Bu gelen savaş ilk değil.
Çok savaş oldu bundan önce
Bittiği gün en son savaş
Bir yanda yenilenler vardı gene
Bir yanda yenenler vardı
Yenilenlerin yanında
Kırılıyordu halk açlıktan
Yenenlerin yanında
Halk açlıktan kırılıyordu.
-B. Brecht
21.yüzyılda “Savaşa Hayır!” diyemeyenlerin olması kimin utancı, her birimizin bu durumda nasıl ve ne kadar payı var, diye düşünüyorum birkaç gündür. Sanıyorum, 21. yüzyılda ülkede her yıl yüzlerce kadının öldürülmesinin, çocuk istismarlarının/evliliklerinin, yoksulluk intiharlarının, barınamayan öğrencilerin, hayvan ve doğa katliamlarının ve daha birçok utancın sorumluluğu kimlerde ve ne kadarsa savaşta da öyle. Savaş da tüm diğer kötülükler gibi, başına gelmedikçe inanılmayan bir durum. Ukrayna’da evi bombalanmış bir öğretmen diyordu ya; “Savaşlar hakkında şiirler yazdık, tarih olarak okuduk ama böyle bir şeyin benim hayatımda gerçekleşeceğini hiç düşünmezdim”. Tam olarak böyle. Ukrayna’da yaşayan bir Türk arkadaşıma nasıl olduğunu sorduğumda şöyle bir cümle kurdu: “Herkes bekliyordu savaşı, ama biliyor musun, kimse inanmıyordu”. Irak Savaşı sebebiyle ülkesinden ayrılan ve savaştan kurtulan kadınlarla birlikte çalıştığı Women for Women International’ı kuran Zainab Salbi, muhteşem Ted konuşmasında anlatıyor: “Gece yarısı şiddetli patlama sesleriyle uyandım. Gece karanlığıydı. Saat kaçtı hatırlamıyorum. Sadece sesin çok şiddetli ve şok edici olduğunu hatırlıyorum. Odamdaki her şey sallanıyordu; kalbim, pencerelerim, yatağım, her şey. Pencereden dışarı baktım ve yarım daire şeklinde bir patlama gördüm. ‘Filmlerdeki gibi’ diye düşündüm. Fakat filmler görmekte olduğum resimdeki gibi güçlü ve gerçekçi aktarmamıştı hiç, parlak kırmızı, turuncu ve gri ve yarım daire şeklinde bir patlama. Yok olana kadar izlemeye devam ettim. Yatağıma gittim ve dua ettim. Ve gizlice Allah’a şükrettim; o füze bizim evimize düşmediği için. O gece benim ailemi öldürmediği için. 30 yıl geçti. O dua için hala suçlu hissediyorum kendimi. Ertesi gün, füzenin kardeşimin arkadaşının evine düştüğünü, onu ve babasını öldürdüğünü öğrendim. Annesi ve kız kardeşi ölmemişti. Ertesi hafta annesi, kardeşimin sınıfına geldi ve yedi yaşındaki çocuklara oğlunun resmi için yalvardı. Patlamada her şeyini kaybetmişti.” İşte savaş bu kadar yakın…Twitter’ı açıyorsunuz, savaşın ekonomik boyutu, dolarlar, SWİFT’ler, Rusya’yı koruyan solculara küfürler, Rusya’yı güzelleyenler, Putin’e kin kusanlar, Zelensky’i aşağılayanlar, of’lar puf’lar, afralar ve de tafralar…Diğer yandan, Twitter’ı açıyorsunuz, savaşın ekonomik boyutu, dolarlar, SWİFT’ler, Rusya’yı koruyan solculara küfürler, Rusya’yı güzelleyenler, Putin’e kin kusanlar, Zelensky’i aşağılayanlar, Ukraynalı kadınlar üzerinden espriler kıkırdamalar, AB’ye, ABD’ye ayrıca kınamalar, homurdanmalar, cıkcıklar, of’lar puf’lar, afralar ve de tafralar… Savaşın insan tarafını/insanı yok eden tarafı üzerine düşünen kaç kişi kişiyiz? “Kadınlar Savaşı Anlatıyor” diye bir belgesel var. Onun bir bölümünde Sofia Amara adlı bir kadın yönetmen şunları söylüyordu: “Suriye’nin Kalbi” adlı bir film çekiyordum. Ebu Saggar adında bir asker vardı. Son derece genç ve masum görünüyordu. Yardımsever ve şakacıydı. Ateş açıldığında bize yardım etti. Hatta beni korumak için bedenini siper etmişti. Ve dün onu internette gördüm. Bir asker öldürmüş, askerin göğsünü açmış, kalbini eline almış, yiyordu. Birden ağlamaya başladım. 2 yıl süren dehşet onun insanlığını elinden almış, diye düşündüm. Onun öldüğünü görsem bu kadar ağlamazdım. Onun insanlığını öldürmüşlerdi.” Savaşın en kötü yanı insanları öldürmesinden ziyade, insanlığı öldürmesidir. Fakat sanıyorum biz bunu unuttuk. Ya da hiç hatırlamadık. 1.Dünya Savaşı’nı kadınların yaşadıkları yönünden ele alan Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabının yazarı Svetlana Aleksiyeviç, bu durumu şöyle ele alıyor: “Biz yetişkinler, dünyaya uzaktan, görüşlerin, zihniyetin, zamanın ruhunun prizmasından bakıyoruz. Ama çocuklar temiz. Yaralı bir kuş, öldürülen bir kedi yavrusu görünce, dünya onlar için çöküyor. Bana öyle geliyor ki herkes gerçeği çocukların gördüğü gibi görmeli”. Dezavantajlı gruplar, her türlü krizden olduğu gibi savaştan da en çok etkilenenler. Gerçi dünya nüfusunun yarısı olan kadınları “grup” olarak nitelendirmenin de yanlış bir ifade olduğunu düşünmeden edemiyorum fakat bu anlamda dil yetersiz. Belki kadınlar özelinde “nüfusun dezavantajlı yarısı” denilebilir. Dünyadaki mültecilerin %80’i kadınlar ve çocuklar. Modern savaşlarda ölenlerin %90’ı sivil ve bu sivillerin %75’i kadınlar ve çocuklar. Ve tüm savaşlarda, esir alınan, toplu tecavüzlere ve türlü eziyetlere maruz bırakılan milyonlarca, milyonlarca kadın… Buna kadın askerler dahil. Ve elbette çocuklar. Her türlü ağır suçun mağduru olmaları bir yana, erkek askere gittikten veya savaşta öldükten sonrası da kadın için ağır yük. Çocuklarına bakma, yemek bulma-yapma yükü daima kadının omzunda. Savaş dönemlerinde, kadınların “kadın olarak” para kazanmasının, kendini ve çocuklarını korumasının, yemek bulmasının ne kadar zor olduğunu sanıyorum ki belirtmeye lüzum yok. Irak Savaşı’nda yaşam mücadelesi veren kadınlardan Raşide şöyle diyor: “Ben her zaman belirsizlikler içinde yaşadım. Hep açlık ve acı çektim. Bugünkü Raşide oldum. Hayatımda hiç güzel bir şey olmadı. Bütün yükler üstüme bindi ve bunlarla mücadele etmek zorunda kaldım. Erkekler savaşıyor, kadınlar da sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyor. Kadınlar onların ardında cehaletleriyle ve acılarıyla baş başa kalıyor”. “Hayatımda hiç güzel bir şey olmadı”… Nasıl da ağır bir cümle. İnsan düşündükçe altında kalıyor. “Kadınların doğası gereği barışçıl olduğu” yanlışına düşmeden, özcü tutumdan uzak, yalnız ve yalnız kadınların mağduriyetlerinin giderilmesi için, eşitlik adına, her alanda olduğu gibi devletlerin müzakere masalarında da %50 söz hakkımız olması gerektiğini dile getirmek zorundayız. Çözüm tam da burada. Kadınlar, her mecrada eşit söz hakkına sahip olmadıkça, ne üretim artar, ne ekonomik refah ve istikrar sağlanır, ne demokrasi oturur ve gelişir, ne de barış gelir. Diğer taraftan, dünyanın 1 yıllık askeri harcaması BM’nin 700 yıllık bütçesine ve BM’nin kadınlara 2928 yılda ayıracağı bütçeye eşitmiş. Bu dev bir akıl tutulması, dev bir utanç. Savaşa bu kadar bütçe ayırırsanız, savaş olmasa bile savaş çıkarmak istersiniz. Bu, dünyanın, ekonomiyi savaşlar üzerinden döndürdüğünün açık bir ispatı. Bu adeta bir sektör. Bu bir para kazanma aracı. Ama bir dakika! İnsanlar? İnsanlık? Hatırlıyor musunuz? Mustafa Kemal Atatürk’ün o sağduyulu sözü geliyor akla: Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir. Zamanında “Savaşa Hayır” dediğim için hakkında suç duyurusunda bulunulmuş bir hukukçu olarak açıkça ifade ediyorum; “Savaşa Hayır” demek suç değildir, dünyanın hiçbir yerinde ve asla olamaz. Rusya’da, tüm baskılara ve tutuklamalara rağmen, feministler yine en önde, ellerinde beyaz güllerle dünyaya sesleniyorlar:
- Barışçıl gösterilere katılın ve Ukrayna’daki savaşa ve Putin’in diktatörlüğüne karşı kendi eylemlerinizi organize ederek çevrimdışı ve çevrimiçi kampanyalar başlatın.
- Putin’in saldırganlığına ilişkin bilgileri yayın. Şu anda tüm dünyanın Ukrayna’yı desteklemesine ve Putin rejimine herhangi bir şekilde yardım etmeyi reddetmesine ihtiyacımız var.
- Putin rejimine karşı birleşmeye hazır Rus aktivistlerin var olduğunu göstermek önemli. Hepimiz şu anda devletin zulmü altındayız ve desteğinize ihtiyacımız var.