Güzel sanatların yaşamın diğer tüm bileşenlerine önderlik ettiği, sanatın yaşam üzerinde bir egemenlik kurduğu ilk dönem romantizmdir. Romantizm, materyalist gerçekliği ruhsal müdahalelerle düş ve estetik çerçevede idealize edilmiş bir atmosferle değiş tokuş eder. Varlık burada buharlaşır, dar katılığını, genişleyen bir olanaklar silsilesine terk eder. Bu atmosferde ruhlar nötr değildir, duyguyla yüklüdür. Romantik birey, yürüyen bir akıldan çok, yürüyen bir duygu üreticisidir. İnsanı harekete geçiren, akıldan çok duygu olduğundan, romantik her daim eylemin kıyısındadır. Pozitivist, nesneler arasındaki doğa yasalarından kaynaklanan bağları, bağlantıları, ilişkileri keşfetmeye çalışırken, romantik aynı nesneler arasında hiç bulunmayan bağlar, bağlantılar ve ilişkiler inşa eder. İlki keşfetme çabasındayken, ikincisi yaratma arzusundadır. Bu yüzden romantik yaratım, sağduyunun ya da ortak aklın bulabildikleri kadar yaygın ve alışıldık değildir. Ortak akıl herkeste aynıdır fakat romantizme uygun ruh pek az kişide vardır. Bu yüzden romantizmde “deha” kavramı öne çıkar. Romantizme göre, yaşama ilişkin, yaşamda hali hazırda varolmayan komplike idealler inşa edebilen nadide ruhlardır bunlar. Arı zihin değildirler, romantik etikle donanmış “yüce” ruhlardır. Bu nedenle doğal olandan yücedirler. Romantizm, sıradan insanlara değil, yıldızlara inanır: yıldız dahi yaratıcılara. Romantizmin vecd halinde bir yaşam ideali vardır. Kişi, yaşama kendi dışında olup biten bir dışsal nesne gibi yaklaşmaz, birey bizzat yaşamın içerisinde, ona doğrudan karışmış, akışın içerisine yuvarlanmış, öznellikle yoğrulmuş ve eyleme geçmiş durumdadır, o bir yaşam sarhoşudur. Rasyonalitenin ya da pozitivizmin dışarıdan gözlemleyen ve yargılayan zihni, romantizmde eyleyen bir ruhla yer değiştirir. Önce düşün, sonra eyle ilkesi, önce eyle, sonra hisset mottosuna yenilmiştir. Soğuk nesnellik yerine canlı bir öznellik, düşünmek yerine, bir kez yaratılmış olan ideal için eylemektedir. Kişi pozitivizmde, içerisine bırakıldığı ve onunla uyum sağlamaya giriştiği bir evren görür. Romantizmde ise birey hali hazırdaki evrene uyum sağlamayı bir an bile düşünmez, yaratmak istediği evreni tasarlar, amacı evrenin kendi tasarımına uyum sağlamasıdır. Moderniteyle birlikte geride kalmış soylular döneminin “soylu ahlakı” üzerine abartılı bir güzellemedir romantizm. İnsanın “soylu” şeyler dışında hiçbir uğraşla meşgul olmadığı, hayatın sıradan akışında yapılması gereken görevlerin, ödevlerin yok sayıldığı, para kazanmanın, iktidar peşinde koşmanın, kişisel çıkarları gözetmenin aşağılandığı, başka bir yüce dava için kişinin kendisini aklıyla, ruhuyla, canıyla feda ettiği, o davadan başka hiçbir şey düşünmediği bir düş dünyasıdır. Romantizmin realitede çoğu kez bir karşılığı yoktur. Ama bu romantizmin olmadığı anlamına gelmez. Aksine romantizm bizatihi insanın içinden doğar ve bu doğuş aklın değil, ruhun yaratımıdır: çıkarcı rasyonel aklın sakatla(ya)madığı ruhların. Romantizm varolanı duygular çerçevesinde sarmalayarak, duygulara dayanan bir tasarımla, onu duygusal bir ideal haline getirir. Bu tasarımlar bazen o kadar gelişkinleşirler ki, dünyanın akışına etkirler, onu değiştirip dönüştürebilirler. Örneğin ulusçuluk, bazı insanlara, kurumlara hayranlık, demokrasi, totaliterlik ve hatta varoluşçuluk hep romantizmle aşılanmış yaklaşımlardır. Bunlar aklın yanı sıra – ve bazen daha çok - duygular çerçevesinde inşa edilmiş, idealleştirilmiş atmosferlerdir. Romantizm, pozitivizmin kuru rasyonelliğini, duygu yoğunluğuyla aşar, mantıksal kesinlik iddiasını, aşkınlığın taşkınlığı ve dengesizliğiyle sarsar. Vecd halindeki aşkınlığın duyumu, mantıksal tatminin önüne geçer. Romantizmde doğruyu, hakikati, gerçeği aramak ikincildir. Burada savunulan ideal, savunanın özverisinden geridedir. Güdü, sonuçtan, niyet yapıttan değerlidir. Önemli olan bir ideali sonuna kadar, bu uğurda, bu ideal uğruna canını verecek kadar savunmak, onun için eyleme geçmek, sonuna dek özverili olmaktır. Romantizm, kişinin ideali uğrunda yaşamındaki diğer her şeyi ikincil kılmak ve derhal kendi ideal tasarımı için eyleme geçmektir. İdeallerin birbirine taban tabana zıt ya da farklı olmaları romantizmi ilgilendirmez, zira doğruluk arayışı yoktur. Onu ilgilendiren şey, duygusallıkla inşa edilmiş bu ideal evreni gerçekleştirmek için kişinin idealini kendi öz çıkarlarının dahi önüne koyarak varıyla yoğuyla bu ideal için çabalamasıyla ilintilidir. Romantik için birey küçük, ideal büyüktür. Her şey ideali gerçekleştirmenin hizmetine verilmelidir ve ilk sırada da bireyin kendisi vardır. Romantizm, olmayana saygı kuşağıdır. Bazen henüz olmamışın, bazen de olması olanaksız görünenin gerçekleşeceğine arı duygularla inanır ve ona en saf duygularla adanmayı özendirir. Olmayan özelliklere duyulan hayranlıkların kutsanmasıdır: insanüstü niteliklerin, vahşi dehanın, kanun kaçaklarının, kahramanların. Ve bu yol en çok iki yöne çıkar: yaşamı estetize etmeye ve öz yıkıma.