Vatandaşının ve ülkesinin mutluluğunu düşünen hiçbir lider, “kendi iktidarında Hazine ve Maliye Bakanlığı yapan bir kişinin Londra ve New York ziyaretlerindeki kaynak arayışlarını töhmet altında bırakmaz. Kendi döneminde yapılanlar hakkında fikir sahibi olur ve buna göre ifadeler kullanır. Ülkesini ve vatandaşlarını seven her lider, ülkesinin kalkınmasını ve vatandaşlarının refah ve mutluluk içinde yaşamasını ister ve var gücüyle bunun için çalışır ve çözümler üretir. Bunu gerçekleştirmek için de ülkesine yatırım ve kaynak çekmeye çalışır. Bir ülkede yatırımların, istihdamın ve gelirin artması, bunun toplumun tüm kesimlerine hakkaniyetli bir şekilde dağılması ve gelir dağılımının adaletli bir şekilde gerçekleşebilmesinin olmazsa olmaz koşulu ise ülkede hukukun üstünlüğünün tesis edilmiş olmasından geçer. Kuvvetler veya güçler ayrılığı ilkesi ise, devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış olduğu bir devlet yönetim biçimidir. Bu güçlerin tek elde toplanması güç zehirlenmesini beraberinde getirerek sosyal ve ekonomik anlamada belirsizliklerin ortaya çıkmasına ve şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve liyakatin ortadan kalkarak ülkenin riskli bir hâle gelmesine neden olur. Türkiye’nin Haziran 2018’den itibaren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişi yukarıda bahsi geçen güçler ayrılığının tek elde toplanmasına, kurumların işlevlerini tam anlamıyla yerine getirememesine, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin yok olmasına ve daha da önemlisi kurumların liyakatli kadrolardan mahrum bırakılarak sadakatle güce bağlı kadrolarla yönetilmesine neden olmuştur. Özellikle ekonomi yönetimini oluşturan kurumlardaki bu çöküş Türkiye’nin kaynak bulmasının önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Bulunan kaynakların ise önemli ölçüde pahalı olmasına ve ahbap çavuş ilişkileri çerçevesinde temin edilmesine neden olmuştur. Durum bu hâldeyken ülkenin kaynak sorununu çözeceğini söyleyen ve seçilmesi hâline 300 milyar Dolar kaynağı Türkiye’ye getirmek için yatırımcılardan söz aldığını kamuoyuna açıklayan Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yaptığı bir konuşmada tartışma konusu olmuştur. Cumhurbaşkanı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun “300 milyar vaadine”, ”300 milyar dolar İngiltere'den getirecekmiş. Demek ki tefecilerle görüştü belli sözler aldı. Şimdi burada finans sektörünün önde gelenleri var. Böyle bir şey mümkün mü? 20 yıl başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yaptım. Böyle bir safsata dünyanın hiçbir liderinde görmedim." diyerek oldukça sert bir çıkış yaptı. Cumhurbaşkanının bu çıkışı sonrası Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin de Kılıçdaroğlu’na cevabı da gecikmedi ve attığı bir tweet ile şunları söyledi. Bu çıkışların ve cevapların devlet insanı olarak birer rol model olması beklenen kişilerden geliyor olmasının hangi nezaket sınırları içine girdiği yorumunu okuyucuya bırakarak bu tartışmaların gerçekle ne kadar bağdaştığını incelemek üzere geçmişe dönük sayılar ve rakamlar üzerinden bazı istatistikleri araştırdım. Araştırmanın dayandığı istatistikler Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ABD Doları cinsinden tahvil faizleri, Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımlar ve Türkiye’ye yapılan portföy yatırımlarından oluşuyor.
Nureddin Nebati’nin Londra’da 8 Şubat tarihinde fon yöneticileri ile buluşması sonrasında ABD ve Türkiye Hazinesinin dolar cinsi tahvillerinin faiz farkları 550-600 baz puan düzeyindeyken Türkiye Ekonomi Modeli uygulamaları bu farkın temmuz ayında 875-885 baz puana kadar çıkmasına neden olmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve HMB Nureddin Nebati Dönemi Risk Primleri Öncelikle şu bilgiyi vermekte fayda var. Aşağıdaki grafik Nisan 2010 – Nisan 2023 arasında ABD ve Türkiye 5 ve 10 yıllık tahvil faizleri arasındaki farkları gösteriyor. Doğrudan faizleri istatistiklere almamak ve faiz farkları ile risk primini göstermek Türkiye’nin nasıl bir maliyete katlandığını, maliyetlerinin hangi noktaya çıktığını göstermesi açısından da daha doğru olur. Türkiye’nin uluslararası piyasalarda işlem gören Dolar cinsi 5 ve 10 yıllık Eurobond’ları ile ABD’nin aynı vadelerdeki tahvilleri arasındaki faiz farklarının ortalaması, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine (CBH) geçmeden önce sırasıyla 239.7 ve 253.2 Baz puan olarak gerçekleşmiş. CBH sistemine geçiş sonrası, yani Haziran 2018’den günümüze kadar geçen sürede bu farkın ortalaması yine sırasıyla 504.4 ve 547 baz puana kadar çıkmış. Kısaca Türkiye bu dönemde 5 yıl borçlanma için yıllık %2.65, 10 yıl için %2.94 daha fazla faiz ödeyen bir ülke durumuna düşmüş. Bu faiz farklarının ortalaması, HMB Nureddin Nebati’nin 2 Aralık 2021 tarihinde göreve geldiği dönemden bugüne kadar ortalama 5 yıl için yıllık 592.9 ve 10 yıl için 627.4 baz puan olmuş. Kısaca Nureddin Nebati dönemi ile CBH sistemi öncesi dönem karşılaştırıldığında, Nureddin Nebati döneminde Türkiye, 5 yıl ve 10 yıllık dolar borçlanmalar için sırasıyla yıllık %3.53 ve %3.74 daha fazla faiz ödemek zorunda kalmış.
Bilinçli ve farkındalığı olan bir lider, Merkez Bankası rezervlerinin -60 milyar ABD Doları düzeyine indiğini, ülkesinin bir ödemeler dengesi krizi eşiğinde olduğunu görerek hareket eder.
Basit bir hesapla Türkiye’nin yıllık 11 milyar Dolar ortalama borçlanma yaptığı düşünüldüğünde ve bu borçlanmaların %70’i 5 yıl %30’10 yıl için yapıldığı varsayıldığında, CBH sistemi döneminde Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yani vatandaşın üzerine ek 1.5 milyar ABD Doları (Ortalama 9.65 USD kuruyla 14,5 milyar TL) maliyet yüklenmiştir. İlginç olan şudur, Nureddin Nebati’nin Londra’da 8 Şubat tarihinde fon yöneticileri ile buluşması sonrasında ABD ve Türkiye Hazinesinin dolar cinsi tahvillerinin faiz farkları 550-600 baz puan düzeyindeyken Türkiye Ekonomi Modeli uygulamaları bu farkın temmuz ayında 875-885 baz puana kadar çıkmasına neden olmuştur. Bu buluşmadan bir netice çıkmadığı anlaşılmış olmalı ki 21 Eylül 2022 tarihinde Birleşmiş Milletler 77. Genel Kurulu için yapılan gezide Bakan Nebati New York’taki fon yöneticileri ile buluşarak modeli onlara da aktarıp kaynak arayışlarını sürdürmeye devam etti. Üzücüdür ki Bakan Nebati fon yöneticilerini ikna edemedi ve Türkiye yine büyük risk primi ödemeye devam etti. Üstelik fon yöneticileri anlatılan model dolayısı ile makroekonomik dengelerin bozulacağı kaygısına kapılmış olmalılar ki, yeni kaynak getirmek bir yana daha önce yaptıkları yatırımları likide ederek Türkiye’den çıkış yaptılar.
Milyon ABD Doları 2020 2021 2022 2023* Toplam
Hisse           (4,367.00)            (1,362.00)                (2,111.00)                  (996.00)              (8,836.00)
Tahvil           (5,041.00)              1,107.00                (4,043.00)                       86.00              (7,891.00)
Swap          (16,281.00)              (22,050.00)           (38,331.00)
Eurobond           (2,185.00)            (4,188.00)                (5,657.00)                    740.00           (11,290.00)
Toplam         (11,593.00)          (20,724.00)              (33,861.00)                  (170.00)           (66,348.00)
* 14 Nisan2022 itibarıyle
Kaynak: TCMB Not: 2023 başından itibaren swap işlemlerinin takibi zorlaştığından hesaba katılmamıştır. CBH sistemi sonrasında sade üç yıl dört aylık bir sürede Türkiye’den çıkan yabancı fon tutarı 66 milyar ABD Dolarını geçmiştir. Sadece Nureddin Nebati döneminde bu rakam toplam tutarın yarısından fazladır.
Söz ağızdan çıktığında gerçeklerle yüzleşince maalesef sahibini esir almıştır. Asıl sorun “İtibar, yani güvenilirlik açığıdır” ve bu iktidarın gidişi ile birlikte bu açığın kapanacağı gün gibi gerçektir
İhracat, üretim, istihdam diyerek çıkılan yolda, kredi notlarının basamak basamak kaybedilmesine yol açan ve Türkiye’yi yatırım yapılabilir statünün 5 basamak altına indiren Nureddin Nebati liderliğindeki ekonomi yönetimi, gerçek anlamda istihdam, üretim ve ihracat sağlayabilecek kalem olan doğrudan yatırımlarda da Türkiye’ye büyük bir kan kaybı yaşatmıştır. Katma değer yaratacak gerçek anlamdaki doğrudan yatırımlar 2021 yılında bir ara eksi düzeylere, yani ülkeden doğrudan yatırım çıkışına, kadar bile inmiş ve sürekli iniş trendi içerisinde olmuştur. Doğrudan yatırım geliyor diye düşünülen kalem ise, hiçbir kontrol ve denge mekanizması gözetilmeden, Türk vatandaşlığı karşılığı yabancılara satılan gayrimenkul vasıtasıyla olmuştur. Vatandaşının ve ülkesinin mutluluğunu düşünen hiçbir lider, “Türkiye’ye yatırım yapacak yatırımcılarla görüştüm ve onlardan ülkeme kaynak getirmeleri sözünü aldım” diyen bir lidere “Demek ki tefecilerle görüştü” ifadesiyle siyasi nezaket sınırlarını aşan ithamlarda bulunmaz. Daha da ötesi bunu bir safsata olarak tanımlayarak kendi iktidarında Hazine ve Maliye Bakanlığı yapan bir kişinin Londra ve New York ziyaretlerindeki kaynak arayışlarını töhmet altında bırakmaz. Ağzından çıkan sözlerin kendisini esir etmemesi için, kendi döneminde yapılanlar hakkında fikir sahibi olur ve buna göre ifadeler kullanır. Bilinçli ve farkındalığı olan bir lider, Merkez Bankası rezervlerinin -60 milyar ABD Doları düzeyine indiğini, ülkesinin bir ödemeler dengesi krizi eşiğinde olduğunu görerek hareket eder. Suudi Arabistan, Katar gibi devletlerle şeffaflığı olmayan muğlak anlaşmalarla 3 -5 milyar dolarlık borç anlaşmalarına imza atmaz. Gençlerin ve geleceğe umutla bakmaya çalışan vatandaşlarının hayallerini yok etmez. Sonuç olarak ekonomide Türkiye Modeli diye uydurulan ve aslında gerçekte olmayan bir modelin Türkiye’yi getirdiği nokta bellidir. Üstelik maliyet sadece bu yazı içinde verilen örnekle de sınırlı değildir. Söz ağızdan çıktığında gerçeklerle yüzleşince maalesef sahibini esir almıştır. Asıl sorun “İtibar, yani güvenilirlik açığıdır” ve bu iktidarın gidişi ile birlikte bu açığın kapanacağı gün gibi gerçektir.