Ama tekraren belirtelim ki dünyayı deliler kurtaracak... Dünyada olan biten herhangi bir şeyin birbiriyle doğrudan bir bağlantısı olmayabilir. Ancak dolaylı olarak bağlantılı olmadıklarını ileri sürmek mümkün gözükmüyor. Eğer bulunduğunuz ülkenin yönetimi, egemenliğindeki topraklarını tüm kürenin kötülüklerine karşı çevreleyecek kadar cesur değilse dünyada olan bitenden etkilenmeme ihtimaliniz yok. Var mı böyle bir yönetimsel akıl, irade peki? Yok. Varsa da masal kahramanı falandır. Yani gerçek değildir. Hele böylesine bir ileri iletişim çağında…Böyle bir zamanda kendisini kötülüğe kapatmış bir siyasal rejim olduğunu değil düşünmek hayal bile etmek deli saçması olabilir. Ama tekraren belirtelim ki dünyayı deliler kurtaracak. Kimse de hayallerimize karışamaz. Bunu da belirterek şimdi hoyratlıkların birbirinden nasıl ilham aldığını ve birbirlerini nasıl beslediklerine geçelim. Geçmez olalım ya da.
Peki, bir masal kahramanı bulamayacak da olsak, en azından kullandığı lisanda ve pratiğinde nezaketsizlikten uzak duran, şiddeti eylem ya da söylemiyle pekiştirmeyen hatta buna karşı çıkan bir akıl egemen olamaz mı?
En güncellerden söze başlayabiliriz. Kötülüğün en sıcağı en çok can yakandır bir yandan da. Onlardan başlayalım. Öyleyse, Giorgia Meloni’nin seçimleri kazanmasıyla, hani şu partisinin adı “İtalya’nın Kardeşleri” olan, Mussolini’nin veliahtı diye bilinen ve aşırı sağın lideri olarak başbakanlık koltuğuna oturan kimsenin zaferiyle, İran polisinin Mahsa Amini’yi sokak ortasında hunharca katletmesinin arasında bir bağ yok diyebilir miyiz? İran kendisini isterse başka bir gezegenden toprak satın alarak izole etsin tüm dünya sisteminden. Ne olacak ki? Ne değişecek ki ya da?  Rejiminin katılığına Avrupa bir zemin sunmuyor olabilir mi? Böyle bir şey mümkün mü sahiden? Elbette Mahsa’yı hayattan koparan karanlık zihniyet, bu seçimde aşırı milliyetçilerin İtalya’da zafer kazanacağını öngörme rahatlığıyla hareket etmiyordu. O kadar da değil elbette. Fakat, dünyanın içine girdiği ve iki savaş arası dönemi şiddet ve vahşetiyle asla aratmayacak olan son çeyrek asırdır ki Türkiye’nin malum dönemine de denk gelen bu süre zarfında, bütün politik iradeler eskiden olduğu gibi yine birbirlerini etkilemekte pek alasından. Doğusu, batısı, yekunü. Bu sebeple polisin elindeki jop, saçının tek bir teli hicabından gözüken kadını eskiye göre daha kolay öldürebildi. Yanı başındaki Afganistan’da da Taliban öldürüyordu neredeyse yarım asırdır. Kızları, kadınları, el kadar çocukları… Şimdi daha rahat öldürüyor. Üstelik de meşru bir yönetim olarak, yasasına uygun şekilde. Kimseye veremeyeceği hesap da yok üstelik. Şimdi ibreyi buradan, İtalya kadar olmasa da biraz daha Batı’ya, bize kıralım. Bizim insanımızın ekseriyetle erkek insanımızın, örneğin polisimizin, neredeyse her gün olacak şekilde cinnet geçirdiğini, sokakta birilerine şiddet uyguladığını, eğer sokakta bunu sıçratacağı bir muhatap bulmazsa da en yakınlarına davrandığını öğreniyoruz. Haberlerimiz, eşlerini, çocuklarını ve kendilerini cinnet geçirerek hayattan koparan insanların haberleriyle dolu. Birileri sürekli can alıyor memleketimizde. Bilhassa biz kadınların bir sebeple ya da bazen sebebi bile gün yüzüne hiç çıkamayacak şekilde kocaları, sevgilileri, akrabaları, çocukları tarafından katledildiğine tanıklık ediyoruz.  Birileri sürekli şiddet uyguluyor, kendisinden daha zayıf halka gördüğü herkese karşı. Şimdi bu, bizim ülkemizden birisinin vaziyetiyle, aşırı sağ kanadın temsilcisi olan yönetimin İtalya’da azınlıklara yahut sistem karşıtı olanlara karşı uygulayacağı şiddet arasında gerçekten hiç mi bir ilişki yok? Türkiye’deki en itibar sahibi bürokratların giderek bayağılaşan, cinsiyetçileşen jargonu ya da mafya liderlerinin gündemi belirleyecek kadar meşrulaşması arasında ya da? Tüm bunlar birbiriyle öyle ya da böyle çok alakalı gelişmeler. Ve dahası tüm bunların bir politik tercihten kaynaklı olması meselesi…Hiçbiri kendiliğinden gelişen, bağlamından kopuk gelişmeler değil. Peki, bir masal kahramanı bulamayacak da olsak, en azından kullandığı lisanda ve pratiğinde nezaketsizlikten uzak duran, şiddeti eylem ya da söylemiyle pekiştirmeyen hatta buna karşı çıkan bir akıl egemen olamaz mı? Olur…Bu dünyanın deneyimleri bunlardan ibaret değil elbette. Türkiye’de yaklaşan seçim bir değişikliğe neden bir timsal olmasın ki hem? Elbet bu siyahlıklar gider gökyüzünden. Yavaş yavaş da olsa…