Evliya Çelebi, Sultan II. Bayezid Külliyesi’nden “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz” diye bahseder. Ben ise İstanbul ve New York tecrübelerime yer verdiğim Politikyol’da bu sefer memleketim Edirne’nin mutlaka görülmesi gerekenleri arasında yer alan bu müzeyi anlatmak istedim. Sağlık Müzesi, benim çocukluğumda gittiğim müzelerden. Belki de müze sevgimi kendisine borçluyumdur.

Çağlar ötesinden günümüze ulaşan en eski Osmanlı kurumlarından olan Sultan II. Bayezid Külliyesi, 1488 yılında tamamlanmış. Cami, misafirhane, medrese, darüşşifa (hastane), imaret, depolar ve hamamdan oluşan bu külliye “çağını aşan” bir sağlık kurumu olarak tanımlanıyor. Zamanla gelirleri azalan ve bakımsız kalan bu kurum 1866 yılında yalnızca tecrit edilen akıl hastalarının bulunduğu bir kuruma dönmüş. Tadil edilip tekrar kullanılmaya başlansa da sağlık kurumu olma özelliğini zaman içerisinde yitirmiş. Dönem içerisinde göçmen misafirhanesi, cezaevi veya öğrenci yurdu olarak da kullanılan bu külliyenin kaderi ise Trakya Üniversitesi’nin açılmasıyla değişiyor. Trakya Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından restorasyon süreci yönetilen bu külliye kuruluş amacını günümüze aktaran bir müzeye dönüştü. Bu müze, üniversitelerin açıldıkları şehirlere değer katmasının en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Gerçek anlamda bir değer katılmasının mümkün olması için üniversitelerin tabela üniversiteleri olmaması gerektiği düşüncemi de bu vesileyle paylaşmış olayım.

Külliyenin sağlık müzesi kısmına girdiğinizde sizi iki bölüm karşılıyor: Medrese ve Darüşşifa. Ben ilk olarak medrese kısmını ziyaret ettim. Toplam 18 öğrenci odası ve bir dershaneden oluşan medrese önem rütbesi olarak en üst medreseler arasında yer alıyormuş. Bugün ise bu bölümde gezerken Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki tıp eğitimi, tıbbın gelişimi ve tedavilerin nasıl yapıldığı hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Medresede görev yapmış hocaların isimlerini de hocalara ve öğrencilere verilen ücret bilgilerini de burada görebilirsiniz. Bu kadar detaylı verilerin paylaşılıyor olması bana tarihi kaydetmenin ne kadar önemli olduğunu hissettirdi. Bir yandan da öğrenci, eğitim ve profesör odalarının bal mumu heykelleri/mankenlerle ve çeşitli yerleştirmelerle canlandırıldığını görüyorsunuz. Bu heykeller, sağlık müzesinin ilgi çekmesinin asıl sebeplerinden. Belirtmem gerek, heykellerin bal mumundan yapıldığını gazete haberiyle öğrendim, maalesef bu bilgiye müzede ben rastlamadım.

Medrese bölümünden çıktıktan turistlerin asıl odak noktası olan Darüşşifa kısmına geçebilirsiniz. Darüşşifa kısmına girdiğinizde yer alan odalarda da çeşitli konularda bilgi edinmeniz mümkün. Sultan II. Bayezid, Anadolu Selçuklu darüşşifaları ve Osmanlı darüşşifaları, hekimlerin özellikleri ve görevleri elde etmeyi beklediğiniz bilgilerden. Ben Osmanlı darüşşifalarını özel olarak not aldım, eğer hepsini gezme fırsatı bulursam belki karşılaştırmalı bir yazı yazabilirim.

Bu bölümde benim ilgimi çeken bilgilerden biri Osmanlı döneminde sağlıklı yaşam için verilen önerilerdi. Sağlıklı yemek, hareket etmek, yeterli su içmek ve uyku bu önerilerden bazıları. Bana garip gelen kısmı ise asırlardır değişmeyen şeylerin aslında yeni keşiflermiş gibi sosyal medyada sunulması. Tabii o dönem beyaz ekmek için sağlıklı demişler! Darüşşifa bölümünde beklenmedik bilgiler de edinebilirsiniz. Mesela ben Isparta-Burdur’da yapılan gülsuyu-gülyağı üretiminin Edirne gülcülüğünün devamı olduğunu bu külliyede öğrendim.

Şiddetin normalleşmesi ve sokak hayvanları yasa tasarısı Şiddetin normalleşmesi ve sokak hayvanları yasa tasarısı

Darüşşifa bölümünün en ilgi çekici yanı ise hastaların ve tedavilerinin canlandırıldığı hastane bölümü. Musiki ve su sesi eşliğinde gezdiğiniz bu bölümde diş hastalıklarından göz hastalıklarına, kadın hastalıklarından akıl hastalıklarına kadar farklı tedaviler yürütüldüğünü gözlemliyorsunuz. Bu tedavilerin bal mumu heykelleri ve döneme göre düzenlenen odalarla canlandırılması da külliyenin önemini anlamınıza yardımcı oluyor. Bir odada ellerini havaya kaldırmış bir hastayı, bir başka odada yerde doğum yapan kadını gördüğünüz gibi bu iki oda arasında musiki sahnesinin canlandırıldığını da görüyorsunuz.

Müzenin benim için ilgi çeken bir diğer yanı ise Avrupa’da akıl hastalarının öldürüldüğü dönemlerde ruh sağlığının önemsendiğine şahit olmak. Akıl ve ruh sağlığı için müziğin ve kokuların önemli olduğu bilgisi de kanımca ilgi çekici. Hastalık türüne göre çeşitli makamda şarkıların söylenmesi başta garip gelse de tarih size bir kez daha müziğin ruhun gıdası olduğunu gösteriyor. Farklı kokuların farklı hastalıklara iyi geldiği bilgisi de not edilmeye değer. Günümüzde odaklanmak ya da rahatlamak için koku önerilmesi de anlaşılan tarihi bir açıklamaya sahip.

Bu bölümde benim önemli bulduğum ve bu yazıda paylaşmak istediğim bir bilgi ise çiçek aşısına ilişkin bilgiler. Çiçek hastalığı ile mücadelenin önemli bir ayağını “Türk usulü çiçek aşısı” oluşturuyormuş. Öyle ki, külliyede bu usulün uygulandığını gören İngiliz hemşire Lady Mary W. Montagu, bu aşının İngiltere’de benimsenmesi için çalışmış ve İngiltere’de kraliyet ailesinin çocukları bile bu usulle aşılanmış. Bu usul, uzun süre Avrupa’nın da çiçek aşısı hastalığına karşı kullanılan umudu olmuş.  Üzerinde yaşadığımız toprakların birçok açıdan öncü olduğunu görmek hem gurur hem de ilham verici.

Darüşşifa alanından çıktıktan sonra yeni açılan Sultan II. Bayezid Külliyesi İmareti müzesini de gezdim. Bayezid Külliyesi’nin aşevi olarak hizmet vermiş olan bu bölümü bal mumu heykelleri ve mutfak eşyası örnekleriyle külliyenin yoksullar için önemini de gözler önüne seriyor. Yabancı gezginlerin “bu çeşit bir vakıf, eski Romalıların sütun, sivri sütun, büyük heykel gibi anıtlarından ve Mısırlıların piramitlerinden daha değerlidir. Çünkü bütün bu eski eserler, büyük bir sanat sergilemenin dışında hiçbir işe yaramazlar, Tanrı’ya da insanlara da faydaları yoktur” yorumunu yaptıkları imarethaneyi gezerken ise aklıma kent lokantaları tartışmaları geldi. Öncelik herkesin sağlıklı gıdaya erişmesini sağlayan bir ekonomik düzen kurmak olmalı tabii; fakat bunun başarılamadığı yerlerde geçmişin imarethaneleri yöneticiler için yol gösterici olabilir.

İmarethaneden çıktıktan sonra II. Bayezid Camii’ni de gezebilirsiniz. Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii’nin bulunduğu Edirne’ye geldiğinizde gezme listesinde öncelikli konumda olmasa da desenlerdeki farklılığın ve sadeliğin ilgi çekebileceğini düşünüyorum.

Öğrenci ve akademisyenlerin de aralarında bulunduğu birçok grubun ücretsiz girebildiği bu müzenin normal giriş ücreti 40 TL. Peki bu külliyeyi gezmek için ne kadar zaman ayırmalı? Ben iki saat ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Bu arada erken gelmenizi öneririm, zira öğlen kalabalıklaşmaya başladı. Tabii Yunanca ve Bulgarca konuşmaları duyarak gezmek ve yurt dışındaymışsınız gibi hissetmek isterseniz kalabalık zamanlarında gezmeyi de tercih edebilirsiniz.

Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi benim en sevdiğim müzelerden. Edirneli olduğum için sübjektif bir yorum yaptığımı düşünebilirsiniz; fakat müzenin 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze ödülüne layık görüldüğünü söylersem belki objektifliğime inanırsınız. Evliya Çelebi’nin külliye için söyledikleri sağlık müzesi için de geçerli olduğunu ve müzenin de dil ile ya da kalem ile tam anlamıyla anlatılamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden de yolunuz Edirne’ye düştüğünde bu müzeyi ziyaret etmenizi öneriyorum.

Bir sonraki tecrübede görüşmek üzere.

Editör: Ayşegül Kula