Demokrasi kampı zaviyesinden baktığınızda skor iç açıcı sayılmaz. Fransa’da merkez siyasetin çöküşü tescillendi. Macaristan’da Orban ezici bir çoğunlukla yeniden seçildi. İsveç’te ırkçı parti ikinciliğe yükseldi.Çin’de Şi Jinping rejimi totaliterleşme, iktidarı şahsileştirme, ülkeyi içe kapama, son kırk yılda palazlanmış iş dünyasını kontrol altına alma çizgisine geçerken Çin’in saldırgan bir dış politikaya yöneleceğini de ilan etti. Birbiri ardına kroke edici darbeler alan demokrasi ve özgürlükler yanlısı dünya kamuoyu Brezilya’daki başkanlık seçimlerinde rahat bir nefes alacağına inanarak bu ülkedeki oylamayı bekledi. Kamuoyu yoklamalarına göre eski Başkan Lula da Silva’nın yüzde 48 oy alması bekleniyordu. Sicili son derece karanlık ve seçim sonuçlarını kabul etmeyebileceğini de defalarca söylemiş dünya sağcı otoriter popülist liderler liginin aslarından Başkan Bolsonaro’nun ise yüzde 36’da takılacağı tahmin ediliyordu. İlk turda Bolsonaro tahminlerin çok üstüne çıkmakla kalmadı ikinci turda da yüzde 49,2 oranında oy aldı. Lula’nın eski sağcı hasımlarının bile bu seçimlerde ona destek vermeleri demokrasi kampı açısından büyük bir kazanım sayılsa da ülkeyi feci şekilde yöneten, eşitsizlikleri artıran, Covid salgını sırasındaki sorumsuz yönetimiyle 650 bin kişinin ölümüne sebep olan, Amazon ormanlarına saldıran, sosyal ve cinsiyetle ilgili konularda vahşi görüşlere sahip bir siyasetçinin devlet kaynaklarını sonuna kadar kullanarak da olsa seçmenin neredeyse yarısının oyunu alabilmesi aslında kaygı vericiydi. Birinci turda parlamentoda Bolsonarocu siyasetçilerin güçlü bir şekilde temsil edileceklerinin anlaşılması, eyalet valiliklerinde gene Bolsonarocu siyasetçilerin öne çıkması hem Lula’nın işini güçleştirecek olgulardı, hem de Jair Bolsonaro’nun kendisi gitse bile adını taşıyan akımın ideolojik ve siyasal gücünün yerli yerinde kalabileceğini gösteriyordu. Bir toplumsal/siyasal güç olarak faşizan Bolsonaroculuk üstelik de yalnızca dört yıllık bir iktidarın sonucunda kalıcı bir dalga olduğunu kanıtladı. Bir Brezilya’lının deyişiyle bu seçimler mealen “cennetin kapılarını açmadı ama cehennemin kapılarını kapattı”. En azından bu sefer demokratik ve özgürlükçü kampın sevineceği bir sonuç alınmıştı. Bolsonaro’nun, yakın dostu ve müttefiki Trump’tan esinlenerek, ülkeyi kaosa sürükleyecek şekilde seçim sonuçlarını reddetmemesinin biraz da ABD Başkanı Biden’in solcu Lula’yı derhal tebrik etmesi sayesinde gerçekleştiğini de düşünebiliriz. Sevinçli hava uzun süremedi. İsrail siyasetinin hacıyatmazı, hakkındaki yolsuzluk davaları yıllardır süren ve bir yıl önce zor bela iktidardan düşürülen Bibi Netanyahu solun tarumar olduğu seçimleri kazandı. Ülkesine ve dünyaya hediyesi de İsrail tarihinin en sağcı hükümeti ve ırkçılıklarından gurur duyan, tüm Filistinlileri/Arapları terörist diye tanımlayan, İsrail vatandaşı olan Filistinlileri de ülkeden nasıl atsak planları yapan bir partinin de kabinede yer almasıydı. Aslında belki hiçbir geçerliği kalmamış olan “iki devletli çözüm” tartışmalarının bitmesi, Filistinlileri hiç dert etmeyen Arap rejimlerinin faş edilmesi, beş yıllığına seçilip 18 yıldır başkanlık seçimi yaptırmayan tükenmiş Filistin Yönetimi başkanı Mahmut Abbas’ın silkelenebilmesi, hayli çürümüş bir yönetimi Gazze’ye dayatmış ve oradaki halka ağır bedeller de ödeten, hasmı Cihad örgütüne karşı İsrail ile zımnen işbirliği yapan Hamas’ın da farklı siyaset üretme çabasına girmesi için böyle bir şok yararlı olabilir. Bu konularda ümitli olmak hayli zorsa da. Bolsonaroculuk yalnızca dört yıllık bir iktidarın sonucunda kalıcı bir dalga olduğunu kanıtladı. Bir Brezilyalının deyişiyle bu seçimler “cennetin kapılarını açmadı ama cehennemin kapılarını kapattı”. Bugün sezonun son önemli seçimi yapılıyor. ABD seçmenleri bir yandan Kongre’nin Temsilciler Meclisi’nin tümünü ve Senato’nun üçte birini seçerken, eyaletlerde de valilikler, içişleri bakanlıkları ve çeşitli mevkiler için seçim yapılacak. Cumhuriyetçi Parti’nin eyalet ve Federal düzeyde aday gösterdiklerinin yarısı Trumpçı. Yani 2020 seçimlerinin meşruiyetini kabul etmeyen, 6 Ocak’taki darbe girişimini hafife alan, önemli kesimi beyaz ırkçılığın sözcülüğünü yapan sosyal konularda reaksiyoner, demokrasinin temel ilkelerini pek umursamayan tiplerden bahsediyoruz. Enflasyon nedeniyle Biden yönetimine tepkili seçmenin aynı zamanda Covid’den beri coşan suç dalgası karşısında duyarsız bulduğu Demokrat Parti’ye bir ders vermek istediğini de söyleyebiliriz. Giderek mavi yakalı işçilerden oluşan tabanını yitiren ve kendisini nihilist bile sayılabilecek bir kimlik siyasetine hapseden, sınıfsal siyaseti dışlayan Demokratların hezimete uğraması halinde Amerikan demokrasisinin geleceğinden endişe duyanlar çok. İyimser beklenti, özellikle Yüksek Mahkeme’nin kürtajı yasaklayan kararına tepki duyan kadınların yüksek katılımla sandığa gitmeleri halinde Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçilere, tercihen büyük bir fark olmadan geçmesi. Senato’nun ise bu durumda Demokratlarda kalacağı umuluyor ya da dileniyor. Yarın Türkiye’de sabah olduğunda sonuçları öğrenmiş oluruz. Amerika’da seçim olsa ne olur ha Ali Mehmet ha Mehmet Ali diyenler için bir notla bitireyim. Trumpçı Cumhuriyetçilerin hâkim olacakları bir Kongre’nin ABD’nin rejimine de dünya üzerindeki demokratik güçlere de verebileceği zararı hiç küçümsememek gerekir. Seçimlerin ardından bunun analizini de yapmaya çalışırım.
Seçimlerin bilançosu
Politikyol
Giderek mavi yakalı işçilerden oluşan tabanını yitiren ve kendisini nihilist bile sayılabilecek bir kimlik siyasetine hapseden, sınıfsal siyaseti dışlayan Demokratların hezimete uğraması halinde Amerikan demokrasisinin geleceğinden endişe duyanlar çok.
Bu yıl başında dünya siyaset gündeminde beş önemli seçim ya da dönüşüm anı vardı: Macaristan seçimleri, Fransa’da başkanlık ve sonrasında parlamento seçimleri, Brezilya seçimleri, Çin Komünist Partisi 20. Kongresi’nde Şi Jinping’in “seçilmesi” ve ABD ara seçimleri. Meraklısı için bunlara 1917 devriminin yüzüncü yılının kayda değer şekilde kutlanmasını istemeyen Vladimir Putin’in Sovyetler Birliği’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü kutlaması ihtimali eklenebilirdi. Bu kritik seçimlere yıl içinde çıkan hükümet krizleri nedeniyle İtalya ve İsrail de eklendi.
Demokrasi ve özgürlükler kampı zaviyesinden baktığınızda skor hiç de iç açıcı sayılmaz. Fransa’da Macron kazanmış olsa da merkez siyasetin çöküşü tescillendi, aşırı sağ güçlü bir çıkış yaptı, Meclis’e ağırlık koyabildi. Karşısında kurulan altılı ittifaka rağmen sağcı otoriter popülizmin mümtaz simgelerinden Macaristan Başbakanı Victor Orban ezici bir çoğunlukla yeniden seçildi. İtalyan seçimlerine az bir süre kala diğerleri kadar simgesel önem taşımadığı düşünülen İsveç’te yapılan seçimlerde Sosyal Demokratlar iktidarı kaybederken, ırkçı parti ikinciliğe yükseldi. İtalyan seçimlerinde faşist parti ve ortağı olan sağ partiler önde çıktı ve “İtalya’nın biraderleri” adlı faşist partinin lideri ülkenin ilk kadın başbakanı oldu.
Yorumlar
Popüler Haberler
Yasadışı bahis operasyonu: Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil'e tutuklama talebi
Galatasaraylı Icardi'den sakatlık açıklaması
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Üsküdar Belediyesi ruhsatsız otopark işletti, hayvanlar için ayrılan paraları amacı dışında kullandı
Akın Gürlek'in eşinin SPK'ya atanmasına CHP'den tepki