Tutuklu hastalar, yaşlılar ve demir parmaklıklar ardına hapsedilen ve masumların var olduğu bir tablo… Ancak bu tabloyu yıkmak için her zaman umut var, yeter ki iyi insanlardan müteşekkil bir sistem inşa edebilelim. “Sistem” sözcüğü Türk Dil Kurumu tarafından bir sonuç elde etmee yarayan yöntemler düzeni olarak tanımlanıyor. Bilindiği gibi sistem özelliği taşıyan oluşumların akşamdan sabaha değişmesi veya dönüşmesi beklenmez, ancak “sistemsizlik ile malul” yapılar kişilere özel değişimlere sıklıkla maruz kalabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin son yıllarda içinden geçtiği sistem krizi aslında bir sistemsizlik olarak okunabilir. Bu durumun insan hakları ihlalleri olarak vatandaşların hayatına yansıması ise üzerinde durulması gereken asıl mesele. Ülkemizin, ömrü yarım yüzyılı aşan darbeler ile yoğrulmuş demokratik siyasal düzeninin şüphesiz temel problemi, kişi hak ve özgürlüklerini ne yasal (de jurex) ne de fiili  (de facto) anlamda güvence altına alamamış olmasıdır. 15 Temmuz 2016 sonrası, insan hakları ihlallerinin giderek daha fazla hissedildiği bir dönemden geçiyoruz, toplumun büyük bir bölümünün hayatı yargının, siyasetin ve ekonominin dişlileri arasında sıkışmış durumda. İçinde bulunduğumuz atmosferin boğucu ağırlığı sivil toplumdan, medyaya oradan üniversitelere kadar uzanan geniş bir alanda hissedilmeye devam ediyor. 2017 Referandumu ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 itibariyle uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye'de sistemsizliğin sistem olarak adlandırıldığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Adalet sistemimizdeki aksaklıklar adeta kanayan bir yara. Kan kaybının azalmadığı böylesi bir dönemde komedyen Şahan Gökbakar'ın geçtiğimiz günlerde sisteme dair yaptığı sosyal medya paylaşımı bu satırlarda vurgulamaya çalıştığım fikrin özeti olan ifadeler. Gökbakar şöyle yazmıştı: “Hırsızın, uğursuzun, katilin, tecavüzcünün, dolandırıcının, kaçakçının, yolsuzun dışarda gezdiği, ama haber yapan gazetecinin hapise girdiği bir sistem içerisinde olmak beni çok üzüyor, yoruyor ve mutsuz ediyor.” 15 Temmuz’da başarısızlık ile sonuçlanan ve failinin ordu içinde yuvalanmış “Gülenist” yapı olduğu iddia edilen askeri darbe girişiminin üstünden yaklaşık altı yıl geçti. Bu süre zarfında sayısı belki milyonlara kadar ulaşan sayıda vatandaşın insani yaşam, çalışma ve özgürlük gibi temel insan hakları kısıtlandı, kimilerinin ise tamamen askıya alındı. Elbette herkesin acısı kendisine ağırdır, yakın çevremde tanık olmasam da özellikle sosyal medyadan ve çevrimiçi alternatif haber kaynaklarından takip ettiğim kadarıyla hafızama kazınmış insan hakları ihlallerinin en acı örneklerinden biri öğretmen Ayşe Özdoğan vakasıdır. Ölümcül Maxciller sinüs kanseri teşhisi konan Özdoğan “FETÖ” üyeliği suçlaması ile bir süre hapishanenin kötü koşullarına mahkûm bırakılmıştı hem de sol üst çenesi, dişleri, elmacık kemiği ve tükürük bezleri alınmasına rağmen. Özdoğan’ın yaptığı açıklamalardan bir kesit olayın vahametini ortaya koyması açısından önemli: “Mahkemeden gelen yazıda duruşmaya gelmemem durumunda zorla getirileceğim yazıyordu. O halimle hasta yatağımdan kalkıp mahkemeye gittim. Oysa bu aşamaya gelmeden önce hastalığa ilişkin tüm raporları dilekçe yazarak mahkemeye sundum ama dikkate alınmadı. Henüz ağzımın içinde ve yüzümde yaralar varken ve dikişlerim alınmadan hakim karşısına çıktım…” 15 Temmuz’un 6. seneyi devriyesine yaklaşırken yaşanan sayısız hak ihlalinin sadece bir örneği idi Ayşe öğretmen. “Siyasi ayak” denen sorumluların belki de bir bölümü hala siyaset sahnesinin “silik” aktörleri konumunda, böylesi bir durumda “hukuk devleti” ilkesi ve “insan hakları eylem planı” gibi adımlar sistemdeki hukuksuzlukları ve yaşanan mağduriyetleri silebilir mi, elbette hayır. Faillerinin kimler olduğu ve nasıl işlendiği tamamen aydınlatılamamış olan darbe girişiminin ardından, yaklaşık altı yıl cezaevinde kalan askeri öğrencilerin bir kısmı geçtiğimiz günlerde Yargıtay kararı ile özgürlüklerine kavuştu. Darbecilikle suçlanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan askeri öğrencilerin sayısı 355 idi. Hapse atıldıklarında birçoğu henüz 19 yaşında olan bu gençlerden 66’sı şu an özgür. Geç gelen adalet, adalet olarak görülebilir mi?! HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun meseleyi daha önce Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a aktarmış olduğu şu sözler ne kadar da haklı: “Eylül’de darbede üsteğmenmişsiniz, o zaman emredileni yaptınız. Şu anda Savunma Bakanı’sınız. Bu öğrenciler de denileni yapmış ve şu anda müebbetlik. Senin vicdanın kabul ediyor mu?” Günümüzde, sistematik hak ihlallerinin, sistemsizliğin zulmü ile boyandığı acı bir tabloya bakıyoruz: Tutuklu hastalar, yaşlılar ve suçlu damgası vurularak demir parmaklıklar ardına hapsedilen ve azaba mahkûm edilen masumların var olduğu bir tabloya… Ancak bu tabloyu yıkmak için her zaman umut var, nefes aldıkça umut var, yeter ki iyi insanlardan müteşekkil bir sistem inşa edebilelim, bu ise mert, hakkaniyet sahibi ve dürüst insanlar ile mümkün…