İran yönetimi içerisinde de farklı konuların oldukça heyecanlı bir şekilde tartışıldığı ve İran’ın şu an bir yol ayrımına doğru ilerlediği kanaatindeyim. İran’da son günlerde yaşanan toplumsal olaylar, 1979’dan bu yana uygulanan ve giderek metamorfoz geçiren ekonomi politikalarının tetiklediği gelişmelerdir. İran ekonomisi şu an bir taraftan yarı resmi kurumlar ve vakıflar üzerinden yoksul kesimlere yardım elini uzatırken diğer taraftan da devletin himayeci yapısının sürdürdüğü bir ekonomiyi temsil etmekte. Bu, vatandaşın devlete olan bağımlılığını artıran bir şey. Öte yandan geçtiğimiz haftalarda patlak veren ve hala İran’ın farklı bölgelerinde süren gösterilerin arka planında eğitimli ve dünyaya açık orta sınıfın hoşnutsuzluğunun yattığı görülüyor. Ayrıca Devrim Muhafızları ülkede oldukça belirleyici bir hale gelmiş konumda ve bu belirleyiciliği sadece askeri konularla sınırlı değil. Aslında bu tarz protesto gösterilerinin doğurduğu toplumsal karışıklıklara nasıl müdahale edileceğini ve krizleri nasıl yönetileceğini belirleyen de büyük ölçüde yine Devrim Muhafızları.
İran’ın farklı bölgelerinde süren gösterilerin arka planında eğitimli ve dünyaya açık orta sınıfın hoşnutsuzluğunun yattığı görülüyor.
Bütün bunların arkasında İran toplumunu yoksullaştıran, orta sınıfın sosyal statüsünü zayıflatan, devlet ve devrim muhafızlarını toplumsal hareketliliğe karşı sertleştiren en önemli unsur olarak sanayiden sağlık sektörüne, nükleer konulardan elektronik cihazlara ve teknolojiye, finansa varana kadar geniş bir alanı kapsayan uluslararası yaptırımlar gösterilebilir. Yaptırımların bu devasa etkisi ise eşzamanlı olarak su yüzüne çıkmasına neden olduğu ekonomik unsurların siyaset ve diğer alanlardaki gelişmeleri tetiklemesinde kaynaklanıyor. Tabii bunun yanında 2001’de 11 Eylül olaylarının hemen ardından Irak’ın işgal edilmesi ve bu işgalin genişleyerek İran’ı da içerecek şekilde doğrudan askeri bir saldırı tehdidi de yönetimin içeride ve dışarıda daha da radikalleşmesine yol açtı. 1979 Devrimi’nden kısa bir süre sonra ülkenin savaşa girmesi, halkın geniş kesimlerinin ekonomik açıdan mağduriyet yaşamasına neden olmuştu. Irak-İran savaşıyla devletin halkı savaşın tahribatından korumakta yetersiz kaldığı durumlarda vakıf ve yarı resmi kurumlar, yoksul ailelerin imdadına yetişiyor ve onları yaşanan ekonomik felaketten koruma noktasında önemli bir rol oynuyordu. Aslında başlarda geniş halk kitleleriyle özdeşleşebilen ve onların desteğini alabilen devrim, özelde geleneksel küçük burjuvazi diyeceğimiz çarşı-pazar esnafı (bazergan) kesimiyle daha yakın ilişkiler kurmuştu. Irak’taki Saddam rejimiyle girilen savaşın sürdürülebilmesi, kısmen, yaptırımlar nedeniyle verimli işletilemeyen ve yetersiz kalan petrol gelirlerini telafi etmeye çalışan geleneksel tüccar sınıfın finansmanıyla mümkün oldu. Ancak ilerleyen süreçte yaptırımların daha da ağırlaşması, ürünlerini satmakta büyük zorluk yaşayan bu sınıfa da büyük zarar verecekti. Ancak İran devletini yönetenlerin bu kesimle olan ilişkisi son süreçte birçok nedenden dolayı yara alırken bu sınıf içerisinde bir kesimin devrime olan sadakatini zedeledi.
Yaptırımların artması, İran ekonomisinde devasa zararlara yol açarken Devrim Muhafızları’nın ekonomideki rolünü de artırdı. 2000’li yılların sonlarından itibaren siyasette de belirleyici güç haline gelmelerine neden oldu.
Yaptırımların artması, bir taraftan İran ekonomisinde devasa zararlara yol açarken (bugüne kadar toplamda 500 milyar doları bulduğu kaydediliyor) diğer taraftan da Devrim Muhafızları’nın ekonomideki rolünü giderek artırdı. İran petrolünü ABD’ye ve Batılı ülkelere satamıyorsa da Çin ve Rusya’ya satıyor, neden yaptırımlardan bu kadar zarar görsün denebilir. Halbuki yaptırımlar, sadece petrol alım satımını değil, teknolojiyi de, yani petrol endüstrisinin verimli çalışmasını sağlayacak makine parkından sivil uçaklara kadar ekonomiyle doğrudan ilgili alanları kapsıyordu. Bu yüzden Devrim Muhafızları ülkede neredeyse her alanda başat bir konuma geldi. Bunun bir başka nedeniyse yaptırımları delebilecek organizasyon gücüne sahip tek yapılanma Devrim Muhafızları’ydı. 2000’li yılların sonlarından itibaren Devrim Muhafızları’nın ekonomide ön plana çıkması, aynı zamanda siyasette de belirleyici güç haline gelmesine neden oldu. Devrim Muhafızları’nın ülkede eskisine nazaran çok daha belirleyici hale gelmesi siyasi ve toplumsal konuların da giderek Devrim Muhafızları’nın kontrol alanına girmesini ve son dönemlerde başörtüsü nedeniyle patlak veren gösterilerde büyük siyasetin neden Devrim Muhafızları tarafından çizildiğini bizlere açıklar mahiyette. Bu, aynı zamanda Devrim Muhafızlarının etkisinin ve rolünün artmaya devam ettiği müddetçe İran’da bundan sonra yaşanacak gösterilerde sertlik dozunun artma ihtimalinin yüksek olduğunu bizlere söylüyor. Bugün ülkede yaşananların köklerinin, 90’lı yıllardaki ekonomi politikalar olduğunu söylemiştik. Bu yıllarda, özellikle de Sovyetler’in yıkılması ve korumacı politikaların cazibesini kaybetmesinden sonra İran kamuoyunda üzerinde en çok durulan konu, korumacı politikaların bir kenara bırakılıp neo-liberal düzene eklemlenme meselesiydi. Hiçbir zaman kapitalist uluslararası ekonomiden tam anlamıyla bağımsızlaşamayan İran ekonomisi o yıllarda sorunlarının çözümünü, uluslararası ekonomiyle daha fazla bütünleşmede aradı. Zira ekonominin can damarı olan petrol endüstrisi yabancı yatırımlar olmadan ve yaptırımlar kaldırılmadan verimli hale gelemez, kendisini yenileyemezdi. Ancak bu politikalar öte yandan devrimin tabanını oluşturan yoksul kesimlerin aleyhine işleyen taşeronlaştırma vb. gibi bazı politikaları da beraberinde getirmişti.
Son yıllardaki olaylar yakından incelendiğinde sık sık ayaklanmalara başvuran kesimin, tıpkı 2009’daki “Yeşil hareket” isyanındaki gibi göreli liberal politikalar sonucu ortaya çıkan bu yeni orta sınıf olduğu görülür.
Gülriz Şen hoca, kendisinden çokça yararlandığım “İran’da Devlet, Sermaye ve Sınıflar” adlı makalesinde 2000’li yılların başlarında iktidara gelen Ahmedinecad’ın bu dönemde izlenmeye çalışılan göreli liberal ekonomi politikalarının yoksullara verdiği zararı, doğrudan yoksul kitlelere yardımlar yaparak aşmaya çalıştığını belirtiyor. Ancak bu kez de kasa boşalmış, enflasyon artış eğilimine girmişti. Bir taraftan da 90’lı yıllarda ve daha sonraki süreçlerde izlenen ekonomi politikaları, petrol gelirlerindeki artış sağlaması ve bunun da yeni bir orta sınıf yaratması günümüze kadar etkileri süren bir sürecin başlangıcını oluşturdu. Son yıllardaki olaylar yakından incelendiğinde sık sık ayaklanmalara başvuran kesimin, tıpkı 2009’daki “Yeşil hareket” isyanındaki gibi göreli liberal politikalar sonucu ortaya çıkan bu yeni orta sınıf olduğu görülür. Ayrıca devrimden sonra üniversite eğitimine verilen önem ve yükseköğrenimin yaygınlaşması da bugün yaşanan olaylara ışık tutarken gösterilerin neden en büyük desteği Tahran Üniversitesi başta olmak üzere kampüslerden aldığını açıklıyor. Öte yandan kayıt dışı ekonominin ortaya çıkışı ve kayıt dışı ekonominin oluşturduğu boşluklardan yararlanan, yaptırımları delerek kendisine büyük karlar elde eden bir zenginler sınıfının doğması da ülkede önemli sorunların yaşanmasına ve bazı sorunların ise büyümesine yol açtı. Öyle görünüyor ki son yıllarda servetini İran dışına kaçıranlar, bu sonradan semirmiş ve kayıt dışı ekonominin beraberinde getirdiği belirsizlikten yararlanan bu zengin kesimdi. Şu an İran gazetelerine bakıldığında en fazla tartışılan konulardan birinin, dışarıya kaçan zenginlik ve beyin göçü olduğu görülecektir. İranlı yazar Abbas Abdi, 80’li yıllarda eğitimde meydana gelen bir takım sorunlar ve bu jenerasyonun resmi medyayı değil de internet üzerinden farklı haber kaynaklarına ulaşabilmesi nedeniyle yeni nesilin İslam Cumhuriyeti’nin temsil ettiği değerlere bir yabancılaşma içerisinde olduğunu söylüyor. Yaptırımlar bir taraftan toplumu devlete daha fazla muhtaç hale getirirken, devletin de hem ekonomi hem de toplum üzerindeki denetimini artırmasına yol açtı.
Seçimleri Reisi değil de reformist bir aday kazansaydı, yönetim olaylar karşısında gerekli esnekliği gösterebilirdi.
Protestolara gelirsek İran’da protestoların ve belki de muhalifler açısından kırılma noktasının, 2009’da Yeşil Hareket’in bastırılması olduğu söylenebilir. En azından protestoya katılanların bir kısmı, bu noktadan itibaren İran’da bir reform ya da değişimden umudunu kestiler. Dolayısıyla bugün ülkede protestolarda göstericilerin de en az yönetim kadar radikalleşmesinin bir nedeni de bu olabilir. İşin bir başka boyutu, bu son gösterilerin son seçimlerde reformistlerin dışlanmasıyla da yakından alakalı olduğunu ima ediyor. Zira reformistler bu kadar dışlanmasaydı ya da seçimleri Reisi değil de reformist bir aday kazansaydı, yönetim olaylar karşısında gerekli esnekliği gösterebilirdi. Gösterilere katılanların bir kısmının tepkisini meşru yollardan dile getiremediği için sokaklara ve şiddet olaylarına yöneldiğini görüyoruz. Ülkede siyasal rejimde herhangi bir değişiklik yaşanmasına gerek kalmadan bir reform yapılabilmesi ihtimaliyle ilgili şu söylenebilir: İran’ın önde gelen din adamları ve bazı siyasiler, başörtüsü konusunda geri adım atılırsa bunun rejim düşmanlarını cesaretlendireceği ve başka alanlarda da muhaliflerin saldırıya geçeceği endişelerini dile getiriyorlar. Bu değerlendirme kısmen doğru olabilir. Şayet sadece başörtüsü konusunda bir geri adım atılırsa gerçekten bu olay, bir geri çekilme olarak algılanacaktır. Ancak iyi gitmediğinin düşünüldüğü bazı alanlarda, örneğin ekonomi, insan hakları vb gibi alanlarda da reform ve yeni kanuni düzenlemeler yapılır ve bir paket halinde parlamentonun gündemine gelirse o zaman bu bir geri çekilme ya da yenilgi olarak değil, yönetimde köklü bir değişiklik ve toplumsal barışın tesisi olarak da algılanabilir. Bunu nasıl kodladığınıza bağlı. Kapsamlı reform yapılacaksa bunun halkla ilişkiler ve iletişim boyutunun da ihmal edilmemesi önemli. Tabii bu reformun gerçek bir reform olabilmesi için reformistlerden ve muhafazakarlardan, farklı kesimlerin yönetime katılması, onlarla istişare edilmesi ve kararlar alma süreçlerine katılması da oldukça önem arz ediyor. Nitekim muhafazakar kanattan olduğu bilinen İran’ın Kültür ve Turizm Bakanı İzzetullah Zerğami, geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada bir takım kanuni değişikliklerin yapılmasının İran’da domino etkisini yapmayacağını ve yönetimin yıkılacağı anlamına gelmediğini kaydetti. İran yönetimi içerisinde de farklı konuların oldukça heyecanlı bir şekilde tartışıldığı ve İran’ın şu an bir yol ayrımına doğru ilerlediği kanaatindeyim.