Seni faşist yapan “Ne” düşündüğün değil “Nasıl” düşündüğündür!
Politikyol
Herkes her şeyi düşünebilir. Hiçbir düşünce yoktur ki varlığı suç teşkil etsin. Günde binlerce, yılda milyonlarca düşünce geçer zihnimizden. Kimilerine tutunur ve sürdürürüz, kimileri ise uçar gider. Kimi düşünceleri eyleme dökeriz, kimilerini saçma bulur, kimi düşüncelerinse gerçeği yansıttığına yüzde yüz inanırız. Bugün farklı yarın daha da farklı düşünebilir, bazı düşünceleri ciddiye almaz, bazılarınınsa peşinden sürüklenebiliriz. Esasen “biz” düşünceler hakkında düşünen kişiyizdir. Böylece bir düşünceyi yaratabilir, değiştirebilir veya iptal edebiliriz.
İnsanı “kendi” yapan şey, düşüncelerinden fazlasıdır. Düşünceler; zihnin değişken ve yeniden şekillendirilebilir katmanını oluşturur. Gerçeğe yaklaşabilir, çarpıtabilir veya ondan tamamen kopuk olabilirler. İnsan “düşüncelerin sahibidir” (onları her daim gözden geçirerek revize edebilecek olan kişi). “Düşünceler insanın sahibi” olduğunda ise kişi otomatlaşır. Otomatlaşmış kişiler, kemikleşmiş bir düşünce döngüsüne kilitlenen yani aslında “düşünemeyenlerdir”.
Kendimizden ya da hayattan bahsederken gerçeklik ile düşünceleri birbirinden ayırmakta fayda vardır:
Yani, “Hayat güzeldir” demenin “hayatın güzel olduğu ile ilgili bir düşüncem var” demek olduğunu bilmek ya da “ben başarısız biriyim” demenin “başarısız olduğuma dair bir düşüncem var” anlamına geldiğini hatırlamak.
Bu ayrım; düşüncelerimiz ile gerçekler arasına mesafe koymamızı sağlar. Bu şekilde, düşüncelerimin gerçeği yansıtmayabileceğini hesaba katmış olurum. “Ben ve düşüncelerim” ayrımı; benliğin ve gerçekliğin düşünceler ile özdeş olmadığını hatırlatır. Böylece düşünce ve inançlara yapışmadan, esnek bir ilişki kurulmuş olur. Aldığım mesafe sayesinde zihinsel manevralar yapmak için gerekli alanı korur ve daha gelişkin bir düşünce seviyesine zıplama şansımı muhafaza ederim.
Düşünceler hakkında düşünmeyi bıraktığımızda ve onlarla olan mesafeyi kaybettiğimizde kendimizi ya da hayatımızı “düşündüklerimizden” ibaret zannederiz. Düşünceler ile benlik, düşünceler ile gerçeklik özdeşleşir. İnanç, bilgi muamelesi görmeye başlar. Bu; düşüncelere batmış bir gerçeklik ve benlik anlamına gelir. Mesafeyi kaybeden kişi için düşünceler; doğruluğu ya da yanlışlığı değerlendirilebilecek unsurlar olmaktan çıkıp kemikleşmiş sabitelere dönerler.
Düşüncelerin keskinleşen, kemikleşen, benlikten ve dünyadan ayrımsızlaşan bu mesafesiz halinde fanatizm, faşizm, vb. zihinsel yapılar oluşmaya başlar. Bu durumda gerçeklikten gelen veriler düşünceleri değiştirmez ya da güncelleyemez. Aksine sabitleşmiş düşünceler; gelen her veriyi kendi içinde asimile eder ve gerçekliği yutar.
Kritik olan ne düşündüğümüzden çok düşüncelerle nasıl ilişki kurduğumuz yani “nasıl düşündüğümüzdür”. Düşünce içerikleri; doğru yanlış, çarpık, olumlu, olumsuz, ilkel, gelişkin ve değişken olabilir. Görece daha sabit olan; “düşünme stilimizdir”. Yani düşünceler ile nasıl ilişki kurduğumuz, mesafe alıp alamadığımız, onları kendimizle/hayatla özdeşleştirip özdeşleştirmediğimizdir.
Örneğin Fenerbahçe’nin en iyi takım olduğunu, dünyanın güzel bir yer olduğunu, tanrının var ya da yok olduğunu, A’nın ülkenin en iyi partisi olduğunu düşünebilirim. Ancak bu düşüncelerin sahibi olarak ben, onların sadece bir düşünce olduğunu akılda tuttuğum, hakikati yansıtmama olasılıklarını muhafaza ettiğim, gerektiğinde değerlendirmeler yapıp değişen gerçeklik karşısında güncelleyebildiğim sürece fanatik, radikal, faşist, vb. yörüngelerden çıkmaya başlarım. Bu , “esnek ve mesafeli” bir düşünme stiline sahip olduğum anlamına gelir. Ne düşündüğümden bağımsız “nasıl düşündüğüm”; inançlarımın toksikleşmemiş, düğümlenmemiş, katılaşmamış, değişebilir, yumuşak bir malzeme olarak kalmasını sağlar.
Düşüncelere düşünce değil de hakikat muamelesi yaptığımda, ben=düşüncelerim, hayat=düşüncelerim denklemini kurmuş olurum. Böylece düşünce içeriklerim tartışılmaz, zorba ve katı olmaya başlar. “Gerçek öyle olduğu için ben böyle düşünüyorum” argümanı, yanılabilir olan insan düşüncesini şüphesiz bir referans noktası haline getirir. Artık düşünceler; talepkar, dayatmacı ve katı bir tabiata bürünür. Bu durumda insan düşüncenin sahibi olmaktan çıkmıştır. Düşünceler onun sahibi olmuştur.
Kişi, bu kemikleşmiş düşünsel çemberin içine yalnızca kendisini sıkıştırmakla kalmaz. Kendi düşünceleri ile kaybettiği mesafeden öteki zihinler de payını alır. Kendisine yaptığı gibi öteki insanlara da aynı düşünsel dünyayı dayatır. Zihni ile gerçekler eşitlenmiştir. Ve o, herkesi bu sabit noktanın çevresinde toplamaya çalışır. Bu düşünme stilindeki kişi; sorgulama, şüphe etme, esneme ve başka düşünsel gerçeklikleri hesap etme yeteneğini kaybeder. Hem kendisini hem de ötekileri bu katı şablonun içinde eritmeye çalışır. Başka insanların zihinlerinde başka düşünsel gerçekliklerin olmasına tahammül edemez. Kendi zihnindekinden farklı bir dünya ihtimaline tahammül edemez. Tek, sabit ve ortak bir gerçeklik iddiası ile herkesi aynı zihinsel vakumun içine çekmeyi diler. Ne de olsa “hakikat” tektir ve oradadır.
Cehalet, çoğunlukla indirgediğimiz gibi yalnızca düşünce içeriği ya da bilgi miktarı ile sınırlı bir durum değildir. Aynı zamanda ve belki de daha çok düşünme stili ile ilgilidir. Bu nedenle bilgili ve cahil olmak sık rastlanır bir durumdur. Düşünme stilindeki sorunlar, bilginin “aydın bir zihniyet” oluşturmasına mani olur. Nitekim kimi zaman yeni bilgi, insanların cehaletini ve savunuculuğunu daha da arttırır. Bilim adamı, profesör, din adamı, politikacı bir dolu “cahil zihniyet” örneği vardır. Cehalet, bilgi arşivimizin genişliğinden çok düşünme stilimiz ile ilgili bir durumdur. Bilgi miktarının çaresi daha kolay iken düşünme stilinin onarımı daha zordur. Hiçbir düşüncesini değiştirmeyen ve farklı inançlara alan tanımayan profesör A, yıldızları, koyunları ve insanları anlamaya çalışan, düşünceleri hakkında düşünen çoban M’den -düşünme stili itibariyle- daha cahildir.
Bu nedenledir ki mücadele edilmesi gereken şey inançlar, ideolojiler, fikirlerden çok düşünme stilleridir. Dinler, ideolojiler, gruplar, takımlar vb. fikirsel topluluklar dayatmacı, katı ve sabit olduklarında tehlikeli hale gelirler. Sizi holigan yapan Fener’i mi yoksa Galatasaray’ı mı sevdiğiniz değil, nasıl sevdiğinizdir. İnsanlar düşünce içeriklerinde serbesttirler. Fakat düşünme stillerimiz nedeni ile, bir ötekinin zihinsel varlığına alan tanımadığımızda bu; cehalet ve suç olmaya başlar.
Bu nedenle düşünmek yetmez. İnsan düşünceleri hakkında düşünmediği sürece “düşünüyor gibi gözüken bir otomattır”.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu