6 Şubat depremi hepimize kendi sıcak yuvalarımız ile dışarıdaki soğuk arasında sadece ince bir duvar olduğunu gösterdi; o da muhtemelen çürük yapılmış. Hepimiz, var gücümüzle ısıtmaya, güzelleştirmeye çalıştığımız bu evlerin bir sonraki depremde başımıza yıkılabileceğini artık biliyoruz. Rahmetli anneannemin hayattaki en büyük dileği aydınlık, büyük mutfaklı bir eve taşınmaktı. Şimdi metro durağı, o zamanlar tren istasyonu olan Karşıyaka Alaybey’deki evi her tren geçtiğinde zangır zangır titrer, gürültüden televizyon bir iki dakika duyulmaz olurdu. Evi ısıtmak da zordu; sobanın sıcaklığı arka odalara hemen hiç ulaşmazdı. Ama anneannem bunlardan çok mutfağının küçük ve karanlık olmasından yakınırdı. Depremden sonra, apartman boşluğuna bakan kendi küçük mutfağımın karanlığında, Türkiye’de milyonlarca kadının benzer bir temennide bulunmuş olabileceğini düşünüyorum. Betonarme evlerimizle ilgili tek derdimiz bu da değil. Çoğumuz büyük kentlerde geçici, kiracı olduğumuz dairelerin eksiğini gediğini kapatıp onları sıcak birer yuvaya dönüştürmek için sürekli çabalıyoruz. Bir şeyler bozuluyor, yerinden çıkıyor, kopuyor, yeniden yapıyoruz. Devamlı tadilat gerekiyor. Her şey tamam olsa, karşı apartman dairesi pencerenize çok yakın. Değiştiremeyeceğiniz şeyler var. Anneanneminki gibi, hiç gerçekleşmeyen dilekler var. 6 Şubat depremi hepimize kendi sıcak yuvalarımız ile dışarıdaki soğuk arasında sadece ince bir duvar olduğunu gösterdi; o da muhtemelen çürük yapılmış. Hepimiz, var gücümüzle ısıtmaya, güzelleştirmeye çalıştığımız bu evlerin bir sonraki depremde başımıza yıkılabileceğini artık biliyoruz. Elbette “deprem ile yaşamaya” alışmamız gerektiğinin en azından 1999 yılından beri farkındaydık. Gölcük depreminden sonra televizyona çıkan her jeolog, Türkiye’de eninde sonunda büyük depremler olacağını, depremden kaçamayacağımızı, depremin değil binanın öldürdüğünü bize defaatle anlatmıştı. Onlara inandık da. Depremin kendisini değilse de, suretini hatırladığımız yirmi küsür yılda herkes evini bir bilene gösterdi, oturduğu binanın ne kadar hasar alabileceğini az buçuk kestirdi. Hepimiz İstanbul zemin etüdü haritasını ezberledik; kentsel dönüşümü, çürük binaların yerine sağlam yapılar konduracağını düşünerek, bir süre bağrımıza bile bastık. Ama kamunun ortada bıraktığı işlerin yanında deprem çantası hazırlamak, çök-kapan-tutun tatbikatına katılmak, sıcak yuvalarımızın bir köşesini “hayat üçgeni” için ayırmak neydi ki? Bize esas olarak “depreme dayanıklı” binalar lazımdı. Ve yıllar geçtikçe anlaşıldı ki, onların da sayısı az, fiyatı çok kalacak.
Soğuk beton yuvalarımızın geleceği bizlere ihale edilmiş durumda. Belediye, yapı denetimciler, mühendisler ve müteahhitler işini iyi yapmamış olabilir diye evin kolonunu kirişini kontrol etmek zorundayız; bodrum kata inip nem var mı diye bakmamız lazım.
Çekmeköy’ün ortasına dikilmiş, iskan bekleyen koskoca siteler var. Ben de bana tüketici kredisiyle, tapusuz, imar affı bekleyen bir apartman dairesi almamı öneren emlakçılardan öğrendim. Depreme dayanıklı, makul fiyatlı bir ev ararken yolu yanlışlıkla gayrimenkul piyasasına düşmüş, kurallara uyma gafletinde ısrar eden bir “Namussuz Namuslu” gibi ezilip büzüldüm. İstanbul’da yeni yönetmeliğe göre yapılmış bir ev almayı denemiş ve vazgeçmiş herkes depreme ancak bir yere kadar hazırlıklı olabileceğini bilir. Ucunu bucağını henüz göremediğimiz bir insani felaket olan 6 Şubat gösterdi ki, bu yeni apartmanlarda ev satın alarak kamunun açığını kapatan, deprem riskini bireysel bir vazife gibi sırtlanan bazı aileler de kurtulamamış. Sosyal medyada iyi niyetli bir yapı uzmanı demir ile çimentonun hangi oranlarda, nasıl karılması gerektiğini anlatıyor. Çünkü depreme dayanıksız iş yerinizin yöneticisi, ev sahibiniz, hatta ilçe belediye başkanınız bu konuyu açtığınızda omuz silkerek “bu konu beni aşar” dedi. Soğuk beton yuvalarımızın geleceği bizlere ihale edilmiş durumda. Belediye, yapı denetimciler, mühendisler ve müteahhitler işini iyi yapmamış olabilir diye evin kolonunu kirişini kontrol etmek zorundayız; bodrum kata inip nem var mı diye bakmamız lazım. Adıyaman’da yıkılan apartmanların birinde hala tül perdeler uçuşuyor; binanın duvarları yıkılmış ama perdeler asılı kalmış. Bunlar Türkiye’nin karanlık, küçük mutfaklı, betonarme evlerini güzelleştirmek için yıkayıp astığımız beyaz perdeler. Arkasında da yirmi küsür yıldır, sıcak evlerinden dışarı bakıp soğuğun kendilerinden çok uzak olduğunu umarak yaşayan bizler varız...