Önce Kılıçdaroğlu ‘Çözüm yeri TBMM'dir ve muhatabımız da HDP’dir’ dedi, anahtar bir kez döndü. Sonra Temelli'nin topa girişi ve Dervişoğlu'nun çıkışı... Demirtaş'ın refleksi ve Sancar'ın açıklamaları... Anahtar yuvasında üç kez döndü ve iktidara giden kapı ardına kadar açıldı… Kritik bir kırk sekiz saat yaşadı Türkiye. Önümüzdeki yıllarda geriye dönüp baktığımızda şu cümleyi kurabiliriz; ‘Muhalefet, acziyet halindeki iktidarın elinden memleketin anahtarlarını o kırk sekiz saat içinde aldı.’ Hem de söke söke. Aldıkları anahtarı tam üç kere yavaş yavaş çevirdiler yuvasında. Geçmişte şu şunu yaptı, bu bunu dedi, haklı-haksız tartışmalarına girmeden, gelecekten seslendiler topluma. “İktidarın” artık iktidar olmadığını, topal ördekten hallice kadük bir müessese olarak yaşamını sürdürdüğünü gösterdiler ve halka, yani bizlere seçmen kâğıtlarınızı bekleyin mesajını en güçlü şekilde verdiler. Peki neler oldu o kırk sekiz saat içerisinde? Önce Kemal Kılıçdaroğlu; ‘Kürt sorunu vardır, çözüm yeri TBMM ve muhatabımız da HDP’dir’ dedi, anahtar bir kere döndü. Akabinde HDP yönetiminde herhangi bir karşılığı olmayan Sezai Temelli topa girdi ve ‘Resmi muhatabınız Öcalan’dır’ cevabını verdi. Film işte bu gerilim sahnesinden sonra koptu. İyi Parti, Müsavat Dervişoğlu üzerinden yaptığı açıklama ile hem Temelli’nin çıkışının havada kalmasını sağladı hem de Kılıçdaroğlu’nu tahkim etti. Böylece anahtar ikinci kez döndü. Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden gösterdiği hızlı refleksin hakkını teslim etmek lazım. Demirtaş, Temelli’nin aksine Kemal Bey’in açıklamalarını tasdik etti ve hatta partisinin olası pozisyonu hakkında ipucu verdi. HDP de Eş Genel Başkan Mithat Sancar üzerinden gereken açıklamayı gecikmeden yaptı ve anahtar yuvasında üçüncü ve son kez döndü. İktidara giden kapı, ardına kadar açıldı. Muhalefetin tüm bileşenlerinin ellerine, dillerine sağlık ama aslan payı İyi Parti’ye. Onlar tüm Türkiye’ye, milliyetçi kalarak da öteki ile diyalog kurulabileceğini, sorunların ancak bu şekilde çözülebileceğini yüksek perdeden lakin alabildiğine sade ve gösterişsiz bir şekilde ispat ettiler. Akşener’e teşekkür ederim. Bu sefer oldu. Neredeyse yüz yıllık kördüğümün çözümü için hayati bir adım atıldı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925 yılından bu yana en temel sorunlarından biri olan Kürt meselesinde tarihi bir eşik aşıldı, ilk defa sorunun tarafları birbirlerini muhatap aldı. Üstelik birbirlerinin meşruluklarına vurgu yaparak. Kimse kalkıp Çözüm Süreci vesaire demesin. Orada taraflar sorunun muhatapları değildi, siyasi partilerin posta güvercinliğinden öte bir misyonları yoktu. Erdoğan ve Öcalan üzerinden yürüyen bir süreç söz konusu idi. Aksi olsaydı da bir şey ifade etmezdi, çünkü Erdoğan ve AKP’nin temsil ettiği dindar muhafazakârlar Kürt meselesinin taraflarından biri hiçbir zaman olmadı. Şimdi ise bir tarafta Kemalistler ve milliyetçiler diğer tarafta ise Kürt siyasal hareketi var. Yani doğrudan sorunun özneleri karşı karşıya. Zemin olarak da dağları, adaları veya kışlaları değil, doğrudan doğruya milli iradenin tecelli ettiği Meclis’i belirlediler. Kapalı kapılar ardında, kişisel hesaplarla değil milletin dahil olduğu, böylece nihai mührü milletin vurabileceği bir süreç ihtimali belirdi ufukta. Ne kadar mutlu olsak az. Bunu yaparak meseleyi artık çözüm sürecindeki gibi magazinel olmaktan da çıkardılar. Binlerce insanın hayatını kaybettiği, on binlercesinin acı çektiği ve çekmeye devam ettiği sorun, hak ettiği şekilde ciddiyetle, aklıselim ve ağır başlı cümleler kurularak; itidalin hâkim olduğu gerçekçi bir üslupla, ayakları yere sağlam basacak şekilde masaya yatırılabilecek. Aksi zaten mümkün değildi. Gelelim siyasi partilerin ve liderlerin ardı ardına yaptıkları açıklamalardan sonra taraflardan kısık sesle de olsa yükselen homurdanmalara. Arkadaşlarım, kardeşlerim hangi taraftan olursak olalım, zafer arzusu ile masaya oturanın akıbeti hezimet olacak. Savaşta değiliz. Önümüzdeki mesele bir demokrasi sorunu ve sorunlar kazanılmaz çözülür. Dayatmalarla bir yere varamayız. Bunca sene varabildik mi? Ucu bucağı olmayan faydasız münakaşalardan bıkmadık mı? Kendi düşüncelerimizle ama onları dayatmadan konuşabilecek kadar güvenmiyor muyuz kimliğimize, kültürümüze, fikrimize? Eğer böyleyse zaten daha en baştan kaybetmiş olmaz mıyız? Ego ve öfke ile kürsüye çıkmanın da anlamı yok. Gördük kibir ve öfke ile yürütülen işlerin nereye vardığını. Başladığımız yerden de geriye götürdüler bizi. Kişisel çıkarları uğruna toplumu ateşe verdiler. Yani aynı yerden bir kez daha yaralanmaya gerek yok. Bunu kaldıracak takatimiz de yok. Kemalist arkadaşlar, yok sayılanın görülmesi, gasp edilen hakkın iade edilmesi ne zamandan beri geri adım veya mağlubiyet olarak zikredilir oldu? Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak gibi tarihi bir fırsat önümüze gelmişken, Mustafa Kemal Atatürk’ün zamanında yaptığını yapıp, geçmişin apoletlerini bir kenara bırakarak yollara düşmenin zamanı gelmedi mi? Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, kurucu partiye yakışır bir kapı açtılar hepimize. O kapıdan girmeye çekinmeyelim daha fazla. Milliyetçi arkadaşlar, Türklük ne zaman Türk olmayana kendisini dayatma ihtiyacı duyacak hale geldi? Onu böyle aciz göstermelerine daha ne kadar müsaade edeceğiz? Türk’ün Türk’ten başka dostu yok mu gerçekten? Milliyetçiliği, Türk’e böylesi hakareti yapan birilerinin eline nasıl ve neden bırakıyoruz? Medeni dünya ile beraber yürümek, bütünleşmek varken, İstiklal Harbi’nde beraber çarpıştığımız, bize sırtını en zor günümüzde dönmemiş insanları daha ne kadar görmezden geleceğiz? “Müdafaa-i hukuk, müdafaa-i vatan” diyenler biz değil miydik? O halde nasıl çiğnetiriz Kürt’ün hukukunu? Bize dayatılan ezberleri bozmanın, bizi esir alan paranoyalardan kurtulmanın ve fikri hür, vicdanı hür olmanın vakti geldi de geçiyor. Akşener ve İyi Parti bunun kapılarını araladı. Bize düşen onlarla beraber yürümek, onlara destek vermek. CHP ve İyi Parti, yani Cumhuriyet’in iki temel milliyetçi damarını temsil eden siyasi partiler üzerlerine düşeni yaptıklarında Kürt arkadaşlarımızın da bigâne kalmayacağından emin değil miyiz? Demokrasi dendiğinde en büyük umut emareleri Kürt şehirlerinden, sokaklarından yükselmedi mi? Ne zaman eşitliği ve mütekabil haysiyeti temel alan bir barış ve eşitlik sesi yükseltildi de Kürtler olmaz dedi ki? Sahi bu yol daha evvelden hiç denendi mi? Kürtleri, Meclis çatısı altında yapılacak bir müzakerede güçlü bir şekilde temsil eden bir parti de varken, artık sahici bir barış ve o barışın şenlendireceği demokrasi için adım atmanın vakti gelmedi mi? Erdoğan’ın esas amacı hiçbir zaman Kürt meselesini çözmek olmadı. Onu sadece kendi iktidarına yakıt olduğu sürece yürütebileceği bir araç olarak gördü. Ne zaman ki, Kürtler bu amaca hizmet etmeyeceklerini beyan ettiler, zaten ayakları orantısız olan oynak masaya tekmeyi atıverdi. Aynı hataya düşmesi imkânsız kişilerin özne olduğu bir iklime doğru gidiyoruz. Çünkü fikren ve fiziken canları yananlar konuşacak artık. Heyecanımız yüksek, gencimiz de var tecrübelimiz de. Türk de burada Kürt de. Sünni de bizimle Alevi de. Doğu da bizim Batı da. Üstelik hiç olmadığı kadar da sakiniz. Bir kere olabildiğini gördük ya, bundan sonra ASLA VAZGEÇMEYİZ! Türkiye’nin tüm mahalleleri yüz yıl sonra hiç olmadıkları kadar yakınlaştılar ve hep birlikte iktidara yürüyorlar. Daha yolumuz uzun mu? Uzun. Zor günler bizleri bekliyor mu? Bekliyor. Sabrımız sınanacak mı? Sınanacak. Ama menzilimiz berrak, yol arkadaşlarımız güvenilir ve göründü nihai zafer ufukta. Yeter ki her birimiz kendimiz kalarak ama ötekiyle birlikte, omuz omuza ilerlemeye devam edelim. Devleti yeniden inşa edip, adalet dolu bir nizam, refah dolu bir memleket için güzel günlere, güneşli günlere yürüyelim. Kalın sağlıcakla. (Meral Akşener’in dün gece Halk TV ekranında yaptığı açıklamalardan önce yazılmıştır. Meral Hanım’ın açıklamalarına dair ayrıca yazacağım.)