AİHM’e en fazla başvurunun Rusya’dan yapıldığı düşünüldüğünde, Rusya’nın AİHS’den çıkarılmasıyla mağdurlar kaybetmiş, uluslararası denetimden kurtulmuş olan devlet gücü kullanıcıları kazanmıştır denebilir. Rusya-Ukrayna savaşı dördüncü ayını geride bıraktı. Uluslararası hukukun açık bir ihlali olan askeri bir saldırı ile başlayan bu savaşın nasıl ve ne zaman sona erecegini bilmiyoruz ancak uzun bir zamana yayılacağı yönündeki fikirler gerçekçi görünüyor. Ukrayna topraklarında devam eden savaş, adı „uluslararası“ sözcüğü ile başlayan pek çok kurum ve kavramı tartışmaya açıyor, uluslararası hukuk düzenini ve dengeleri değiştirip daha fazla bölünmeye yol açıyor. Avrupa Konseyi’nden başlayacak olursak, Konsey ikinci dünya savaşının hemen ardından 1949 yılında kuruldu ve Türkiye kuruluştan sadece üç ay sonra üye oldu. Konsey 1950 yılında AİHS’ni kabul etmiş ve en önemli organı olan AİHM 1959 yılından beri gelişerek varlığını sürdürmüştür. Rusya 1996 yılında Avrupa Konseyine üye olmuş, AİHS’ni ve Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiş böylece AİHM’nin yargı yetkisi coğrafi olarak insan hak ve özgürlükleri lehine genişlemişti. Avrupa Konseyi, Ukrayna’ya saldırının hemen ertesi günü, Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğini askıya aldı, 16 Mart 2022 günü de üyelikten çıkardı. Rusya ulusal parlamentosu Konsey’den çıkmaya ve AİHS’den çekilmeye dair yasaları kabul etti. Sözleşmenin 58. Maddesine göre, çekilme beyanı 16 Eylül 2022 tarihinde yürürlüğe girecek ve Rusya’dan AİHM’ne başvuru yapılamayacak, 150 milyonluk Rusya halkı bu uluslararası ve yargısal insan hakları mekanizmasından artık yararlanamayacaktır. AİHM’ne en fazla başvurunun Rusya’dan yapıldığı düşünüldüğünde, mağdurlar kaybetmiş, uluslararası denetimden kurtulmuş olan devlet gücü kullanıcıları kazanmıştır denebilir. Bu gerileme umarız ki bulaşıcı olmaz. Avrupa Konseyi, kuruluşundan beri ürettiği sözleşmeler ve diğer hukuki belgeler ile, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü serüveninde de yaşamsal bir yere sahip olmuş, katkı sunmuştur. Türkiye’nin hukuktan fazlasıyla sıkılmış bir grup tarafından yönetildiğini ve uluslararası denetim mekanizmalarına tahammül edemediğini hatta bir gece yarısı yine Avrupa Konseyi’nin bir insan hakları sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesini birinci tekil şahıs cümlesi ile kaldırıp attığını düşününce, insan haklarının akıbeti konusunda endişelenmemek neredeyse olanaksız. Türkiye bir süredir adeta „özel üye“ muamelesi görüyor Avrupa Konseyi nezdinde, hak ihlalleri konusundaki pervasızlığı, kısa cümlelerle geçiştiriliyor ve hiçbir yaptırım uygulanmıyor.
ABD ile daha da yakınlaşmak, Avrupa’nın güvenlik kaygılarını uzun vadede giderir mi bilmiyoruz ancak hukukun üstünlüğü konusundaki misyonuna zarar vermesi olası görünmektedir.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile birlikte Avrupa ve ABD tarafından uygulanan ekonomik yaptırımlar meselesinin hukuki zemini de güvenlik kaygılarının ötesinde açıklanmış değildir. Mesele Rusya’nın karşı yaptırım uygulaması ile devam etmektedir ki Rusya dünya gıda tedarik zincirini bozmakla suçlanmakta ve BM küresel çapta bir tehlikeye işaret etmektedir. Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımlar, bir uluslararası hukuk kuralına doğrudan dayanmıyor, BM tarafından alınmış bir karar da yoktur. 2001 yılında BM tarafından kabul edilen ve uluslararası hâksiz fiillere karşı devletlerin sorumluluğunu içeren bir belge var ancak asıl kaynak ABD’nin kendi iç hukukunda 2017 yılında kabul ettiği yasa gibi görünüyor zira bu yasa herhangi bir ülkeye hatta o ülkeyle belirli alanlarda ekonomik ilişkilerde bulunan ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulanmasına dahi olanak vermektedir. Kuşkusuz Rusya-Ukrayna Savaşı, AB’yi derin güvenlik kaygılarına itti zira ikinci dünya savaşının ardından, Yugoslavya etnik iç savaşını saymazsak, ilk defa Avrupa’da savaş var, savaşın yıkım ve yoksulluğu neredeyse genlerine işlemiş Alman toplumunda bunu gözlemlemek mümkün, örneğin „Ruslar geliyor“ diye bir korku cümlesinin ortak hafızadaki varlığına tanıklık etmekteyiz. Rusya ile Almanya arasındaki duygusal uçurumu ve tarihsel kopuşu gidermeye enerji boru hatları maalesef yetmemiştir. Merkel’in, başbakanlık görevi sona erdikten sonra yaptığı ilk konuşmada; „soğuk savaş iyi bir güvenlik modeli ile bitirilemedi… Rusya AB’nin komşusudur, her türlü farka rağmen birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız“ sözleri ile kendi dönemindeki Rusya-Almanya politikasını açıklaması pek de Almanlara hitap etmiş gözükmüyor. Bu koşullar altında, kılı kırk yararak, insan hakları hukuku alanında devasa bir içtihat hukuku oluşturan ve kararları Avrupa kamu düzenini temsil eden AİHM ve Avrupa Konseyi’nin, güvenlik endişeleri karşısındaki çaresizliğini gözlemlemek de kuşağımıza düştü. Hukukun üstünlüğü ve insan hakları meselesi nihayetinde bir denetime ihtiyaç duyar ki uluslararası denetim mekanizmalarının işlevi de budur. Avrupa’nın ABD ile güvenlik seviyesinde yakınlaşması, Batı hukukunun güvenlik ön şartına bağlı olarak çalıştığını göstermektedir. Kendisini uluslararası hukuk ile bağlı saymayan ve uluslararası denetimin hep dışında kalan ABD ile daha da yakınlaşmak, Avrupa’nın güvenlik kaygılarını uzun vadede giderir mi bilmiyoruz ancak hukukun üstünlüğü konusundaki misyonuna zarar vermesi olası görünmektedir.