Akademik değere sahip kamuoyu araştırmaları, ekonomik koşullar ile bunun seçmenin politik davranışına etkisi arasındaki bağlantısallığı açıklayan çarpıcı örneklerle dolu. İşte onlardan bazıları... Yakın dönem Türkiye siyasetinde seçmenlerin politik parti tercihlerine ilişkin yapılan çıkarsamalarda kimlik başat bir değişken olarak kabul görmüş, oy verme davranışı incelenirken, analizlerde kimlik dışındaki değişkenlere neredeyse açıklayıcı olarak çok fazla itibar edilmemiştir. Ekonomi-politiğin gücü post-modern zamanların ruhuna uygun olarak tabiri caizse adeta rafa kaldırılmıştı. KİMLİK Mİ EKONOMİ Mİ? Akademik değere sahip kamuoyu araştırmaları bugün parti tercihleriyle seçmenlerin ekonomik koşulları, geleceğe dair beklentileri ilişkisi temelinde ve ekonominin politikaya, politik davranışa etkisi anlamındaki bağlantısallıkların raftan inmekte olduğuna dair güncel örneklerle dolu. Ekonomik koşulların düne göre kötüye gittiğini düşünen, geleceğe ilişkin ekonomik beklentileri konusunda kötümser olanların ya iktidar partilerinden uzaklaşıp muhalefet partilerine yöneldiklerini ya da kararsız bir pozisyona yerleştiklerini teyit eden araştırma bulguları son günlerde artmakta. AKP kurucularından Bülent Arınç’ın hafta içinde bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalar bu yönelimi dillendiren bir değerlendirme şeklinde okunabilir. Arınç açıklamasında şu hususların altını çizmiştir: “Bizim dindar insanlarımızın bile tamamen tersine döneceğini bir gün göreceksiniz. Çünkü onlar hamaset dolu konuşmaların yanında cebine giren paraya bakar, cebinden çıkan paraya bakar. Orada bir eksilme görüyorsa din, iman, vatan, millet bunlar bir kenarda durur yine onlara saygısını eksik etmez ama değer yargıları tamamen değişebilir. Dindarların gazabından korkmak lazım. İşlerine gelmeyen bir şeyle karşılaştıklarında ne aslandı, ne kaplandı hiçbirisini dinlemez bu insanlar[1]. Arınç’ın açıklamasında aynı dünya görüşlerini paylaştığı seçmenlerin mevzuu bahis ekonomi olduğunda, popülizmle taçlandırılan kimliklerin reel ekonomi karşısında öz değerlerini yitirmeden, fakat ona rağmen tercihte bulunduklarını dillendirmesi önemli. Aslında dinsel, etnik popülizmin reel ekonomi referanslı gerçeklik karşısında değer kaybetmese de sandıkta tayin edici dinamik olmaktan geri çekilmesi, katı ideolojik referanslar ve partiler bir yana, ne bugüne ne de herhangi bir partiye özgü.  Konuyla ilgili literatürde seçmenlerin oy verme davranışlarıyla ekonomik performans ilişkisi konusunda üç hipotez dikkat çekicidir. Ekonomik koşullar ile siyasal iktidarların popülaritesi arasındaki ilişkiyi temel alan sorumluluk hipotezine göre “siyasal iktidarlar işsizlik ve enflasyon oranları yüksek düzeylerde seyrediyorsa cezayı, düşük düzeylerde seyrediyorsa ödülü hak ederler”[2]. Müvekkil hipotezi ise özellikle ABD örneğini açıklayıcı olmakla birlikte, Swank’a göre seçmenler iktisadi büyüme performansındaki pozitif gelişmeleri hoşnutlukla karşılarken,  enflasyonist eğilimlerdeki artışı aynı tutumla karşılamamaktadırlar[3].  “Ekonomik Oylama” literatürüne katkı sağlamak amacıyla geliştirilen  “Temel Hedef Hipotezi”ne  göre ise siyasal iktidarlara yönelik seçmen desteği iktidarın önceden vadetmiş olduğu hedeflere ulaşıldığı ölçüde sürmektedir. Bu anlamda iktidar süresinin devamlılığını partilerin temel hedeflere ulaşma konusundaki başarı düzeyi belirlemektedir[4]. Seçmenlerin oy verme davranışında sosyal bölünmeleri öne çıkaran Colombia Okulu ile bireysel, sosyal, psikolojik temelli parti aidiyet, parti kimliği  ilişkilerini referans alan Michigan okulu yaklaşımlarının önemi de gözardı edilemez. Fakat, iktidarların ekonomi politikalarındaki performans ve çıktılara bağlı olarak seçmenlerin pragmatik davranışları, iktidar partisinden uzaklaşıp, yeni parti aidiyetleri kurması Batı’da özellikle 1980’lerden itibaren dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Söz konusu ilişkiyi Türkiye örneğinde 1983’ten günümüze bazı ekonomik göstergelerle iktidar partisi ya da partilerinin oy performansına bakarak gözlemek mümkün. 1983’ten Günümüze İktidarların Ekonomi Performansları ve Oy Değişimi İktidarların ekonomi performası ve oy güçlerini değerlendirmek için dikkate aldığımız 3 temel gösterge; büyüme, enflasyon ve işsizlik. Tablo: Seçilmiş Ekonomik Göstergelerdeki En Yüksek Artış ve Azalışa Göre İktidar Partilerinin Oy Değişimi (1983-2020)* * Tablodaki göstergeler TÜİK ve Mahfi Eğilmez’in  mahfiegilmez.com (Kendime Yazılar) sitesindeki verilerden yararlanarak düzenlenmiştir. Yerel seçim sonuçları belediye meclis üye seçimleri dikkate alınarak değerlendirilmiştir. 1983-2020 döneminde büyüme, enflasyon ve işsizlik oranları sırasıyla iktidar olan ANAP, DYP-SHP, DYP-CHP, ANAP-DYP, RP-DYP, ANAP-DTP-DSP, DSP-MHP-ANAP, AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan kabinesi döneminde dalgalı bir seyir izlerken, yaklaşık 30 yıllık bir zaman diliminde seçilmiş ekonomik göstergelerde bir istikrar örüntüsü mevcut değildir. Nitekim büyüme oranları -6 (2001) ile 9,5 (1987) arasında değişirken, bir önceki seçim dönemine göre en yüksek artış 2009 yerel seçimine göre 2011 genel seçim yılında gerçekleşmiş (15,5 puan), en yüksek azalma ise 1995 genel seçim yılı veri alındığında 1999 genel seçim yılında gözlenmiştir (-10,6). Enflasyonun seyrine bakıldığında, %6,2 (2012) ile %125,5 (1994) arasında değişirken, enflasyondaki gerileme en fazla 1994 yerel seçim yılına göre 1995 genel seçim yılında (-49,4 puan), en fazla artış ise 1991 genel seçimine göre 1994 yerel seçim yılında yaşanmıştır (54,4 puan). İşsizlik oranları aynı dönemde en düşük % 6,5 (2000) en yüksek % 14 (2009) ve % 13,5 (2019) düzeyindedir. Bir önceki seçim dönemine göre bakıldığında, en yüksek artış 2007 genel seçim yılına göre, yerel seçimin yapıldığı 2009’dur (3,7 puan). İşsizlik oranında seçim yıllarına göre en fazla azalma 2009 yerel seçim yılına göre 2011 genel seçim dönemindedir. Aynı yılda bir önceki yerel seçime göre işsizlik 4,2 puan azalmıştır. Tablodaki veriler 3 temel ekonomik göstergedeki olumsuzluğun iktidar partisi oylarında keskin bir azalmaya neden olduğunu göstermesi açısından dikkate değerdir. EKONOMİK GÖSTERGELER VE OYLARA YANSIMASI Türkiye’de ekonomik oy verme parti tercihi ile[1] ekonomik göstergeler seçim sonuçları ilişkisi konusunda son yıllarda yapılmış çok sayıda akademik yayın mevcuttur. 2 örnek vermek gerekirse, Mahfi Eğilmez’in seçim sonuçlarıyla büyüme oranları arasındaki ilişkiyi 2002-2014 dönemindeki genel ve yerel seçim sonuçları ışığında incelediği bulgulara göre “Eğer seçimden önce ekonomi normal ya da hızlı büyümüşse iktidar partisinin oy oranı artıyor, seçimden önce büyüme gerilemiş ya da küçülmeye dönmüşse iktidar partisinin oy oranı azalıyor”[2]. Ali Akarca’nın  1950’den 2018’e yerel, senato, milletvekili genel ve yerel, ara seçimleri incelediği çalışmasındaki bulgulara göre, seçmenler büyümeye enflasyona göre 6-7 kat daha fazla önem vermektedir. “Kişi başına düşen reel gayri safi yurtiçi hasılada meydana gelen yüzde 1’lik bir büyüme iktidar partisine, eğer hükümetteki yegane partiyse, bir puan ilave oy getiriyor, ama enflasyonda meydana gelen yüzde birlik artış oyların sadece yüzde 0,15’ini götürüyor”[3]. Sözü edilen bu çalışmaların bulguları dahi, seçmenin ekonomik koşullarındaki iyileşme ya da kötüleşmeye bağlı olarak cep ve cepkeninin durumu iktidar partisinin geleceğini tayinde önemli olduğuna işaret etmekte. Yani; seçmen hamaset dolu konuşmaların yanında değil, hatta ötesinde, cebine giren ve  cebinden çıkan paraya da baktığı görüşüne katılmamak mümkün değil. Büyüme, enflasyon, işsizlikteki artış/azalışların iktidar partisinin oy artış azalışına nasıl yansıdığına 1983-2020 dönemi itibarıyla bakıldığında, 2009’a göre 2011’de büyümede gerçekleşen 15,5 puanlık en yüksek artışa parallel olarak,  2009 yerel seçiminde % 38,4 olan iktidar partisi AKP oylarının 2011 genel seçiminde 11,4 puan artarak % 49,9’a yükselmiştir. Büyümede en yüksek azalışın (-10,6) gerçekleştiği 1994-1999 iki seçim arası döneminin ilk yıllarında iktidar ortağı olan DYP’nin 1999 genel seçiminde   1994’e göre oyları 7,2 puan azalmıştır.  Görüldüğü gibi, büyümedeki gerilemenin faturası DYP’ye kesilmiştir. Buna karşılık bu dönemde enflasyondaki gerilemenin en fazla olduğu iki seçim döneminde 1994-1995 (-49,4) seçmen iktidar partisi DYP’yi ödüllendirmemiş, dönemin kendine özgü koşullarının da etkisiyle oyları % 21,4’ten %19,2’ye gerilemiştir (-2,2 puan). Enflasyondaki en fazla artışın yaşandığı 1991-1994 döneminde iktidar partisi DYP oyları 3 yılda 5,6 puan azalmıştır. İşsizlik oranları ile iktidar partisi oyları ilişkilendirildiğinde, bir önceki seçim dönemine göre işsizliğin en en fazla arttığı yıl 2007 genel seçim yılına göre yerel seçimin yapıldığı 2009’dur  (artış 3,7 puan). İktidar partisi AKP oyları 2007 genel seçiminden 2009 yerel seçimine 8,2 puan azalarak, +46,6’dan %38,4’e gerilemiştir. İşsizliğin 2 seçim arasında en fazla azaldığı dönem 2009-2011 seçimleri arasındaki dönem olup, işsizlik bu dönemde 4,2 puan azalırken, AKP oyları da 2009 yerel seçimine göre %38,4’ten % 49,8’e yükselerek, 11,4 puan artmıştır. Herhangi bir ekonometrik model, istatistiki analize başvurmadan, ekonomik göstergelerle oylar arasındaki kabaca bir karşılaştırma, büyüme, enflasyon, işsizlikte seçmenlerin ekonomik koşullarını kötüleştiren her türlü değişimin iktidar partisi oylarını azaltıcı bir etkiye sahip olduğunu ilan ediyor. Bu tablo seçmenin ekonomik koşullarındaki kötüleşmenin iktidar partisinden uzaklaşma eğilimine yol açtığını göstermesi anlamında dikkate değerdir. Pandemi öncesinde ekonominin kötü yönetimi dolayısıyla hissedilen ekonomik krizin pandemi döneminde salt dikkate aldığımız göstergeler bağlamında dahi şiddetlendiğini, bugün itibarıyla yönetilemez olduğunu açıkça gösteriyor. Nitekim 2017’de resmi verilere göre 7,4 olan büyüme oranı 2019’da 0,9, 2020’de 1,8 olarak gerçekleşirken, aynı yıl enflasyon % 14,6, işsizlik % 12,6 düzeyindedir. Seçmenlerin hissettiği kriz ise çok daha şiddetlidir. AKP’nin oyları Kasım 2015’e göre (%49,5) 2019 yerel seçimlerinde % 41,6’ya geriliyor, üstelik pandemi öncesinde 7,9 puan oy kaybediyorsa, bu durumu ekonomideki performans kaybının oya yansımasından başka bir dinamikle açıklamak mümkün görünmüyor. Bugün itibarıyla ekonominin gidişatını dikkate aldığımızda, yönetememe krizinin sürmesi halinde oy kaybının AKP iktidarının yakın geleceğini tehdit etmesi anlaşılabilecek bir veri durumdur. Hal böyle olunca, siyasi iktidarların seçmenlerin cep ve cepkenlerini ihmal etmesi durumunda başına neler geleceği, geçmişte yaşananlarla sabittir. [1] Bkz. Cem Başlevent, Hasan Kirmanoğlu, Burhan Şenatalar; “Party Preferences and Econımic Voting in Turkey (Now That the Crisis is Over), Party Politics, 15(3), p.377-391. [2] Mahfi Eğilmez; “Seçim Sonuçları, Büyüme Oranlarıyla Oy Oranları Arasındaki İlişkiyi Doğruladı”, (Kendime Yazılar), mahfiegilmez.com, Alıntı tarihi, 23 Eylül 2021. [3] Ali Akarca ile Görüşme, businessht.bloomberght.com, Alıntı tarihi: 23 Eylül 2012. [1] https://www.bbc.com/turkce/live/haberler-turkiye- Alıntı tarihi: 20 Eylül 2021 [2] Fredrik Carlsen; “Unemployment Inflation and Government Popularity: Are There Partisan Effect?”, Electoral Stıdies, 19, s.141’den aktaran Levent Çinko; Seçmen Davranışları ile Ekonomik Performans Arasındaki İlişkilerin Teorik Temelleri ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 61-1, s.106. [3] Otto H.Swank, “Popularity Functions Based on the Partisan Theory”, Public Choice, 75:, s.339-356’dan aktaran, a.g.m., s.110-111. [4] G.Bingham Powell, Guy D. Whitten; “ A Cross-National Analysis of Economic Voting: Taking Account of the Political Context”, American  Journal of Political Science, 47/2,s.391-414’ten aktaran a.g.m., s.111.