Geçen haftaki yazımda küresel salgın sonrası uygulanan kredi-borca dayalı politikaların yoksulluk artışına ve istikrarsız büyümeye neden olduğunu belirtmiş ve yoksulluk artışı ve istikrarsız büyüme ilişkisine bir sonraki yazımda değineceğimi söylemiştim. Esasında orta sınıfın giderek yok olması sorunu sadece ülkemize özgü değildir. Büyük merkez bankalarının uyguladığı parasal genişlemenin (QE) sonucunda reel harcamalar değil finansal varlıklara olan talep artmış ve sonucunda finansal piyasalarda balon oluşmuştur. Diğer yandan bu ülkelerin harcamayı artıracak biçimde doğrudan gelir yaratıcı maliye politikaları uygulamaları küresel ekonominin 2020 yılının üçüncü çeyreğinden sonra beklenenin üzerinde toparlanmasına yol açmıştır. Elbette ABD ve Euro Bölgesi gibi büyük ekonomilerin, ya da Çin gibi uzun yıllar istikrarlı büyüme sağlamış bir gelişen piyasa ekonomisini de istikrarlı büyüme patikasına girdiğinden söz edemeyiz zira dünya ekonomisinin devasa borç sorunu karşısında elde edilen büyüme performansları yetersiz kalmaktadır. HORMONLU BÜYÜDÜK Karların azalması ve borsaların sert düşmesi bu ülkeler için finansal istikrarı tehdit eden önemli sorunlardır. Bu sorunların yanında yüksek hane halkı borçluluğu ve gelirlerdeki artışın borçların büyümesinden düşük olması da finansal istikrarı tehdit eden önemli bir sorundur. Bu nedenle örneğin ABD’de Yellen Hazine Sekreteri olduktan sonra gündeme gelen kurumlar vergisinin artırılması özellikle dikkat çekicidir. Çünkü borç ve bölüşüm sorununun çözümü daha aktif maliye politikasına ihtiyaç duymaktadır ve elbette doğrudan vergilerde daha fazla artışa. Türkiye ekonomisi özeline geldiğimiz de ise sorun daha karmaşıktır. Çünkü krediye dayalı hormonlu büyüme, ekonomimizin yapısal sorunlarını daha da belirginleştirmiş, artan yoksulluk, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve eriyen rezervler karşısında spekülatif hale gelen TL, ekonominin sorunlarına yönelik çözümleri karmaşık hale getirmiştir. Gelir yaratmadan krediye dayalı büyüme sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Evet, hane halkını kredi ile borçlandırarak ertelenmiş talebi öne çekip ekonomik büyümeyi artırabilirsiniz ancak bu bir sonraki dönem yani kredi ödemeleri nedeniyle talep de azalmaya yol açarak büyüme üzerinde olumsuz etkiye neden olabilecektir. Nitekim son açıklanan Türkiye PMI rakamının azalama eğilimi bu gerçeği gözler önüne sermektedir. YELLEN’IN ÖNERİSİ NEDEN ÖNEMLİ? Ekonominin arz tarafına baktığımızda ise krediye dayalı harcamalarının istikrarsız olduğu bilindiğinden yeni yatırımlar yerine stokların eritilmesi ile karşılık verilmiştir. Yatırımların faize değil talebe duyarlı olduğunu sürekli söylüyoruz. Talebin istikrarlı olması yatırımların artması için ön koşuldur. Talebin istikrarlı olmasının ön koşulu ise harcama eğilimi yüksek alt ve orta sınıfın gelirinin istikrarlı hale getirilmesi ve tabi bunun için de istihdam yaratılması gerekmektedir. Ayrıca yoksulluk artışının enflasyon başarısızlığında etkisi büyüktür. Tüm bunlar için yatırımları artırıcı ve gelir yaratıcı biçimde genişleyici maliye politikaları uygulanması gerektiğini hep söylüyorum. Genişleyici maliye politikası, vergi politikasında da kapsamlı bir değişimi gerekmektedir. Yukarıda bahsettiğim Janet Yellen’nın kurumsal vergilerin arttırılması için küresel eşgüdüm önerisi bu bakımdan önemlidir. Yine borç/bölüşüm kıskacındaki dünya ekonomisinin bu kıskaçlardan çıkması için servet vergisi tartışmalarını da değerli buluyorum. Haftaya bu konulara değineceğim. Esen kalın.