Uzun zamandır arkadaşlarımdan Borgen dizisini mutlaka izlemem gerektiği hakkında “demokratik” baskılar geliyordu. Uzun ertelemelerim sonrası nihayet diziyi izleme fırsatı bulabildim. Dizinin ilk bölümü aklıma “17/25 Aralık Soruşturması”’nı ve şu sıralar gündemimizde hayli yer kaplayan “128 Milyar Dolar nerede?” sorusunu getirdi. Asıl konuma geçmeden önce sizlere biraz Borgen adlı diziden bahsedeceğim. Netflix’de yayınlanan dizi, 2010 senesinde yapılmış ve üç sezonluk bir Danimarka dizisi. Öğrendiğim kadarıyla 2022’de yeni bir sezonu gelecek. Dizinin konusu ise, merkez bir parti olan Ilımlıların kadın lideri Birgitte Nyborg’un sürpriz bir şekilde Danimarka’nın ilk kadın başbakanı olmasını anlatıyor. Ayrıca Borgen de, Danimarka’daki hükümet binasının ismi. Dizi bölümlerinden veya filmlerden bahsederken izleyicinin merak duygusunu öldürecek şekilde bilgiler vermeye malumunuz “spoiler” diyorlar. Ben de affınıza sığınarak sadece ilk bölüme mahsus küçük bir spoiler vereceğim. Dizinin ilk bölümünde Danimarka’daki genel seçimin üç gün öncesine gidiyoruz. Anketlerde öne çıkan partiler var ve kamuoyu ve siyaset yorumcuları için yarış, Liberal Parti ile İşçi Partisi arasında görünüyor. Başkahramanımız olan Ilımlıların lideri kadın siyasetçi Birgitte ise partisi koltuk sayısını yükseltemezse artık istifa etmeyi düşünüyor. Ülkenin Başbakanı bir İngiltere ziyaretindeyken “yanlışlıkla” başbakanlık kredi kartını kullanarak eşine oldukça pahalı bir çanta alıyor. Ve bu alışverişin fişi bir entrika sonucu başbakanın rakibi ana muhalefet lideri İşçi Partisi’nin başkanına geçiyor. Genel seçim öncesi canlı yayında yapılacak son liderler münazarasında İşçi Partisi lideri bu fişi kamuoyuna açıklayarak başbakanı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Ancak aynı münazarada olan Birgitte çok başka bir yol izleyerek, önceden hazırlanmış konuşması yerine doğaçlama konuşuyor. Dürüstlükle hatalarından bahsediyor ve pozitif bir söylem kurarak toplum olarak neden yeni bir Danimarka kurmaları gerektiğini anlatıyor. Tabii canlı yayında gerçekleşen bu dil seçmeni etkiliyor ve iktidarı yolsuzluk nedeniyle köşeye sıkıştıran agresif ana muhalefet ise toplumda antipati yaratıyor. Haliyle bu bir dizi yani anlattığım her şey bir kurgunun parçası. Ama insan yine de izledikleriyle Türkiye’de yaşananlar hakkında bağ kurmadan da edemiyor. Kabul ediyorum, Danimarka ve Türkiye toplumları siyasi refleksleri bir dizi konusu üzerinden dahi kıyaslanamaz olsa bile, yine de birkaç noktanın altını çizebiliriz. Sadece dizilerde değil gerçek hayatta da görüyoruz ki, agresif bir şekilde “gerçekleri” söylemek ve “gerçeklerle” iktidarı köşeye sıkıştırmak toplum tarafından her zaman anlamlı görülmeyebiliyor. Çünkü seçmenler “gerçeklerin” iktidar kavgası için kullanıldığını gördüğünde de gerçekleri söyleyenlere de tepki duyabilir. Bunun en iyi örneğini 17/25 Aralık Soruşturması döneminde görmüştük. O dönem muhalefet bu meseleyi o kadar agresif ve kutuplaştırıcı bir söylemle dile getirmişti ki, muhafazakâr seçmen AKP etrafında kenetlenmiş hatta muhalefetin çıkışını darbeyle bir tutmuştu. Yıllar sonra muhalefet, “128 Milyar Dolar nerede?” sorusuyla olumlu ve pozitif bir dil kullanarak topluma ulaşmaya çalışıyor. Ve muhalefetin kullandığı dil toplumda karşılık buluyor. Çünkü muhalefet, 128 milyar doların nerede olduğu sorusunu alternatif her yolla seçmenlere ulaştırmaya çalışıyor. Bu takdire şayan. Üstelik muhalefet ilk defa bir gündemi, kendi kitlesini konsolide etmek için değil bir gerçeği ortaya çıkarmak için yapıyor. Borgen’de kahramanımız Birgitte, pozitif ve olumlu bir dil kullanıyordu ve başbakanlığa giden yolu açıyordu kendisine. Tıpkı Erdoğan’ın 2002’de yaptığı gibi. Ancak Erdoğan, çeşitli gelişmelerden dolayı 2002’de kurduğu pozitif ve olumlu siyaset dilini unuttu hatta unutmaktan da öte bir kenara attı. Şimdi o dili,  uzun bir aradan sonra unutulduğu köşeden muhalefet aldı. Ve hiç olmadığı kadar çok insanla o dille sahici bir temas kuruyor. Bunun faydasını da görüyor.