Katil, Hrant'la beş-on dakika konuşsaydı, onun kullandığı Türkçe'nin daha çok Anadolulu olduğunu, konuşmasına yansıyan geçmişin acılarını ve kendisinden daha çok Türkiye aşığı biri olduğunu fark edip yeniden düşünebilirdi. “Hrant Dink beklenmedik(!) bir anda, İstanbul'un en kalabalık caddesinde vuruldu. Taksim'den Osmanbey'e trafiğin en yoğun olduğu ve otobüs durağının 15-20 metre ilerisinde Sebat Apartmanı'nın önünde arkadan açılan 4 el ateşle. Katil hem yaya hem de araç trafiğinin en yoğun oluğu bu caddeden elini kolunu sallayarak uzaklaştı. Ve ardında yüzüstü yatan, sağ ayakkabısının altı delik 53 yaşında bir demokratı bırakıp gitti. 18-19 yaşında olduğu söylenen katil, Hrant'ın belki sadece resmini görmüştü, kendisini görmemiş ve konuşmamıştı belki de. Çünkü eğer katil, Hrant'la çok değil 5 ya da 10 dakika konuşsaydı, onun kullandığı Türkçe aksanının kendi kullandığı aksandan daha öz Türkçe olduğunu, konuşmasına yansıyan geçmişin acılarını ve kendisinden daha çok Türkiye aşığı biri olduğunu fark edip yeniden düşünebilirdi. Belki o zaman kendisine anlatılanların gerçekliğinden kuşku duyabilirdi. Ama o da bütün piyonlar gibi, sadece şartlanmış olarak yapması gerekeni yaptı ve tanımadığı belki düşüncelerini bile bilmediği Hrant'ı alçakça katletti. Ama suç onun mu? Değil. Suç, Hrant'ı ve onun gibi düşünen sivili demokrat, özgürlükçü insanları son birkaç yıldır kamuoyunda, “Misyoner çocukları”, "Soros'un çocukları", "AB uşakları", "bölücüler" gibi sıfatlarla toplumun gözünden düşürmeye çalışanların. Ki ne diyordu son yazısında Hrant, "her seferinde 'Türk düşmanı' olarak biraz daha meşhur ediliyorum. Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum. 'A bak, bu o Ermeni değil mi' diyen bakışları daha çok hissediyorum".  Peki ne istiyorlar? Hrant'tan, Perihan'dan, Murat'tan, Orhan'dan ve diğer sivil, demokrat ve özgürlükçülerden ne istiyorlar? Hrant, Perihan, Murat, Orhan ve diğerleri sadece daha sivil, daha özgür, daha demokrat bir Türkiye istiyor. Emin olun ki, kendileri için bir şey istemiyor bu insanlar.  Dünkü gazetelere bir kez daha bakın, Hrant'ın üstü örtülmüş cesedine. Sağ ayakkabısına iyi bakın, ayakkabısı delik bir demokrat o. Kamuoyuna sunulduğu gibi ne misyoner, ne Soros'un çocuğu ne AB uşağı. O sadece bir Türkiyeli. BURADA ERMENİ, ORADA TÜRK Geleneksel olarak her yıl Nisan ayı yaklaştıkça Ermeni meselesi dış siyaset aracı olarak Türkiye'yi sıkıştırmak için kullanılır. Ancak son iki yılda farklı bir gelişme oldu. Bu kez Türkiye meseleyi içeride konuşmaya başladı. Konuşmak isteyenler bunun Türkiye'nin iç meselesi olarak tartışılmasını, hataları ve sevapları ile konuşulmasını; Hrant'ın deyimiyle bir "helalleşme" yaşamasını istiyorlardı. Bunun için Ermeni konferansı düzenlenmek istendi ancak bir gün kala Adalet Bakanı düzenleyenleri Türkiye'yi arkadan hançer saplamakla itham edip, konferansın ertelenmesini sağladı. Düşünceyi ertelemek güçtü, nitekim konferans eylül ayında gerçekleşti.  Ve o konferansa Hrant ne söylemişti biliyor musunuz, bu topraklarda gözü olduğunu söylemişti. Bu topraklarda gömülmek için gözü olduğunu Sivas'ta doğup Fransa'ya göç etmek zorunda kalan Ermeni bir yaşlı kadının hatırasından anlatmıştı; "Birkaç yıl önce Sivas'tan yaşlı bir Türk'ün kendisini telefonla arayarak, köylerinde bir Ermeni kadının öldüğünü belirterek yakınlarını bulmasını istediğini söyledi. Yakınlarını buldum ve giderek anlattım. Kızı bana annesinin Fransa'da yaşadığını, zaman zaman Türkiye'ye gelip İstanbul'a hiç uğramadan doğduğu köye gittiğini anlattı. Yaşlı kadın sonunda her sene ziyaret ettiği memleketi Sivas'ta öldü. Kızı Sivas'a cenazeyi almaya gitti ve oradan beni telefonla aradı. O'na, 'Ne yapacaksın cenazeyi buraya mı getireceksin?' diye sorduğumda, bana, 'Buradaki amca' deyip ağlamaya başladı. Amcayı telefona aldım, 'Niye O'nu üzüyorsun?' diye sordum. Amca bana, 'Ben hiçbir şey demedim, sadece sen bilirsin ama bırak annen burada kalsın, su çatlağını buldu' dedim deyince ben de artık çöktüm. Evet itiraf ediyorum. Ermenilerin bu topraklarda gözü var ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların dibine girmek için." Sizce Hrant'ın bu topraklara sevgisi bizden daha mı az? KOMPLO ÇOK UZAKTA DEĞİL Belki de tam bu yüzden şimdi, sivil, demokrat ve özgürlükçü bir ülke için daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorum. Şimdi önümüzdeki hedef öncelikle sivil, demokrat, özgür bir Türkiye'nin önündeki barikatları kaldırmak olduğunu düşünüyorum. Siyasetin sivilleşmesi, yasaların sivilleşmesi, demokrat ve özgür bir Türkiye için daha çok talep etmeli ve siyasete daha çok katılmamız gerektiğini düşünüyorum Hrant'ın öldürülmesini bir komplo ile okumak mümkün. Bunun için çok gerilere gitmeyelim. Geçtiğimiz yıl CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Danıştay saldırısı sonrasında mealen şöyle demişti; Türkiye'de siyasi cinayetler dönemi yeniden başladı. Evet geçtiğimiz yıl önce Cumhuriyet gazetesine yapılan art arda iki saldırı ardından Danıştay’a düzenlenen baskın sonrasında gözler hükümet çevrilmiş ve cenazede hükümet üyelerine yönelik fiziki tepkiler kamuoyuna açık biçimde yansımıştır. Biliyoruz ki Hrant yakın çevresine Türkiye'den temelli ayrılmasa bile en azından Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde gitmesinin iyi olacağını, çünkü ülkeye yönelik provokasyonlar olabileceğini ve kendisinin de hedeflerden biri olabileceğini söylemiştir. Kim bilir belki de tam bu konuda karar vermek üzereyken öldürüldü Hrant. Siz olsanız bu manzara da komplo aramaz mısınız? AK PARTİ'NİN GÖREV VE SORUMLULUĞU Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra sivil, demokrat, özgür bir Türkiye isteyenlerin gözü hükümette. Çünkü hükümet her zamankinden daha dikkatli davranmalı, katil ve varsa arkasındaki güçlerin yakalanması için daha fazla çaba göstermeli. AK Parti'ye düşen sadece katili ve arkasındakileri yakalamak değil tabi. Daha sivil, demokrat ve özgür bir Türkiye için bazı somut adımlar atmak. Başbakan'ın ilk adımı Hrant'ın cenazesine katılmak ve TCK'nın 301. maddesinin kaldırılması olabilir. Sonraki adım kendi içindeki demokratlığı tescil edecek şekilde bir iç temizlik yapması ve topluma söz verdiği özgürlükleri yerine getirmesidir. Çünkü AK Parti şunu bilmelidir, Türkiye hızlı bir cepheleşmeye doğru ilerliyor. Bir tarafta sivil, demokrat ve özgürlükçü Türkiye isteyenler var, diğer tarafta ulusalcılık adıyla milliyetçiliği savunanlar var. Yani bir tarafta özgürlük, diğer tarafta güvenlik var. AK Parti bu sarkaçta yerini bir kaz daha düşünmelidir. Güvenlik adına özgürlüğü feda etmemelidir. Çünkü bilmelidir ki güvenlik anlayışın "ilk kurbanı" kendisi, sivil, demokrat, özgür bir ülkede "ilk kazanan" kendisi olacaktır. Son olarak herkes şunu bilmelidir; demokratlar, sivil ve özgür bir ülkede yaşamak istiyorlar. Onların ne ülkeyi bölmek ne de satma niyetleri var.” Bu satırlar bundan 15 yıl önce 20 Ocak 2007 tarihinde Yeni Şafak’ta yayınlandı. O yazı biraz daha uzundu. Yazıyı anımsayıp yeniden okuyunca aradan geçen 15 yılda Türkiye’nin çok değişmediğini sadece iktidar ve muhalefet partilerinin siyasi pozisyonlarının değişmiş olduğunu görüyoruz. AK Parti’nin iktidarını sağlamlaştırdıkça devlete eklemlenip “muhafazakâr demokrat”lıktan milliyetçi otoriter bir partiye dönüştüğünü; AK Parti’nin muhalefi olan dönemin CHP’sinin de bugün Kılıçdaroğlu liderliğinde demokrat/soysal demokrat partiye dönüştüğünü... Siyaseti iyi niyetle etkilemeye çalışan bir avuç demokratın ise neredeyse hala aynı siyasi pozisyonda, Türkiye’nin evrensel öcülerde demokrasi, adalet ve özgürlük için çabasının devam ettiğini…