Geçtiğimiz hafta Oxford Economics isimli araştırma kuruluşunun Türkiye üzerine hazırlamış olduğu araştırma raporu epey tartışıldı. Raporun ‘sefalet endeksi’ isimli parçası ana ilgi odağıydı. Bu konuyu biraz daha detaylandırmakta fayda var. Sefalet endeksi; bir ülkenin refahını olumsuz yönde etkileyen işsizlik ve enflasyon oranlarının toplamından oluşuyor. Karmaşık bir hesaplama yöntemi yok, kıyaslama yaparken yaşanabilecek tek zorluk farklı ülkelerin verilerine ulaşmak ve birleştirmek. Türkiye benzer iktisadi gelişmişlik düzeyindeki ülkelerle karşılaştırıldığında bu tatsız endekste Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ardından 2. sırada. Vurgulayalım; bu listede ne Türkiye’ye kıyasla çok daha varsıl olan Almanya ve Japonya var ne de çok daha yoksul Afganistan ve Somali. Uluslararası düzeyde istatistik derlemesine ilişkin belirli standartlar bulunsa da istenilen uyum genellikle oluşmaz. Örneğin Güney Afrika’da pandemi olmadan daha önce işsizlik oranı %29 gibi çok yüksekti. Son veri ise %32,5. Hatta genç işsizlik oranı %61,3. Diğer taraftan Tayland’da pandemi öncesi işsizlik oranı sadece %1 ve son veri %1,5. Genç işsizlik oranıysa %8. Bu iki ülke arasındaki bu derece büyük farkı ekonominin koşulları değil ölçüm standartsızlığı kaynaklı. Türkiye bu ülkeler gibi iki ayrı uç noktada değil. Ancak yine de dar tanımlı işsizlik oranı mevcut durumu ortaya koymaya yeterli değil. Örneğin pandemi öncesinde, sonrasında ve açıklanan son veride dar tanımlı işsizlik yaklaşık olarak hep %13. Sanki tüm bu dönemde hiçbir şey değişmemiş gibi. Hâlbuki geniş tanımlı işsizlik pandemi öncesinde %19, esnasında ve son veride yaklaşık %26 düzeyinde. Özetle, emek piyasasındaki gerçek durumu geniş tanımla ifade edersek Türkiye sefalet endeksinde benzer ülkelerle giriştiği talihsiz yarışta liderliğe yükselir. Elbette kesin konuşabilmek için diğer ülkelerin verilerinde de Türkiye’ye özgü eksiklerin olup olmadığını incelemek gerek. GERÇEKLER AÇIKLANANLARDAN FARKLI Bu hesaplamanın diğer yarısı enflasyon oranı. Türkiye’de Merkez Bankası’nın %19 politika faizi ve buna yakın mevduat faiz oranlarına rağmen bankalardaki tasarrufların %53’ü döviz ve altın cinsi tutuluyor. Son açıklanan enflasyon verisi olan %17,14’ün yaklaşık 200 baz puan üzerindeki faiz büyük çoğunluğu ikna edememiş. Toplumun genel kanısı gerçek enflasyonun TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon oranının hayli üstünde olduğu. Elbette tüketicilerin bu tip bir algıya sahip olmaları Türkiye’ye özgü değil. Ancak hissedilen ve açıklanan enflasyon arasındaki farkın son 3 yılda açıldığını söylemek sanırım itiraz görmez. Sefalet endeksine anlık bakıldığında işsizlik ve hayat pahalılığının uzun süreli etkileri göz ardı edilmiş olur. Yalnızca 1 ay yüksek enflasyon ve işsizlik yaşansa, hatta rekor düzeyde dahi olsa, kısa süresinden ötürü büyük yoksullaşmaya neden olmaksızın atlatılabilir. Fakat Türkiye’nin son 3 yıldaki karnesi düzenli olarak hep kötü. Örneğin son 3 yıldaki ortalama enflasyon %15,3. İşsizlik oranı ise %12,8. Geniş tanımlı işsizlik oranı ise %21,3. Yani Türkiye uzun süredir sefalet içerisinde. Bunu elinizin üzerinize kaynar suyun sıçramasıyla, elinizi kaynar suya sokup beklemek arasındaki farka benzetmek muhtemelen pek hatalı olmaz. Şu ana kadar konuştuklarımız geçmiş ve şimdiki zamanı içeriyor. Geleceğe dair ipuçlarını bulabilmek için tüketici güven endeksine bakalım. Son veri 80,2 ve 3 yıllık buhran döneminin ortalaması 82,4. Tam da bu noktada endeksin 100 değil 200 üzerinden hesaplandığını hatırlatmak gerek. Yani 3 yıldır endeks sürekli çok düşük seviyede. Sürpriz değil, bu derece yüksek işsizlik ve enflasyon ortamında elbette gayet doğal. Ya geleceğe ilişkin beklentiler? Gelecek 12 aylık dönemde hanenin maddi durum beklentisi sorusuna son ankette verilen yanıt 81,0 ve tabii yine 200 tam puanı üzerinden. Özetle, yalnızca geçmiş ve günümüz değil geleceğe dair umutsuzluk da had safhada. Ötesi buhran başlangıcından bu yana sorunun ortalama cevabı 80,1’e tekabül ediyor. Yani beklentilerdeki bozulma çoktan kalıcı hale gelmiş. SEFALET ENDESİNDE ÜST SIRADAYIZ Toparlayalım. Türkiye’de insanlar benzer durumdaki ülkelere göre yüksek işsizlik ve enflasyon yaşıyor. Üstelik veri makyajlamalarını göz ardı ettiğimizdeyse sefalet endeksindeki yerimiz en üst sıra. Ötesi 3 yıldır sürekli bu derece ağır koşullar altında hayatına devam ediyor. Dahası gelecek 12 aya ilişkin umutları oldukça buruk. 3 yıldır yaşanan sıkıntının 1 yıl daha süreceği genel kanı. Israrla içinde olduğumuz sürecin bir ekonomik kriz değil, iktisadi buhran dememizin dayanaklarından biri bu. Bu sonucun sağlamasını ise gittikçe artan intihar vakaları yapıyor maalesef. Üstelik pandemi bir gün geride kaldığında bırakacağı enkazı öngörmek hala mümkün değil. Kapatmadan bir noktayı daha vurgulamak gerek; sınıfsallık. Üstte bahsedilen tüm veriler ortalama. Ancak toplumda nasıl gelir ve servet adil dağılmıyorsa sefalet de öyle dağılmıyor. Her şeye rağmen işleri yolunda giden azınlığı dışarıda bırakırsak, geride kalan çoğunluğa daha büyük sefalet kalıyor. Yalnızca uluslararası kıyaslamalarda değil, ulusal düzeyde de refah düzeyi farkları açılıyor. “Lüks mağaza, restoran ve oteller hep dolu” sözleri ile ifade edilen “kriz yok” önermesinin hatalı mantığı da ortaya çıkıyor. Kısacası bir değil en azından iki Türkiye’de yaşıyoruz ve ikincisi 3 yıldır sefalet endeksinde en üstlerde…