İnsan evladı için sabreder ama bir siyasetçi için sabretmek sanıyorum gerçekçi değil. Hem de bu siyasetçi toplumun farklı kesimlerini farklı zamanlarda bir şekilde ötekileştirmiş ve de iktidarının devamlılığı için araçsallaştırmış ise… Çok değil, sadece iki üç gün önce 5 yaşında bir çocuğu olan, hali vakti yerinde diyebileceğimiz bir arkadaşım yaptığı kasap ve de süpermarket alışverişinden bahsetti. Evrensel standartlarda bir çocuğun gelişimi için gerekli olan protein seviyesine bile erişemeyecek, ortalama düzeyde bir ev hijyeni için bile aslında çok sınırlı kalacak ürünlere verdiği fiyatları duyunca elbette şok olmadım, mesleğim icabı fiyatları ben her gün zaten şaşırarak bir şekilde izliyorum. Ama asıl şok olduğum şey, onun ekonomik düzeyinde birisinin bu fiyatları anlatırken istemsizce sesinde beliren şok olma, inanmama ve de korkma ile sentezlenmiş hisleriydi. O gelir seviyesinde birisi bunları bu şekilde dile getiriyorsa, orta, alt gelir seviyesindeki kişilerin çıldırmaması için hiçbir neden yok gibi duruyor, ki bu Türkiye için bütün her şeyin üzerinde büyük bir sorun ve gelecek zamanları için zaten kırılgan olan toplumsal huzurun bozulması demek. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan durumu daha farklı görüyor ve mümkün olmayan bir şey talep ediyor vatandaşlardan: ‘sabır’. Sanki yıllardır sabredilmemiş ya da hala sabredilmiyormuş gibi. İnsan evladı için, çok sevdiği için sabreder belki ama bir siyasetçi için sabretmek sanıyorum çok gerçekçi değil. Hem de bu siyasetçi bir şekilde toplumun farklı kesimlerini farklı zamanlarda bir şekilde ötekileştirmiş ve de iktidarının devamlılığı için araçsallaştırmış ise bu sabır işi hiç de olacak bir şey gibi durmuyor. ERDOĞAN SABIR DERKEN VERİLER SABIR TAŞI OLSAN ÇATLARSIN DİYOR 41 Ayda 41 Eser Toplu Açılış Töreni’nde konuşan Erdoğan ekonomik sorunların ‘milletin geleceğine balta vuran gözü doymazların hesapları’ nedeniyle oluştuğunu savundu. Yurttaşları ‘sabırlı olmaya’ çağıran Erdoğan, “Türkiye’yi son 20 yılda nasıl her badireden çıkarmış asırlık hizmetlerle buluşturmuşsak inşallah bugünkü sıkıntıları da yine biz çözeceğiz” dedi. Ama sanki gerçekler çok da öyle değil. Misal Verileri tartışmalı Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre enflasyon temmuzda son 24 yılın zirvesine ulaşarak yüzde 78,62’e çıktı. Bağımsız çalışma yürüten Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise enflasyonu yüzde 175,55 olarak duyurdu. Reuters’ın toplam 36 katılımcıyla 12-18 Temmuz’da düzenlediği anketteki medyan (ortanca) tahmine göre, enflasyonun düşmeye başlamadan önce bu yılın üçüncü çeyreği sonuna yakın bir dönemde zirveye çıkması bekleniyor. Elbette bütün bu ekonomik veriler sağlıklı bir toplum yapısının sürdürülebilmesinin de önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Zira yürümeyen gemileri kızaklar ile karadan yürütmek mümkün olsa da ve bu daha önceden efsanevi bir şekilde denense de Erdoğan’ın bir Fatih bizlerin de cihat azmi ile yol alan Yeniçeriler olmadığımız gözle görülür bir gerçek. Örneğin Duvar’da geçen günlerde yazısı çıkan Doçent Hatime Kamilçelebi’nin yazısından öğrendiğim kadarıyla 2012’den beri her yıl düzenli olarak yapılan Birleşmiş Milletler Dünya Mutluluk Raporu’nda 150 kadar ülkenin mutluluk seviyesinde Türkiye geçmiş yıllara göre bu yıl büyük bir gerileme kaydetmiş. Bu çalışmaya göre, 2022 yılında Türkiye’nin mutluluk seviyesi Gana ve Burkina Faso mutluluk seviyelerinin arasında ve kendi tarihindeki en düşük yerde. Buna hiç şaşırmamak lazım. Elbette gelir seviyesi ile mutluluğun ilişkisi tek boyutlu değil. Gelirin iyi durumdaysa mutlusun diye tek bir önerme ve bunu karşılayan tek bir sonuç yok ama bu da büyük bir belirleyici.
Halkın %72’si ekonominin her geçen gün kötüleştiğini, %62’si günden güne borçlandığını, %37’si ise temel ihtiyaçlarını alamaz durumda olduğunu söylüyor. Erdoğan iktidarı o sabır sınırını fersah fersah aştı.
Bu bağlamda Metropoll araştırma şirketinin Haziran ayı bulguları bize daha derin ve de sorunlu şeyler söylüyor. Misal halkın %70’e yakını ekonomik meselelerin Türkiye’nin en büyük problemi olduğunu düşünüyor. Halkın %72’si bireysel ekonomik düzeyinin günden güne kötüleştiğini dile getirirken halkın %62’si günden güne daha çok borçlandığını vurguluyor. Ev almak, ev kiralamak ankete katılanların %82’si için çok zor konular olarak görülüyor. Geçtiğimiz aylarda yapılan bir diğer bir Metropoll araştırmasında da halkın %37’si temel ihtiyaçlarını alamaz durumda olduklarını dile getirmişti. Bütün bu farklı verilere karşın Erdoğan’ın tek bir önerisi var; ‘sabır’. Peki ne için? Ne karşılığında? Zira sadece siyaset değil bütün insan ilişkileri karşılıklı çıkar, beklenti, fayda ve de getiri üzerine kuruludur. Siz bir şey verdiğinizde karşı tarafında size bir şey vermesi gerekir. Konu siyaset ise siz oyunuzu veriri bir grubu iktidar yaparsınız o da sizi zengin, mutlu, huzurlu ya da sizin talebiniz ne ise onu yapmaya çalışır. İşte bu denge bozulur ise belki sabredilebilir ama sanıyorum Erdoğan iktidarı süresince bu sabır sınırını fersah fersah aştı. Artık sabredin demek çok da rasyonel bir tavır gibi gelmiyor bana buradan bakınca. ALTERNATİFSİZLİK ÇÖZÜMSÜZLÜK MÜDÜR? Metropoll’ün haziran ayı anketinde ekonomik sorunları muhalefetin çözebileceğini düşünenlerin oranı %49 civarında. Bu kadar soruna karşın hala bu seviyede düşük bir beklentinin olması muhalefetin öncelikle dermanını anlatamadığı ve bir şekilde hala halkta tam olarak karşılık bulamadığı demek anlamına da geliyor. Kısacası alternatifsiz olmasa bile Türkiye hala içine sinen bir alternatife sahip değil. Ama siyasetin yukarıdaki insan ilişkilerinden ayrılan doğası da burada ortaya çıkıyor. Siyasette alternatifsiz olmak ya da alternatifin çok da parlayan bir noktada olmaması çözüm olmadığı anlamına da gelmiyor. Zira çözüm bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ı Erdoğan ile değiştirmek değil. Öncelikle Erdoğan’ı değiştirmek. Ama elbette ‘değişimi’ sağlayacak ‘iktidarı devralacak’ alternatif hem uzun vadeli çözüm getirecektir hem de büyük değişimi sağlayacaktır. Bu noktada kazanacak + iktidarı devralabilecek + değişimi sağlayacak aday lazım. Olsa iyi olur adayı değil. Ancak bunlar çok önemli olmasına karşın görece ikinci derecedeki konular. Önemli konu artık halkın kendisine şu soruyu sesli sesli sorması; sabredecek gücünüz var mı? Evet ise zaten yapılacak bir şey yok. Ama bu düşük vurgulu bir evet ise yapılacak şey ortada…