Gelinen noktada, durmaksızın genelgeleşen haliyle Millî Eğitim Bakanlığında eğitimden daha az güvenilir hiçbir alan kalmamıştır. Türkiye’nin eğitim tarihinde bugüne kadar pek çok hata, pek çok yanlış yapıldı, pek çok kusur işlendi. Fakat pandemi kriziyle birlikte bunlardan çok daha fazlasına tanık olduk ilk kez. Ve bu krizin hiçbir şekilde yönetilmemesi sonucunda eğitim tarihimizde daha önce hiç görülmemiş bir ilk gerçekleşti: eğitim katledildi, hem de bizzat Millî Eğitim Bakanlığı marifetiyle katledildi! Süreç boyunca seçenek üzerine seçenek sunan Millî Eğitim Bakanlığı, nihayetinde muhteşem bir şeyi başardı: mutlak bir seçeneksizlik! Ve sürekli artırılarak üretilen eğitim olanaklarının(!) yol açtığı tek bir sonuç oldu: eğitimsiz bir öğretim! Israrla şu mealde şeyler söylendi ilk andan itibaren: Kriz, çok iyi bir şekilde yönetiliyor. Peki, şu halde, neyin telafisi yapılıyor ikide bir? Telafi, ya bozulmuş bir şeyin düzeltilmesi ya da zarar ve ziyanın giderilmesi için yapılır. Madem, kriz çok iyi bir şekilde yönetildi, yönetiliyor, neden telafiden söz ediliyor sürekli? Pandemi krizinin kritik anı, 2020 yaz dönemiydi. Artık krizin ne olduğunun anlaşıldığı ve rahatlıkla bir planlamanın yapılabileceği, stratejilerin geliştirilebileceği, taktiklerin üretilebileceği bu dönemde; yani 2020-2021 eğitim öğretim süreci öncesindeki dönemde maalesef hiçbir şey yapılmadı. Bu kritik anda bakan, her tür olasılığa hazırız; şöyle de yapabiliriz, böyle de yapabiliriz gibi ifadeler içeren açıklamalar yapıyordu durmadan. Fakat sonradan anladık ki, ne bir plan yapılmış, ne bir strateji geliştirilmiş ne de tek bir taktik üretilmiş bu dönemde. Nitekim 2020-2021 eğitim öğretim yılı gelip çattığında, karşılaştığımız tek şey sadece ve sadece ertelemeler oldu. Ve sonra da süreç öyle bir hal aldı ki, erteleme üzerine ertelemelerle yaşar olduk, adeta tamamen bir ertelemeye dönüştü her şey, halen bitmek bilmeyen sürekli bir ertelemeye! Elbette sürekli bir erteleme katliam için yeterli değildir. Çünkü erteleme sadece vaktinde yapılması gerekenin yapılmamasını ifade eder, sürekli bir erteleme ise yapılması gerekenlerin ısrarla yapılmamasını. Ancak katliam çok daha fazlasını ifade eder; genelin katlini ifade eden katliamın eğitim düzleminde ortaya çıkabilmesi için yapılması gerekenlerin yapılmamasından öte yapılmaması gerekenlerin de yapılması gerekir. Ve ne yazık ki böyle de oldu; bakanlık ne yapılmaması gerekiyorsa onu yaptı! Erteleme üstüne ertelemelerle geçiştirilmeye çalışılan kriz ısrarla geçmeyince, yapılması gerekenlerin yapılmamasından öte en yapılmaması gerekenler de yapılmaya başlandı: tüm pedagojik ilkeler bir bir devre dışı bırakıldı. Ve tüm bu ilkelerin yerine tek bir ilke getirildi: belirsizlik! Bir ilke olarak benimsenen belirsizlik, sorumsuzlaşma için çok elverişli olanaklar sunar. Sorumsuzlaşma ise bir katliam için en uygun ortamdır. Ve ne yazık ki, Millî Eğitim Bakanlığı da bu “elverişli olanakları” ve “uygun” ortamı sonuna kadar kullandı! Asla sorumluluk üstlenmedi, her durumda sorumluluğu kendi üzerinden attı. Önce velilere sonra da öğrencilere yükledi sorumluluğu. Ama bununla da yetinmedi! Bizzat bakan tarafından her bir yurttaş sorumlu ilan edildi süreçten; şayet yurttaşlar temizlik, maske ve mesafe kurallarına uymayı başarabilseydi kuşkusuz ki bir an evvel açılacaktı okullar. Her yer açıkken okulların kapalı olmasına karşı tek bir açıklama getirmeyen, hınca hınç doldurulmuş kapalı mekânlarda yapılan parti kongrelerine karşı öğrencilerin eğitim hakkı için tek bir kelime sarf etmeyen, tek bir tepki göstermeyen bakanın yaklaşımıydı bu –eğitim tarihimizde çok az bulunur eğitimci bakanımızın tavrı! Ancak bu kadarı bile katliam için yeterli olamazdı, bu yüzden son bir hamleyle en yapılmaması gerekeni de bakanlık: tüm bu koşullara ve yönetimsizliğe rağmen sorumluluk üstlenen öğretmenleri, eğitimin belirleyici aktörü olan öğretmenleri, çekinmeden, hiç çekinmeden devre dışı bıraktı: isteyenler sınavlara girsin, istemeyenler girmesin. Bravo! Kendisinden sınıfının esirgendiği yetmezmiş gibi, dijital ortamda öğrencisinin yüzünü yasaklamak yetmezmiş gibi, bir öyle bir böyle diyen genelgelerle sürekli olarak angaryalara boğmak yetmezmiş gibi, sürecin etkisini anlayabilmek için elindeki en önemli aracı olan ölçme değerlendirme olanağını da aldı bakanlık öğretmenlerin elinden! Ve böylece eğitimin kalbine mızrağı sapladı! Ders notunu pazarlıkla belirlenen bir değer olarak anlayan bir Millî Eğitim Bakanı da geçti eğitim tarihimize. Doğru, bir ekran bulabildiğimiz her yerde eğitimle dopdolu olduk bu kriz sayesinde. Ve tam da bu yüzden hiçbir yerde eğitim diye bir şey kalmadı, hiçbir esasının dikkate alınmadığı, tüm aktörlerinin katledildiği bir toplu mezarlık dışında hiçbir yerde. Pandemi, eğitim için ilk başlarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir krizdi, şimdilerde ise büyük ve acımasız bir kadere dönüştü. Artık bu acı kaderi değiştirmek ve pek çok şeyi yeniden, adeta sıfırdan inşa etmek zorundayız. Bunun için de başlangıç noktası çok açık: kendisini kullanabilmek için çok çok az bir etik değer taşımanın kâfi olduğu istifa müessesesi!