Martin Luther 1517 yılında Roma’ya yaptığı bir ziyaret esnasında kilisenin insanları sömürdüğünü ve din adamlarının dini duyguları istismar ederek güç devşirdiğini fark eder. Hristiyanlığa olmasa da kiliseye olan inancı sarsılır ve akabinde bu yozlaşmaya karşı reform hareketini başlatır. Peki İslam Dünyası, Luther’in 16.’ncı yüzyılda gördüğü bu çürüme halinden münezzeh kalabildi mi? Bugün siyasal İslamcıların veya kendisine ulema ya da şeyh diyen kimselerin önderlik ettikleri cemaatlerin, dini duyguları istismar ederek güç devşirmediklerini ve hatta bu gücü kullanarak müstevli niteliğindeki odaklarla yakın ilişkiler kurmadıklarını kim iddia edebilir? Üstelik İslamiyet ruhban sınıfına müsaade etmediği ve Allah ile kul arasına girme ruhsatını kimseye vermediği halde. Dürüst olmak gerekirse, ki geldiğimiz noktada dürüst olmaktan başka çaremiz yok, yüzyıllardır İslam dünyasındaki durum, Luther’i kiliseden soğutan gerçeklikten çok daha vahim. İslam dünyasının dört bir yanından fışkıran diktatörlüklerin, zulümlerin, fakirliğin, savaşların arkasında bu zümreler ve onların yozlaşmış İslam yorumları yatıyor. Tamam kabul, emperyalizm kötü, kapitalizm berbat. Peki ya içimizdeki irin? Kendilerini İslam’ın vitrini olarak konumlandıran ve Müslümanlara yön verme cüreti gösteren bu zümreler Haricilere benzer bakış açıları ile İslam’ı şekle indirgiyor ve bu dinin vazettiği tüm değerlerin içini boşaltarak yapılabilecek en büyük kötülüğü yapıyor, onu adeta putlaştırıyorlar. Daha çok cami yapmayı marifet addedip, menfaat odaklı vaazlar vermekle, en önemlisi hak ve adalet talep eden kadınları, gençleri, LGBT+ bireyleri lanetlemek gibi akla ve vicdana aykırı eylemlerle, İslam’ı El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin oyun sahasına dönüştürüyorlar. Hayatları sömürülen insanların öfkesini çekerek İslam’ı adeta yaşadığımız zamanın ve insanlığın müşterek vicdan dairesinin dışına hapsediyorlar. *** Hz. Ömer’in açtığı içtihat kapısını Gazali ile kapatan ulema ve tarikat tayfası yaklaşık bin yıldır düşünceden yoksun hariçten gazel okuyarak, Kuran’ın lafzına takılıp özünü ıskalıyor. Üstelik bu bilinçli bir tercih zira ancak özden yoksun bir İslam’ın kendilerine bu kadar büyük bir güç kazandırabileceğini biliyorlar. Özgür düşüncenin baskı altına alınmasına hizmet ederek kendilerine bağlı kitleler oluşturuyor ve o kitleler aracılığıyla ticari ve siyasi pazarlıklar yapıyorlar. Oysa günümüzden 15 asır evvel yaşayan Hz. Ömer haddi kaldırmış, kısasta eşitlik kuralına aykırı hüküm vermiş, sünnetle ters düşerek fetihçilerin payına düşen toprağın dağıtımını durdurmuş, kalpleri kazanma payını kaldırmış ve fethedilen yerlerde ki hiçbir kiliseyi camiye çevirmemiştir. Bu uygulamalarından bazıları Kuran’ın lafzına aykırı ama ruhuna uygundur. O günden bugüne dünya çok değişti. Hayatlarımıza yepyeni kavramlar girdi. Tek bir sorunumuzu bile çöz(e)medik ve bu nedenle zamanla aramızda kendi inşa ettiğimiz sıradağlar oluştu. Lafa gelince İslam evrenseldir ve belirli bir zamana ait değildir, zaman ötesidir diyoruz. Uygulamada ise evrenselliği İslam’ı dünyaya indirildiği zamana hapsetmek olarak anlıyoruz. Kuran’ın bazı kaidelerinin yapısal bazılarının dönemsel olduğunu söyleyen ilahiyatçıları da hayatlarımızdan ve zihinlerimizden sürgüne gönderiyoruz. Kölelik neden açıkça kaldırılmamış? İçki neden hemen haram kılınmamış? Örtünme neden hemen emredilmemiş? Bu gibi sorulara cevap verirken Allah’ın emir ve yasakları ifade ederken insan fıtratını ve zamanın şartlarını göz ardı etmediğini söylüyoruz. Peki ya bugün? Allah neden bugünün şartlarını göz ardı etmemizi istesin ki? Hz. Ömer saraylarda yaşamamış, ömrünü sırtındaki yırtık hırka ile geçirmiş, hazineden kendine pay almamıştı. Oysa bugün İslam dünyasında kendini şatafata köle etmemiş tek bir lider göremiyoruz. Neden Hz. Ömer’in bu yaşayış ve idare ediş anlayışının değil de günümüz dünyasının şekli uygulamaların evrensel olduğunu iddia ediyoruz? İşimize böylesi geldiği için olmasın? *** Kur’an’ın indirildiği gibi muhafaza edildiğini söylüyor İslam tarihçileri. Ve ulema da buna dayanarak İslam’da reformun mümkün olmadığını söylüyor. Peki o zaman, reform yapmayalım. Fakat bu bir Rönesans yapmamıza engel değil ki. Kur’an’ı ve İslam’ı özüyle anlamaya, yorumlamaya ve bir nevi yeniden doğmaya ihtiyacı var Müslüman toplumların. Bunu da ancak bu toplumları çürümeye kurban eden kalıplaşmış yorumların perdesini aralayarak ve bu çürümeyi örgütleyenlere meydan okuyarak yapabiliriz. Onlara meydan okumak ancak İslam’ı metalaştırıp zulüm kokan siyasetlerine alet etmelerine engel olmakla mümkün. Yani dinin sahibinin yalnız Allah olduğunu, kullarıyla arasına girme ruhsatını kimseye vermediğini hatırlamak ve hatırlatmakla. Tüm etik ve ahlaki değerler dibe doğru karşı konulamayacak bir hızla çöküyor. Buna dur diyebilmek, ezberi bozup dini duygu ve inançlarımızın istismar edilmesinin önüne geçebilmek için cesarete ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Prangalarımızı ancak böyle kırabiliriz, kırmalıyız. Rüşvet, yolsuzluk, şatafat, yalan, kibir, kin ve zulümle yoğrulmuş ruhlarının üzerini Elhamdülillah diyerek örtmelerine daha fazla müsaade etmemeliyiz. Tüm dünya ve genç kuşaklar, onların nasıl bir kötülükle hükmettiklerini görüyor. *** Bizim dinimizi yine bize karşı puta dönüştürerek sundukları her vakada, önümüze koydukları tabuları ve ezberleri yıkarak başlayabiliriz işe. Bizim adımıza ürettikleri her hamasi cümlede, gönlümüzü çalmak için yoksulların sofrasından esirgeyerek inşa ettikleri her gösteriş camisinde, başka dinlerin müminlerini ötekileştirdikleri her hitaplarında “Hadi oradan” diyerek boşa düşürebiliriz çabalarını. Ayasofya’nın ibadete açılması müthiş bir fırsattı bunun için. Toplum, iktidarın bu atraksiyon için göstermesini beklediği heyecanı esirgeyerek bir anlamda verdi gereken cevabı. Ama daha fazlası da mümkündü. Gene olacak. Gözümüzü devasa camilerle boyamak istediklerinde soracağız: Allah katında küçük bir camide kılınan namazla gösterişli bir mekânda kılınan namaz arasında nasıl bir fark var ki sen bana bu hamaseti pazarlıyorsun? Kendi putlarını İslam kılıfına sokarak bize dayatmalarına dur diyeceğiz. Allah’ın kelamını bütün insanlığa ve bize karşı bir silah gibi kullanmalarına engel olacağız. Bunu yalnız aklımızı ve vicdanımızı hür kılmak için değil, inandığımız dinin bekası için de yapacağız.