üzere, bizde varolan bazı usullerin onarıcı adaletin olması için getirilmiş, onarıcı bir diyalog içeren herhangi bir mekanizma olmadığını da akılda tutmalı. ---- [1] Kendisiyle yapmış olduğum bölümü dinlemek için: https://soundcloud.com/anlasabiliriz-wecanfaway/bosnada-savas-sonrasi-doganlarda-girisimleri-goruyoruz-konuk-galma-akdeniz?si=8501296498c1499cae8200905bd4fd16&utm_source=clipboard&utm_medium=text&utm_campaign=social_sharing [2] Seda Kalem (Der) 2009, Adalet Gözet: Yargı Sistemi Üzerine Bir İnceleme, https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/publication/23-adalet-gozet-yarg-sistemi-uzerine-bir-inceleme/