Son günlerde yeninden çözüm sürecini konuşmaya başladık. Diyarbakır ziyaretinde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Süreci hiçbir gün dahi bitirmedik, HDP sonlandırdı” açıklamasında bulundu. Bu karşın o sürecin içinde olanlar ise bunun doğru olmadığını ifade ediyor. Örneğin görüşmelerin parçası olan Hatip Dicle; “Erdoğan çözüm sürecini Ergenekon ve MHP’nin dayatmasıyla bitirdi” açıklaması yaptı. Elbette her iki fikrin iki taraftan da savunanları olacaktır. Diğer yandan bu tartışmanın zamanlaması, tartışmanın arka planında yaşanan gelişmeler, siyasi iktidarın Öcalan başta olmak üzere bazı Kürt siyasi aktörlerle yeni bir süreci başlatma arzusunu ortadan kaldırmıyor. Diğer yandan bu tartışmanın zamanlaması, tartışmanın arka planında yaşanan gelişmeler, siyasi iktidarın Öcalan başta olmak üzere bazı Kürt siyasi aktörlerle yeni bir süreci başlatma arzusunu ortadan kaldırmıyor. Ve siyasi iktidar kaynaklı her girişimin ana hedefi de Kürt sorunun çözümü değil seçimi kazanma ve iktidarını koruma amaçlı olduğu da bugünden bellidir. Öcalan’ın 2011’de başlayan açlık grevlerinin bitirilmesi için devreye girmesi ile başlayan gelişmeler 3 Ocak 2013’de üç BDP Milletvekili’nin İmralı’ya götürülmesi ile yeni bir süreç başladı. Başlayan bu sürece de adı çokça değişse de “çözüm süreci” dendi. Bana göre Gezi süreci ile biten ama tarafların 28 Şubat 2015’de açıklanan 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı sonrasına kadar sürdü dedikleri süreç, 2021’den geriye baktığımızda ne yazık ki hiç başlamamış olduğunu gördük. Bu tespiti bugün değil sürecin devam ettiği 2013 Ekim’inde de yazdım. O dönem köşe yazdığım Yeni Şafak’ta 25 Ekim 2013 tarihli yazımın başlığı ‘Çözüm süreci başlamış mıydı?’ şeklinde idi. ERDOĞAN ve ÖCALAN’A TAHVİL EDİLEN ÇÖZÜM Ancak o zamanlar, gerek AK Parti’li gerekse BDP’li siyasiler, yazarlar, kanaat önderleri yaşanan tüm sorunlara rağmen ısrarla bu sürecin iki garantisinin olduğunu söylediler. Bir taraf Erdoğan’ı, diğer taraf Öcalan’ı sürecin teminatı olarak gördü. Bu o gün de hatılıydı, bugün de öyle. O yüzden şu soru bugün daha anlamlı; “Çözüm süreci nedir ve başlamış mıydı?” Çözüm süreç esas olarak PKK'nın sınır dışına çekilmesi, silah bırakması ve silah bırakanlardan dönmek isteyenlerin ve dönebilecek koşullarda olanların Türkiye'ye dönüşlerinin ve sosyal hayata katılmalarının sürecidir. Bu da bunu sağlayacak yasal düzenleme ve sosyal entegrasyon süreçlerinin hayata geçirilmesidir. Bu aşama, silahın ve şiddetin bir hak arama aracı olarak oyunun dışına çıkması ve toplumsal barışın sağlanmasını içermektedir. Ve bu yönü ile Türkiye’nin genel demokratikleşme sürecinin tamamlayıcısıdır. Bu açıdan baktığımızda o dönem bu konuda hiçbir adımın atılmadığını görüyoruz. Bu sadece siyasi iktidar kaynaklı değil, Suriye’deki gelişmeleri kendisi için bir fırsat gören PKK’nın da tercihi oldu ve 5 Nisan’da ilan edilen geri çekilme 8 Ekim 2013’de PKK tarafından durdurulduğu ilan edildi. Bu açıdan şunu bir kez daha ifade edelim ki, “çözüm süreci”nin başlamış olduğunu söylemek için elimizde kısa süreli geri çekilme dışında bir şey yoktur. Peki başlayan neydi? Başlayan Öcalan’a uygulanan tecridin kalkması ve genel demokratikleşme çerçevesinde atılan adımların Kürt vatandaşlarımızın da yararlanması olmuştur. Bu açıdan Türkiye’nin kadim sorunu olan Kürt Sorunu’nun çözümünü, PKK’nın yurt dışına çekilmesi ve silah bırakması süreci olan çözüm sürecinden ayırmak gerekiyor. Türkiye’de ısrarla yapılmak istenmeyen bu oldu. Bugün Kürt sorunu olduğu yerde duruyor. Yani Kürtlerin ana dilden kültüre, kimliğin kabulüne kadar temel hak ve özgürlükleri içine alan eşit vatandaşlık sorunu olarak tanımlayabileceğimiz her şey birer demokratikleşmeme sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Bu açıdan Kürt sorununun çözülmesi temelde Türkiye'nin demokratikleşmesi ile birlikte yürüyecek, Türkiye'de temel hak ve özgürlük sorunları tüm toplumsal farklılıklar için çözüldükçe Kürtlerinki de çözülmüş olacaktır. Yani Kürt sorunu olarak yaşanan sorunu sadece Kürtler değil, Aleviler, Ermeniler ve tüm ötekiler farklı tonlarda da olsa yaşamaktadır. Kürt Sorununun çözümü Türkiye'nin demokratikleşme sürecine paralel olarak ağır da olsa devam etmektedir. Bu sürecin en büyük sorunu ne yazık ki, Türkiye'deki kutuplaşma ve bunun siyasal yansımasıdır. BU ERDOĞAN KİMİ İKNA EDEBİLİR? Yıl 2021, Türkiye 24 Haziran 2018’den bu yana Türk Tipi Başkanlık sistemi ile yönetiliyor. İçerde kimlik siyaseti üzerinden kutuplaşma, dışarda gerçekliği olmayan bir bölge liderliği hayali üzerinden yalnızlaşma devam ediyor. Ekonomiden demokrasiye, hukuktan temel hak ve özgürlüklere siyasetin alanı her gün daraltılıyor. Dahası Kürt siyasiler tutuklu, belediyelere kayyum atanmış ve HDP’ye kapatma davası açılmış. Ve bütün bunları yapan siyasi iktidar Öcalan başta olmak üzere bazı Kürt siyasi aktörleri üzerinde yeni çözüm süreci konuşuyor, bununla ilgili karşılıklı açıklamalar yapıyorlar. Bugün Türkiye’nin temel sorunu Kürt sorunu değildir, keyfiliği kurumsallaştıran bu sistemin değiştirilmesidir. Bunun başarılmasında her muhalif partinin ama az, ama çok katkısı olacaktır. Ve bunun yapılmasına inanan tüm siyasal alandaki muhalif siyasi partiler ve toplumsal alandaki tüm aktörler, “amasız, fakatsız” açık işbirliği yapmak ve bir anlamda büyük koalisyon kurmak zorundadır.