Millet İttifakı sadece bir ittifak olarak oy pusulalarında kalmaz, siyasi alandan çıkıp toplumsal alana yönelirse, bahsettiğim tarihsel uzlaşma gerçekleşir ve cumhuriyetimizin ikinci asrında demokrasi ve ilerleme yolunda yepyeni bir atılım imkânı doğar.2018’de bu küçülmeyi tersine çeviren lider ise, Millet İttifakı’na katılan Gültekin Uysal oldu. Afyonkarahisarlı Uysal bizzat DP’nin neşv-ü nema bulduğu coğrafyanın çocuğu ve takdir uyandırıcı bir siyasi azme sahip. Bizim kuşakların, yani bugün 30’larında olanların anlayacağı bir metaforla söylersek, vaktiyle çok başarılı olup, sonra alt kümelere düşmüş tarihi bir kulübü yeniden 1. Lig’e çıkaran bir menajerlik oyunu ustası gibi. Deva Partisi ise DP’nin tersine son derece yeni bir parti. Ali Babacan’ın İslamcı-muhafazakâr sağdan kopuşu ilgiye şayan olduğu gibi Türk siyasetinde yeni sayılmayacak bir senteze oynuyor: büyük sağ partinin nispeten solunda kalan sosyal liberal parti. Siyasi hayatımızda kısa ömürlü ama uzun etki bırakmış Hürriyet Partisi deneyimi bu açıdan Deva Partisi’ni çağrıştırıyor. AKP kökenli eski siyasi kadrolarla teknokrat kökenli, büyük “L” ile liberal genç siyasi ekibin parti içinde birlikte varoluşu ise erken dönem ANAP’ı hatırlatıyor. İyi Parti ise, MHP’deki bir bölünmenin neticesi olarak kurulduğu hâlde, birçok yorumcunun da işaret ettiği gibi, daha ziyade DYP’yle taban olarak bir devamlılık gösteriyor. Bu partinin yönetici kadrosunun kompozisyonunda ise, merkez sağ çizgiye kayış yönünde, yavaş ama istikrarlı bir hareket var. Saadet Partisi’nin çizgisi de önemlidir: iki parti de son tahlilde Necmettin Erbakan’ın politik mirasını sahiplendiği hâlde, Yeniden Refah Partisi’nin komplocu-reaksiyoner çizgisine hiç gönül indirmeden, İslamcılığın üçüncü yol iddiasını, solla müttefik olabilecek bir demokrasi kuvveti olma anlayışı işinde yeniden yorumluyor bu parti. Gelecek Partisi ise daha ziyade bir kadro hareketi olarak, AKP’den kopan ve bu partiye ilkesel bir itirazda bulunma iddiasında bir pozisyonu temsil ediyor, bir siyasi partiden öte bir network’ün temsilcisi. İki hafta sonraki seçimlerde eğer Millet İttifakı kazanırsa bu sadece AKP devrinin sonuna değil, ülkemizin tarihinde 1839, 1908 veya 1923 gibi yeni bir başlangıca işaret edecek. Bu yeni başlangıcın yeni bir toplumsal sözleşmeyle taçlandırılması Türkiye’de demokrasinin geleceği için hayati önemdedir. Burada toplumsal sözleşmeden muradım, sadece dar anlamda yeni bir anayasa veya güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş değildir. Zira bir anayasa değişikliğinin parlamento yoluyla veya referandumla gerçekleştirilebilmesi son tahlilde bir meclis aritmetiği meselesidir. Bu aritmetiği Millet İttifakı’nın yakalayıp yakalayamayacağı ise belli değildir. Fakat bahsettiğim toplumsal sözleşmenin dayanacağı temel Millet İttifakı’nın parlamentoya kaç milletvekili sokacağıyla değil, Cumhurbaşkanı olacak Kılıçdaroğlu’nun sağ cenahın (ve şüphesiz Kürtlerin ve sosyalistlerin) liderleriyle varacağı tarihsel uzlaşmanın niteliğiyle ilgilidir. Millet İttifakı sadece bir ittifak olarak oy pusulalarında kalmaz, Türkiye’ye yeniden yön verecek tarihsel blok olarak siyasi alandan çıkıp toplumsal alana yönelirse, bahsettiğim tarihsel uzlaşma gerçekleşir ve cumhuriyetimizin ikinci asrında demokrasi ve ilerleme yolunda yepyeni bir atılım imkânı doğar.
Tarihsel uzlaşmaya doğru mu?
Politikyol
Seçimlerde Millet İttifakı kazanırsa bu sadece AKP devrinin sonuna değil, ülkemizin tarihinde 1839, 1908 veya 1923 gibi yeni bir başlangıca işaret edecek. Bu başlangıcın yeni bir toplumsal sözleşmeyle taçlandırılması Türkiye’de demokrasinin geleceği için hayati önemdedir.
Tarihsel uzlaşma (compromesso storico) İtalyan politik tarihinin kilit kavramlarından biri. 1970’lerde Enrico Berlinguer liderliğindeki İtalyan Komünist Partisi, bir iktidar stratejisi olarak İtalya’nın en büyük partisi olan -merkez sağ karakterdeki- Hristiyan Demokratlar ile yakınlaşmaya başlamıştı. Ülkede iki temel siyasi-sosyolojik kimlik olan “Katolikler” ile “komünistler” arasındaki uzlaşmanın ülkedeki anti-demokratik güçlere karşı kuvvetli bir bariyer olacağını savunan bu çizgi, 1979’da Hristiyan Demokrat başbakan Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar tarafından öldürülmesine kadar devam etti. İtalya’da hâlâ bu cinayetin, söz konusu yakınlaşmaya karşı olan devlet içi unsurlar tarafından tezgahlandığına dair bir görüş mevcuttur.
İtalya’dan Akdeniz’in doğusuna, Anadolu’ya geçelim: 1970’lerde, Ortanın Solu hareketi demokratik sola dönüşürken, Bülent Ecevit’in zaman zaman bahsettiği meselelerden biri, sağ partilerin, bilhassa AP’nin ve MSP’nin tabanında, normalde sola gitmesi gereken oylar olduğu, bunların kültürel sebeplerle CHP’ye çekilemediği, ancak bu kültürel engeli aşmak gerekliliğiydi. 1974’teki CHP-MSP koalisyonunun da gerisinde böyle bir vizyon olduğu söylenebilir.
2000’ler başındaki -CHP’nin kendi tarihini de yok sayan- ulusalcı savruluştan sonra, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, kendi tarihsel misyonunu da yepyeni bir vizyonla ele aldı. AKP iktidarının açıkça bir otoriter rejim teşkil etmesi, bu yeni yaklaşımı zorunluluk hâline getiriyordu.
Bu açılım sadece kültürel saiklerle CHP’ye soğuk bakan sağı değil, Kürtleri de kapsıyordu. Kılıçdaroğlu zor bir ödevi yerine getirmek zorundaydı. Bu yolda ilk denemelerin hayal kırıklığı getirdiğini de söylemek yanlış olmaz. 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu -kâğıt üzerinde çok başarılı olabilecek bir profile sahip olmasına karşın- Cumhurbaşkanı adayı yapıldığında, bizzat CHP tabanınca yadırgandı ve seçimi kaybetti.
İşin enteresan tarafı, söz konusu seçimde, İhsanoğlu MHP’ye yakın olduğu halde, kendisi için asıl çalışan örgüt CHP örgütüydü. Fakat bu çabalar yeterli olmadı. Kılıçdaroğlu ise başarısızlığa karşı yeise kapılmayıp, stratejisini derinleştirdi, 2017’deki şaibeli referandumda proto-Millet İttifakı olarak tanımlanabilecek bir muhalif blok inşa edip az farkla kaybetti, Adalet Yürüyüşü ile birleştirici konumunu tahkim ederek 2018’de Millet İttifakı’nı kurdu ve 2019 seçimlerinde beklenmedik bir başarı kazandı. Nihayet bugün, 14 Mayıs seçimlerine favori olarak giren Kemal Kılıçdaroğlu CHP tarihi bakımından bir vizyoner olduğu kadar bir reformcu, reformcu olduğu kadar da “yeniden inşa edici”dir.
Millet İttifakı’nın gizli öznesi ise merkez sağdır. 1950-2002 arası Türk siyasetine damgasını vuran bu ana politik hat Millet İttifakı içinde üç partiyle temsil edilmektedir: İyi Parti, Demokrat Parti ve Demokrasi ve Atılım Partisi. Aslında merkez sağın en doğal temsilcisi, tarihsel isminin getirdiği dolaysız sahiplik olgusuyla Demokrat Parti’dir. DP, kırat ve 1946...Yeni kuşaklara bugün çok uzak hatıralar gibi gelse de memleket, bilhassa taşra siyasetine “ruh ve felsefe”sini veren kavramlar uzun süre boyunca bunlardı. Fakat 2002’den sonra merkez sağ istikrarlı biçimde küçüldü, bu küçülmede -belli ki- iktidarın arkasında olduğu bazı müdahalelerin de hatırı sayılır etkisi oldu.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı