Yazılar

Sol ve Filistin kültü: Sorun nerede?

Abone Ol
Sol partilerin Filistin konusundaki yaklaşımları, başta TİP ve TKP olmak üzere hayli eleştirildi, üyelikten istifa edenler de oldu. Bu durum seçmenlerin ve sıradan üyelerin bir kısmının bu partilerin yönetici kadrolarına kıyasla Filistin meselesine başka bir zaviyeden baktıklarını gösteriyor.

Cumartesi sabahı Hamas ve diğer bazı Filistin örgütlerine mensup militanların İsrailli sivilleri hedef alan terör saldırıları ve İsrail’in karşı saldırı ve misilleme operasyonu (Demir Kılıçlar Operasyonu) hem Gazze’de hem de mücavir İsrail topraklarında uzun zamandır bu yoğunlukta görüşmeyen bir can kaybına yol açarken, çeşitli çevrelerde farklı şekillerde yorumlandı. Olayları, İsrail’in veya Ortadoğu’nun 11 Eylül’ü olarak tanımlayanlar olduğu gibi, yeni bir intifada olarak Filistin örgütlerinin tarihsel geçmişi çerçevesinde yeni bir mücadele aşaması olarak tanımlayanlar da vardı.

Bu gelişmelerinin nasıl “adlandırılacağı” tartışmasından öte, Levant coğrafyasını daha da kaotik ve öngörülmez günlerin beklediği kesin gibi görünüyor. Bu yazının öznesi ise ne İsrail ne Filistin, ne de Hamas. Ben İsrail’de ve Gazze’de olup biteni değil, Türkiye’deki sol partiler ve onların Filistin meselesine yaklaşımlarını tahlil etmek istiyorum.

Filistin tarihsel olarak salt Türkiye solu için değil, tüm dünya solu için önemli bir hafızayı temsil eden bir coğrafya. Filistin’deki ulusal mücadele, 1960’lardan itibaren tüm dünyadaki sol hareketlerin sempati ve desteğini kazanmış bir politik fenomendi.  Filistinli militan grupların kampları Almanya’dan Japonya’ya, birçok militan sol örgütün eğitim aldığı tesisler hâline dönüşmüşlerdi. Meseleyi salt sağ-sol dikotomisinden çıkarıp, 1960’ların dekolonizasyonunun yarattığı küresel rüzgâr ve sömürge karşıtı ulusal kurtuluş hareketlerinin uluslararası itibarı bağlamında düşünürsek, Filistin çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlükten beslenen radikalizmiyle tüm devrimcilerin gözlerini diktiği bir dava ve mobilizasyon öznesiydi.

Bu davanın ideolojik gücü Yaser Arafat’tan Corc Habbaş’a, Naif Havatme’den Leyla Halid’e kadar karizmatik politik figürlerle iyice perçinlendi ve yayıldı. Böylece Filistin meselesindeki hassasiyet kuşaktan kuşağa devredilerek sosyalist dünya görüşünün bir rüknü olarak benimsendi. Bu durum zaman zaman Filistin duyarlılığının, Filistin halkının çektiği çileden bağımsız bir erdem sinyalleme aracına dönüşmesine de sebep oldu.

İsrail’de 800’den fazla sivilin ölümüne sebebiyet veren terör eylemleri Türk kamuoyuna ulaştığı zaman, sosyalist partiler de bu konuyla ilgili görüşlerini yayımladılar. Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Sol Parti, Ezilenlerin Sosyalist Partisi ve Emek Partisi tarafından yayımlanan mesajların ortak özelliği (EMEP’in uzun mesajındaki “Hamas’ın sivil halka yönelik saldırıları da onaylanamaz” şerhi ve TİP’in cumartesi gecesi yayınladığı, “sivillerin hedef alınmasının, işkence edilmesinin ve çocukların esir alınmasını” kabul edilemez bulduklarını lütfedip ifade ettikleri ikinci metin istisna kabul edilirse) saldırıların failini İsrail olarak işaret etmeleri ve terörizme maruz kalan ve öldürülen İsrailli siviller için en ufak bir sempati veya dayanışma mesajı içermemeleriydi.

Bu durumun bir sebebi yukarda bahsettiğim gibi Filistin’in ve Filistinli örgütlerin ifade ettikleri tarihsel anlamdan dolayı tartışma kabul etmez bir masumiyet mertebesine yükseltilmeleridir. Ancak asıl sebep daha köklüdür: Türkiye solunda da Türkiye sağı kadar, elbette sağdan doz olarak daha az olmakla birlikte antisemit bir duygusal arkaplan mevcuttur. Bu arkaplan tek bir etmenden kaynaklanmaz, birden çok unsurun, çeşitli imge ve kanaatlerin bir karışımıdır. Tabii ki katmanların en eskisi, dinsel kökenli bir antisemitizmdir. Müslüman toplumda yetişen biri, seküler, hatta ate olması farketmez, yetiştiği toplumun önyargılarından az-çok etkilenebilmektedir. Bu etkilenme daha ziyade bilinçaltındadır. İkinci etki ise kaba bir ekonomik determinizmle İsraillilerin zengin, dolayısıyla kötü, Filistinlilerin de yoksul, dolayısıyla iyi olarak algılanmasıdır.

Bu ekonomik determinizm çoğu zaman bağlamından kopmuş bir antiemperyalizm söylemiyle de temellendirilir. Üçüncü bir sebep, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemesinden ötürü, Şoah’la ilgili bir tanıklık ve hafızaya sahip olmamasıdır. Bu felaketin ne tarih eğitimine ne siyasi kültüre, dolayısıyla ortalama insanın duyarlılıkları arasına girememesidir.

Son etki ise daha ziyade nostaljiktir: Filistin artık bir coğrafyadan ziyade bir nostalji nesnesidir. Orası Hamas’ın kadınlarla ilgili yasak listeleri hazırladığı bunaltıcı bir İslamcı toplum değil, Deniz Gezmiş’in askeri eğitim aldığı düş diyarıdır. Tıpkı eski sevgilisini aradan yıllar da geçmiş olsa hep olağanüstü güzel olarak hatırlayan, aradan geçen yılların getirdiği değişimleri inatla yok sayan kalbi kırık bir aşık misali, sosyalist partilerin yönetici kadroları Filistin’i hatırlamak istedikleri gibi hatırlamaktadırlar. Bu hatırlama pratiği 68 kuşağının kişisel hafızasının da ötesine geçmiş, kuşaktan kuşağa devredilmiştir.

Filistin artık bir coğrafyadan ziyade bir nostalji nesnesidir. Orası Hamas’ın kadınlarla ilgili yasak listeleri hazırladığı bunaltıcı bir İslamcı toplum değil, Deniz Gezmiş’in askeri eğitim aldığı düş diyarıdır.

O yüzden Hamas, İslami Cihad vs. elbette hoş karşılanmasa, eleştirilse de onların Filistin halkı nezdindeki kitlesel destekleri, temsiliyet mekanizmaları bilinçli olarak yok sayılır. Onların Filistinlileri temsil etmedikleri öne sürülür. Bu örgütlerin sol, seküler Filistinli örgütlere karşı İsrail tarafından palazlandırıldıkları söylenir ki, yanlış değildir, fakat Filistin ulusal hareketinin İslamlaşmasını sadece bir İsrail komplosuyla açıklamak son derece çocuksu bir düşünme biçimini yansıtır. Son olarak Frantz Fanon mirası bir antikolonyal şiddet kültü de İsrail halkına yönelik söz konusu “bilinçli kalpsizlik”te belli bir rol oynamaktadır.

Bahsi geçen sol partilerin bu yaklaşımları, başta TİP ve TKP olmak üzere hayli eleştirildi, üyelikten istifa edenler de oldu. Bu durum seçmenlerin ve sıradan üyelerin bir kısmının bu partilerin yönetici kadrolarına kıyasla Filistin meselesine başka bir zaviyeden baktıklarını gösteriyor. Ülkemizde ve komşumuz Suriye’de, eli kanlı terör örgütü IŞİD’in yaptığı katliamlara tanık olan, zaten senelerdir otoriter bir İslamcılık altında nefes alamayan ve Türkiye’ye her geçen gün artarak devam eden Müslüman Ortadoğulu erkek göçünden endişe duyan birçok sosyalist, başta kadınlar olmak üzere, Filistinli militanlarla değil kamyonet kasalarında çıplak sürüklenen kadınlarla, otobüs durağında beklediği için kurşun yağmuruna tutulan yaşlılarla, tek suçu İsrailli doğmak olduğu için öldürülen çocuklarla empati kurmaya başladılar. Belki bu reaksiyonlar, Türkiye solu için de Filistin konusundaki eski ezberleri terk etmek için bir fırsattır, kim bilir?