Zamanı gelmiş bir düşünceden daha güçlüsü yoktur Victor Hugo
Siyasetin ne olduğu sorusunun pek çok cevabı olabilir. Bunlardan bazıları şunları söyler: Siyaset bölüşüm, yönetim, yönetme, dinleme, rakipleri yok etme sanatıdır. Hatta Alman general ve askeri teorisyen Carl Von Clausewitz savaşın siyasetin devamından başka bir şey olmadığını vurgulayacak kadar ileri gider. Şiddetli bir devamı. Siyasetin ilk olarak farklı aidiyetlerin ve taleplerinin çarpışmasını esas aldığını söyleyebiliriz. Farklı mekanlarda ve formlarda devam etmesi onun bu temel özünü değiştirmez. Bu açıdan siyasetin farklı tanımları yapılabilir ama siyaset temel olarak farklı talepleri ve eski politik düzenlemeleri reddetmekle başlar. Mevcut durumu reddedip yenisini talep etmek özellikle kendi aidiyetin neticesinde yeni bir gelecek talep etmek işte bu siyasetin büyük başlangıç anıdır. Bütün çarpışmalarımızın, tartışmalarımızın, savaşlarımızın ve hatta barışlarımızın temelinde bu reddetme durumu hakim. Peki bu uzun girişin yazının esas konusu olan prekarya ile ilgisi ne. Birazdan oraya geleceğim. Ancak isterseniz adım adım gidelim. Nedir bu prekarya? Prekarya yeni bir toplumsal sınıf. İngiliz ekonomist Guy Standing yaptığı çalışmalar neticesinde 2010’ların başında bu kavramı ileri sürdü. Prekaryanın kökeni Latinceden gelmekte: Precari yani yalvaran anlamında. Çünkü prekaryanın mevcut şartları onun belirsiz ve istikrarsız bir durumda olmasına yol açıyor. Modern Fransızca’da precarite olarak bulunan kavram uçurumun eşiğinde, her an çökmek üzere olan anlamını taşıyor. İtalyanca’da precariato olarak bulunan bu kavram belirsiz ve güvencesiz bir yaşam biçimine vurgu yapıyor. Türkçeye güvencesizler olarak çeviriyoruz. Onurlu bir yaşam için değil hayatta kalmak için çalışmak zorunda olanların sınıfı, kendilerine hiç bir ekonomik ya da sosyal garanti oluşturamayanların sınıfı, kısacası güvencesizlerin sınıfı diyoruz prekaryaya. Dünyada sayısı ve etkisi giderek artan bir prekaryadan bahsediliyor. İngiltere’de sosyolog Mike Savage ve meslektaşları tarafından yapılan kamuoyu anketine göre İngiltere nüfusunun % 15’i prekarya sayılıyor ve bu veriler pandemi gibi prekaryanın sayı ve derinliğini daha da artıran gelişmelerden çok önceydi.[i] Prekaryanın Türkiye’de de doğduğuna ve hacminin giderek büyüdüğüne şahit oluyoruz. Özellikle pandemide kendini yeni yoksullar olarak gösteren bu kesimin bir tür sosyal sefalet yaşadığını görüyoruz. Yaşadıkları sadece ekonomik yoksulluk değil, bir geleceksizlik hali. Sosyal statüleri kaybolan milyonlardan bahsediyorum. İş bulamayan milyonlarca insan (büyük bir bölümü genç), 65 yaş ve üstü çalışmak zorunda olan yaşlı bireyler (bu konuyla ilgili IstanPol raporu bugün yayınlanmış olacak), EYT’liler, ülkeyi terketmeyi düşünen milyonlar, gelirleri, birikimleri ve servetleri kaliteli bir yaşam sürmelerine izin vermeyen milyonlarca çalışan, ev işçisi kadınlar, kuryeler, kasiyerler. BİR SINIFIN DOĞUŞU Türkiye’de bir ölçüm henüz yapılmadı açıkçası. Sekülerizm, İslamizm, milliyetçilik gibi siyasal ve kimliksel sorunların sadece siyaseti değil aydınlar dünyasını da domine ettiği bir ülkede sosyal eşitsizlik ve sınıf tartışması yapmak ya da bunun yapılmasını beklemek biraz zor oluyor. Yine de Türkiye dünyadaki eğilimi izleyecektir. Sosyal eşitsizlik ve adaletsizlik gibi konuları esas alan Parazit, La Casa de Papel, Platform, SnowPiercer gibi film ve diziler son yıllarda çok önemli başarılara imza attı ve Türkiye’de de önemli bir izleyici kitlesi buldu. Dahası dünyada sanatçılar ve yapımcılar da artık bu konulara eğilmek istiyorlar. Dönüşüm sadece siyasette ve ekonomide gelmiyor, kültür ve sanat çok kuvvetli bir şekilde buna eşlik ediyor. Türkiye’de benim hatırladığım Babil dizisi geçtiğimiz yıl buna benzer mesajlarla başlamıştı. Bir dönüşüm havası seziliyor. Birikim dergisinde 2019 yılında kaleme aldığım yazıda uzun bir 40 yıllık yeni döngünün başlama ihtimalinin kapitalizmin içinde bulunduğu krizden ötürü güçlü olduğunu yazmıştım. Geçtiğimiz hafta Joe Biden ABD tarihinde bir ilk olan 4 trilyon dolarlık bir paketle 1929 ekonomik buhranından bu yana ilke kez yoksullar, güvencesizler adına yardım edileceğini açıkladı. Eşitsizliklere karşı yeni bir savaşı başlattığını söyleyerek. Düşünün bu sözler dünyanın en kapitalist ulusu ABD’de 40 yıldır siyasetin içinde yer alan bir siyasetçi, dünyanın en güçlü adamlarından biri, tarafından söyleniyor. Dört yıl önce de meslektaşım Seren Selvin Korkmaz ile bunu Open Democracy sitesindeki Left-Transformation yazımızda ele almıştık. Dönüşüm bekleniyordu ancak nasıl olacağı bilinmiyordu şimdi salgın bu dönüşümün büyük sıfırlamanın fitilini ateşledi. Peki hikaye bu kadar mı? Dağılabilir miyiz? Hayır. Lütfen bekleyin. Çünkü bundan daha önemli bir konumuz var, evet dönüşümden bile daha önemli. Yukarıda belirttiğim gibi yeni bir toplumsal sınıfla karşı karşıyayız. Bu yeni toplumsal sınıf 1980’den sonra neoliberal ekonomik modelin ve siyasal kararların sonucunda doğdu. Bir ekleme daha yapalım. Otomasyon sistemleri ve internet teknolojisinin gelişmesi ile proletaryanın ana eksen olduğu mekanların etkisi azaldı. Bildiğimiz işçi sınıfı giderek küçüldü ve halen daralıyor. Sanayileşme nasıl ki işçi sınıfını yarattıysa, bugün sanayisizleşme onun alanını giderek daraltıyor. Toplumda ilerici görevini görebilecek olan ve gerçek etkisi olan artık proletarya değil. Yine de Fransız aydın Andre Gorz kadar acımasız olup Elveda Proletarya! demeyeceğim. Proletarya toplumsal gerçekliği eskisi kadar açıklayamıyor ve bu yüzdendir ki siyaseten ve sosyal etkisi de çok düşük. 1970’lerin sendika üye sayıları milyonlarla tahmin ediliyordu. Bugün bundan çok uzağız. Evet siyasi ve ekonomik kararlar bunda etkiliydi. Ama teknolojik dönüşüm de yeni bir toplum yarattı işte prekarya bu yeni toplumun çocuğu. İlk adımlarını atıyor. Floyd Protestolarını, Sarı Yelekliler hareketini, Lübnan, Irak, Şili’de yaşanan toplumsal patlamaları prekaryaya atfedenler var, ben de onlardan biriyim. İNŞA EDİLEN SINIFLAR Prekaryanın varlığını tartışmak isteyenlere hatırlatılması gereken en temel şey şu: Sınıflar dışarıda bir yerde verili değildir, onu hepimiz özellikle aydınlar, siyasetçiler ve mücadele edenler inşa ederler. Sınıflar inşa edilir. Tartışma ve mücadeleyle. «Prekarya yoktur saçmalama, şarlatan» diyenleri bir filmdeki sahtekar Bilim Bakanı tiplemesine benzetiyorum: Şöyle diyordu 19. yy Viktoryen döneminin Britanyalı Bilim Bakanı «Bütün bilimsel keşifler yapıldı artık keşfedecek hiç bir şey kalmadı». Evet prekarya yoktur, olamaz diye bağıran ve insanların yalnızlığını, hislerini, deneyimlerini görmeyen ve aklı bilgi bilimsel engellerle dolu olanları bu karaktere benzetiyorum. Yerlerinin dar kalmasını istiyorlarsa kalabilirler, ama prekaryanın inşa edeceği adil bir dünya var, ve hepimizden yardım bekliyor. İşte tam bu noktada 2018 yılında Open Democracy’de ileri sürdüğüm (kendime referans verirken affınıza sığınıyorum ama sadece akıllı ve vicdanlı halkın vicdanına, kariyerist sosyal bilimcilerin vicdanına değil) ve daha sonra Artık Hepimiz Prekaryayız kitabımda derinlemesine incelediğim siyasal prekarya kavramını hatırlatıyorum. Yazının başında siyasal kavramının reddetmekle başladığını söylemiştim. Bu açıdan siyasal prekarya kendi üzerinde yıllardır dayatılan adaletsiz ve eşitsiz politikaları reddeden ve yeni bir geleceği talep eden yeni bir sosyal aktör. Güvenceli ve onurlu bir yaşam isteyen bu sınıfın üyeleri pandemiden önce dahi oldukça kızgın ve endişelilerdi. Pandemi bütün eşitsizlikleri ve güvencesizlikleri hepimizin gözünde somutlaştırdı. Güvencesizlik artık neredeyse elle tutulabilir halde. Yarını olmayan bu yeni sınıf güvenceli bir yaşam için mücadele ediyor ama hepimizin yardımına ihtiyacı var, onu siyasete taşıyacak olan belki kendisi belki de bir grup siyasetçi. Bu şartlara bağlı. Ama kesin olan şu ki artık proletarya değil prekaryanın zamanındayız çünkü önce insanları, sonra mekanı şimdi de zamanı prekaryalaştırdılar. Nereye bakarsanız bunu görebilirsiniz, o yüzden Victor Hugo’nun dediğini esas aldığımızda prekaryanın zamanın fikri olduğunu iddia edebiliriz ama gidecek çok yolu olan bir aktör. [i] https://www.bbc.com/news/magazine-34766169