Ülkenin içinde olduğu koşullar veri alındığında Erdoğan’ın ‘seçilmiş’ gazetecileri daveti bir normalleşme değil kendini anlatma ihtiyacıyla açıklanabilir. O davetten yazılacak yazılar da siyasi analizden çok ancak izlenim yazıları olur. Son yazıda yaptığım tespitlerden birisi, siyasi iktidar blokunun bağımsız gazeteciliği neredeyse yok ettiği ve kamu adına gerçeklerin peşinde olan “gazeteci” yerine iktidarın siyasi propaganda aracına dönüştürdüğü “devlet memuru gazetecisini” tercih ettiği yönündeydi. Son yasalaşan dezenformasyon yasasının da aynı denetimi sosyal medya için yapmayı hedeflediği de açıktır. Özetle siyasi iktidar bloku hem konvansiyonel medyaya hem internet medyasını hem internet üzerinden yayın yapan bağımsız kanalları hem de sosyal medyayı da kontrol altına almak istiyor. Amacı elbette alternatif bilgi ve gerçekliğin kamusal alana çıkmasını, dolaşıma sokulmasını engellemek. Peki bu gerçek ortada iken; Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde yapılacak toplantıya, son yıllarda hiçbir toplantıya davet edilmeyen, kendilerine akredite uygulanan, uçağa alınmayan kimi medya mensuplarını davet etmesini nasıl okumalıyız? Şüphesiz bir gazeteci için aslolan toplumun olabildiği ölçüde gerçeği bilmesidir. Bu açıdan davet edilen gazetecilerin davet edildiği toplantıya gitmesi ilkesel olarak doğrudur. Ancak bir çok soru da cevap beklemektedir. Mesela; Davet edilen gazeteciler hangi kriterlere göre belirlenmişlerdir? En temel hak olan soru sorma imkanları olacak mı? Dahası bu davet, sadece bir defaya mahsus mu olacaktır yoksa devamı gelecek midir? Davet, “seçilmiş” gazetecilerle mi sınırlı yoksa kurumlar da davetli mi? Eğer soru sorma imkânı olmayacaksa ve/veya tek seferlik bir davet ise katılmaları ne kadar anlamlı olur ondan şüpheliyim. Nitekim biliyoruz ki, gazetelere ve TV’lere kurumsal yasaklar sürüyor. Dahası geçtiğimiz hafta çıkarılan dezenformasyon yasası ortada iken iktidar bağımsız medyaya ne kadar izin verecek? Bu ciddi bir sorundur. Sonuç olarak bugünkü koşullarda bağımsız gazetecilik hayli zor. Ne yazık ki gerçek bu.
Bugün Erdoğan’ın şahsında kristalleşen bu akıl, güçlü bir tek adamın siyaseten her şeyi belirlediği bir döneme işaret ediyor. Bu tablo, tek bir akla, kendi akıllarını o akla teslim eden, o akıl adına hareket ettiğini düşünen yapının, organizasyonun, siyasetin resmidir.
Bu yapının siyasi sonucu ise iktidar” olmayı merkeze alan bir siyasetsizliktir. YENİ BİR DÜZEN KURULDU Hepimiz biliyoruz ki yeni sistemle yeni bir düzen kuruldu. Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile kurumsallaştırılmaya çalışılan düzenin” odağında Erdoğan var. Hükümete başkanlık etmekten, haber kanallarının KJ’lerine, hatta program ve program konuklarının dizaynına kadar her konuya hâkim ve müdahale eden bir akıl var karşımızda. Bu durum, o aklın mükemmelliğinden değil; akıllarını o akla rehin veren, o aklı mükemmelleştirerek kendilerini mükemmel sayan çevreden kaynaklanıyor. Bugün Erdoğan’ın şahsında kristalleşen bu akıl, güçlü bir tek adamın siyaseten her şeyi belirlediği bir döneme işaret ediyor. Bu tablo, tek bir akla, kendi akıllarını o akla teslim eden, o akıl adına hareket ettiğini düşünen yapının, organizasyonun, siyasetin resmidir. Bu yapının siyasi sonucu ise iktidar” olmayı merkeze alan bir siyasetsizliktir. Bu açıdan bugün toplumsalın siyasalı değil, siyasalın toplumsalı belirlediği hatta dönüştürdüğü bir dönemdeyiz. AK Parti “değer” temelli mikro alandaki siyasal tercihleri, kamusal çoğulculuğu referans alan değil; kendi kültürel kimliğini referans almaya başladı; iktidar gücü ve devlet imkanları ile siyasal tercihlerini tüm topluma empoze etmeye çalışıyor son yıllarda. Diyanet, eğitim ve medya da bu sürecin ideolojik taşıyıcılarıdır. Bu siyaset yapma tarzının bütün amacı iktidarını korumaktır. İktidar bunu sağlamanın yolunun da toplumsal kutuplaşma ve gerilimden geçtiğini düşünüyor. Bu siyaset, iktidarını destekleyenler dışındakileri öteki ve düşman ilan eden bir siyasal atmosfer inşa etti. Bu işleyiş sadece basit bir siyasal söylem ile olmuyor. Bu sistemi tahkim eden bir ekonomik düzen de bu sürecin olmazsa olmazı. Bu ekonomik düzen ise devlet mekanizmaları kullanılarak yaratılan rantın; medya, sanat, inşaat ve çeşitli alanlardaki kurumlar üzerinden iktidara siyasi, ideolojik, toplumsal meşruiyet sağlayanlara dağıtılması üzerine kuruludur. Kuşkusuz bu düzen yaratılan rantın büyüklüğü ile doğrudan orantılıdır.
Devam eden kutuplaştırma ve gerilim siyaseti kitle partisi olan AK Parti’yi hızla bir kimlik partisine dönüştürdü. Bugün AK Parti, Milli Görüş’ü bile kıskandıracak kadar radikal bir kimlik siyaseti izliyor.
DENİZİN SONU GELİYOR Ne yazık ki, ülkenin içinde olduğu ekonomik koşullar bu rant düzenin eskisi gibi süremeyeceğini gösteriyor. murat Son yıllarda siyasi iktidarın en büyük sorunu bu. Ancak ekonominin içinde olduğu koşullar, iktidar olma hâlini sürdürmek için kurdukları düzenin, Türk Tipi Alaturka başkanlık Sistemi’nin doğal bir sonucu. Diğer yandan devam eden kutuplaştırma ve gerilim siyaseti kitle partisi olan AK Parti’yi hızla bir kimlik partisine dönüştürdü. Bugün AK Parti, Milli Görüş’ü bile kıskandıracak kadar radikal bir kimlik siyaseti izliyor. Açıkçası bu durum siyasi iktidarı ve siyasi ortaklarının sadece küçülmesine hizmet eder. Yaşadığımız da bu. Bunu ne anket sonuçları ne de meydanlardaki kalabalıklar önleyebilir. Siyasi iktidar bu gidişatı kırmak ve kendini medyada kurduğu kapalı devre sistemin dışına da anlatmak için toplantıya eleştirel gazetecileri de davet etmiş olabilir. Ve bu daveti de yeni bir normalleşme süreci” olarak sunmak istiyor AK Parti çevresi. Açıkçası ben bunun da pek mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu koşullar veri alındığında yanılmayı çok istesem de o davete katılacakların yazacakları yazıların bir tür siyasi turistik gezi tadında izlenim yazıları olacağını tahmin ediyorum.