Merhaba öncelikle tüm okurlarımın Kurban Bayramını en içten dileklerimle kutlarım. Umarım daha umutlu olabileceğimiz yarınlarda daha neşeli bayram kutlamaları yapabiliriz. Küresel enerji fiyatlarındaki artış, taşımacılık maliyetlerindeki yükseliş ve özellikle artan gıda fiyatları küresel enflasyonu yükselten temel nedenler olarak ön plana çıkmaktadır. Salgın koşullarından kaynaklı arz kısıtlılıkları ve aşılama çalışmalarının yaygınlaşmasının sonucunda salgına yönelik kısıtlamaların kalmasına bağlı olarak artan talep tüm ülkelerde enflasyon eğilimlerini güçlendirmiştir. Enflasyon artışının kalıcı mı geçici mi olduğu ise son dönemin oldukça tartışılan konusudur. Bu noktada Fed başta olmak üzere büyük merkez bankalarının daha sıkı para politikası uygulayacaklarına yönelik beklentilerin artması gelişen piyasa ekonomilerini ani duruş ve belki de ödemeler dengesi krizi riski ile karşı karşıya bırakabilecektir. Ben de bugünkü yazımda artan küresel enflasyon beklentileri ve ani duruş riski karşısında diğer gelişen piyasa ekonomileri merkez bankalarının uyguladıkları sıkılaştırıcı politikalara karşı TCMB para politikasının yeterince agresif olup olmadığını tartışmak istiyorum. Türkiye bu saydığım ülkeler içerisinde enflasyonla mücadelede en başarısız ve ani duruş korkusunu en fazla yaşan ülkedir diyebilirim. İki nedeni var; Türkiye döviz rezervlerinin borçlarını karşılaması konusunda diğer gelişen piyasa ekonomilerine göre daha yetersiz yani borç toleransı daha düşük ülkedir. İkincisi olarak, Türk Lirasının önlenemeyen değer kayıpları ve salgın krizine karşı uygulanan kredi genişlemesine dayalı para politikası Türkiye ekonomisinin finansal kırılganlığını artırmıştır. Türk Lirasının önlenemeyen değer kaybının en önemli nedeni uygulanan gevşek para politikasıdır diyebiliriz. TL’nin değer kaybı ise, enflasyon beklentilerini güçlendirirken, enflasyon kur artışını bir birini besleyen bir sarmala dönüştürmüştür. Diğer yandan kredibilitesini kaybeden TL karşısında ülke vatandaşları TL’den kaçarak tasarruflarını yabancı para birimi cinsinden tutmaya başlamış döviz hesapları (DTH) toplam mevduatların içinde en büyük paya sahip olmuştur. Bu durum hem para politikası etkinsizliğine hem de DTH’ların yapısı gereği bankacılık sektörü için finansal kırılganlık unsuru olmasına neden olmuştur. Gerçekten de hedef ve gerçekleme açısından enflasyon konusunda gelişen piyasa ekonomileri içerisinde kötü durumda olan ülkelerin başında gelmektedir. Örneğin Brezilya da enflasyon hedefi %3.75 (+-1.5) iken gerçekleşme %8.3, Meksika da hedef %3 (+-1) iken gerçekleşeme 5.8, Türkiye’de ise orta vade hedef %5 iken gerçekleşme %18 olmuştur. Gelelim bu ülkelerin yukarıda bahsettiğim riskler karşısında merkez bankalarının tepkilerine. Bir yıl içinde politika faizini 225 bp yükselten Brezilya Merkez Bankası Ağustos ayında 75bp faiz artışı daha yapabilir. Ayrıca 2022 yılında da faiz artışlarına devam edebilir. Meksika Merkez Bankası son toplantısında politika faizini 25bp artırdı. Ancak Meksika Merkez Bankası da faiz artışlarına devam edebilir. Benzer biçimde Rusya Merkez Bankası da son toplantıda politika faizini 125bp artırdı ancak Rubleyi desteklemek için 100bp artışa daha gidebilirler. Macaristan Merkez Bankası da faiz artışı kervanına katılan diğer bir merkez bankasıdır. Bu kervana Şili ve Güney Afrika merkez bankalarının katılması da yüksek olasılıktır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ise artan enflasyon eğilimine ve küresel koşullardaki risklere karşın politika faizini %19 da sabit bırakmayı tercih etmiştir. Post Keynesian ekonomistler belirsiz bir Dünya da likidite tercihlerinin önemine uzun zamandır vurgu yapmaktadırlar. Keynesian Likidite Tercihleri Kuramına dayanan bu vurgu yukarıda bahsettiğim koşullar altında küresel finansal sermayenin gelişmekte olan ülkelere yönelik hareketinin ne yönde olacağı konusunda saptamalar yapmamıza olanak sağlamaktadır. Post Keynesian görüş, likidite tercihlerini küresel finansal işlemler bağlamında döviz kurunun belirlenmesinde temel odak noktası olarak ele almaktadır. Bu da bizi küresel parasal hiyerarşiye götürmektedir. Çünkü açık ekonomide, bir varlığın likiditesini belirleyen en önemli unsur, para birimi cinsinden değeridir. Bu nedenle sermaye akışları, para birimlerinin likiditesini belirleyen uluslararası parasal yapının koşullarıyla bağlantılı olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla farklı para birimlerinin değer saklama ve değişim ortamına dayalı olarak farklı likidite primlerine sahip olduğu “para birimi hiyerarşisi” kavramı karşımıza çıkmaktadır. Para birimi hiyerarşisi içinde gelişen ülke para birimleri, sınırlı değer saklama deposu olduklarından ve bu bağlamda düşük likidite primi sağladıklarından dolayı parasal hiyerarşi içindeki konumları da geridedir. Dolayısıyla gelişen para birimi cinsinden varlıklara yabancı sermaye ilgisi ancak çok yüksek getiri ya da faiz elde edebilmelerine bağlı olarak artacaktır. Bu faiz sadece enflasyon farklarına dayanmamak da geleceğin belirsizliği altında ülke risk primini de içermektedir. Küresel parasal hiyerarşi altında gelişen piyasa ekonomilerine yönelik sermaye hareketleri sınırlıdır ve bu ülke para birimi cinsinden varlıklar arasında güçlü bir rekabet vardır. Son yıllarda bu ülkelere yönelik finansal koşulların sıkı olması bu rekabeti daha da artırmıştır. Bu bağlamda TCMB para politikasının agresif olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak yine de birkaç senaryoya ihtiyacımız var. Türkiye düşük rezerv sorunu ve yüksek dış borçlara bağlı koşullar altında yabancı sermayeye bağımlı bir yapı göstermektedir. Elbette bu bağımlı yapıdan kurutulması temel politika amaçlarından biri olmalıdır ancak mevcut durum budur. Birinci senaryo da Fed 2022 de faiz artışı yapmasa ya da sıkı para politikası eğilimi göstermese bile diğer gelişen piyasa ekonomilerinin para politikası sıkılaştırması altında TCMB politika faizini artırmak zorundadır. Aksi halde TL değer kaybetmeye devam edecektir. Daha kötü bir senaryo ise Fed parasal sıkılaştırmasının erkene çekilmesi ve politika faizini artırması olacaktır. Bu durumda TCMB daha sert faiz artışları yapmak zorunda kalabilir. Böylesi bir senaryo altında ödemeler dengesi krizi de olasılıklar altındadır. IMF’de yayınlanan “Taming market power could (also) help monetary policy” başlıklı çalışmada monopolleşme eğilimlerinin yüksek olması nedeniyle MB des-enflasyon politikalarında daha agresif olmak zorunda kalabilir denmektedir. Yani ABD enflasyonun kalıcı yüksek olması durumunda Fed çok daha agresif para politikası uygulayabilir. Bu elbette Türkiye ekonomisi için en kötü senaryodur. Diğer yandan Çin Merkez Bankasının daha sıkı para politikası uygulaması ve artan Çin enflasyonu da Türkiye gibi ülkeler için bir başka olumsuz gelişmedir. Çünkü Çin faizlerinin artması Türkiye gibi ülkeler için ani duruş riskini artıran bir başka nedendir. Ayrıca artan Çin enflasyonu ticaret kanalı ile küresel enflasyonu besleyen bu bağlamda Türkiye’de enflasyonun artış eğilimini devam etmesine neden olabilecek önemli bir faktördür. Kişisel olarak ABD ekonomi için en önemli sorunun fiyat istikrarı değil finansal istikrar olduğunu savunanlardanım. Fed faiz artışı ve/veya parasal sıkılaştırmanın 2023 öncesi pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Ancak küresel faizlerin artmasının kaçınılmaz bir gelecek olduğunu söyleyebilirim. Benden uyarması. Haftaya döviz hesaplarını ele almaya çalışacağım. Esen kalın.