Onlar liberaldir liberalizme inandıkları için değil, onlar sosyalisttir sosyalizme tutkularından değil; onlar millete ve devlete anayasal zeminde Türk mührü vurulduğu için sıkıntı duyarlar ve politik bağlamları reaksiyonerlikten gelir. İlker Aytürk, Post Kemalizm tanımlamasını bundan beş sene evvel yaptığında aslında kapanmış bir devrin tanımlamasını yapıyordu. Bugünlerde açıkça görüyoruz ki, o devir kapanmamış; sadece hikâye yarım kalmış. İşler memlekette askeri vesayet yıkılana kadar başarıyla getirilmiş ancak sonrasında memleket öyle bir karışmış ki bu proje tamamlanamamış. Bu yarım kalmışlığı aslına bakarsanız; yetmez ama evet gayretinin “yetmez ama”sında arayabiliriz. Yetmez ama evetin, “evet” kısmı 2010 yargı referandumuyla beraber tamamlandı ve askeri vesayetle birlikte yargı vesayeti büyük bir gümbürtüyle çöktü. Yetmez “ama”, kısmına gelince işler tam da orada karıştı. İktidar bu paradigmaya göre, artık vesayeti de yıktığına göre ülkede sivilleşme ve özgürlüklerin önünü açacak; hatta öyle ki anayasal sözleşmede vatandaşlığın yaralı ve dar gelen gömleği yırtılacak yerine anayasal sözleşme post modern kolektif kimliklere bağlanarak yarım kalmış çözüm süreçleri genişletilecek ve süreç hitama erecekti. Öyle olmadı, iktidar dümeni otoriterliği arttırmak yönünde, kendi tanımsız ve kuralsız vesayetini kurmaya doğru kırdı. Böylece Post Kemalist paradigmanın sürece dair entelektüel ve siyasi teşhis ve tedavisi de boşa düştü. Nihayet otoriterlik ve vesayetin kaynağının Kemalizm’e indirgenemeyecek kadar büyük bir devlet geleneği olduğu anlaşıldı; çözümün de aktörlere bağlı olamayacak kadar derin bir sistemde ve onun davranış kodlarını taşıyan toplumsal bilinçdışı zihniyette olduğu görüldü. Elbette bu zihniyeti doğuran insan-insan ve insan-eşya ilişkilerindeki maddi yetersizliklerin ve sınıfsal rekabetten yoksun piyasa dinamikleri var. Umarım görülmüştür demek istiyorum zira ısrarla görmek istemeyenler yeni pozisyonlar almaya devam ediyorlar… Bugünlerde sol liberal entelektüeller ve liberal demokrat bazı siyasi danışmanlar eliyle bu yarım kalmış projenin, yeniden dolaşıma sokularak muhalif ittifakı etkileme gayretlerini görüyoruz. Meseleyi ya tam anlayamadılar; ya da hala kerameti kendinden menkul iflas etmiş bir paradigmayı yeni aktörlerle tamamlama heveslerini yeniden lokmaya dökmek istiyorlar. Post Kemalist paradigma, memleketin bitmeyen vesayet problemine karşı konulmuş yanlış ve sonuçları ağır bir teşhis ve tedavi önerisiydi. Bu teşhis kısaca söylersek, vesayet ve otoriterlik probleminin kaynağını Kemalizm’e indirgiyor; çözümü de Kemalizm’den kurtulmakta bulabileceğimizi söylüyordu. Bu tanıma göre Post Kemalistler başlığı altında toplayabileceğimiz bir grup entelektüel, aydın ve siyasi vardı. Bunlar hem memleketin düşünce dünyasını hem de siyasetini iktidarla birlikte dönüştürüyordu. Bir süre sonra paradigma iflas etti ancak paradigmanın yeni aktörleri muhalefete konumlanarak yola devam ediyor. Onlar bu kuramsal paradigma çökse dahi bu paradigmayı el yordamıyla yeni aktörler üzerinden muhalefette götürebildikleri yere kadar götürme arzusu içindeler. Bu yüzden tam da değişimin arifesinde endişeli birtakım gruplar ortaya atıyorlar. Endişeli muhafazakârlar, endişeli yeni nesil Kürtler, endişeli seküler Türkçüler, endişeli yeni liberaller ve endişeli neo Kemalistler gibi... Böylece yeni dönemde hem teorik altyapıyı temsil edecek olan sistemin tüzel ve bürokratik vatandaşlık zeminini kolektif kimlik endişelerine bağlayabilir hem de pratikteki müstakbel makul merkezi marjinalleştirerek hayatın iktisadi ve siyasi ihtiyaçlarından koparabilirler. Peki bunca kötülüğü bu insanlar niye yapsınlar? Bunu rasyonel ve entelektüel bağlamda açıklamak zordur. Bazı şeyleri hayata irrasyonel bagajlar dayatır. Bu bilinçdışı ürün, nesilden nesile devredilen travmalar halinde politik bir çehreye bürünebilir. Bilinçdışı zihniyete atıfla söylemek gerekirse; onlar Kürtçüdür Kürt oldukları için değil, onlar liberaldir liberalizme inandıkları için değil, onlar sosyalisttir sosyalizme tutkuları yüzünden değil; onlar esasta bu millete ve devlete anayasal zeminde Türk mührü vurulduğu için sıkıntı duyarlar ve tüm politik bağlamları aslında aksiyoner özneliklerinden değil; reaksiyoner nesneliklerinden gelir. Türk modernleşme serüveninden dışlandıklarını, yer yer cebri zulme uğradıklarını düşündükleri ve böyle süreçler de realitede yaşandığı için, travmalarıyla başa çıkmalarının yegane yolu geçmişin öcünü gelecekte almak hırsıdır. Türk modernleşme serüveninden dışlandıklarını, yer yer cebri zulme uğradıklarını düşündükleri ve böyle süreçler de realitede yaşandığı için, süreçteki travmalarıyla başa çıkmalarının yegane yolu bu geçmişin psikopolitik öcünü gelecekte almak hırsıdır. Bu bilinçdışında onları tatmin edecek kadar büyük bir motivasyon kaynağıdır. Türk modernleşmesinin, nihayet imparatorluğun doğal bakiyesini sosyal hayatta Türk milleti ve siyasi hayatta Türk devleti olarak yaratması gibi sonuçlarından duyulan rahatsızlık ancak böylesi büyük bir sosyal ve siyasi hesaplaşmayla giderilebilir, dert budur. Post Kemalistler ölmedi ve ölmeyecek de, paradigma yarım kaldı sadece; askeri vesayet yıkıldı fakat yetmez ama evet icrasının “yetmez aması” hayata geçirilemedi. Devlet, imtiyazlı kolektif kimliklerin keyfi vesayetine bağlanamadı. Merkez dediğimiz en geniş iktisadi ve siyasi kamusal mutabakat ve kamusal menfaat zemini keyfi kolektif gruplarla marjinalleştirilemedi. Bugün bambaşka bir sorunun içindeyiz. Sistem denetimsiz teklikle malul, sınırsız, aşkın ve araçsal devletin gücü hayatı belirliyor; bu gücün etrafında yeşeren merkezin millete dair mutabakatı ve menfaati ise iktidar otoritesi tarafından keyfi biçimde kayırmacı sınıfa aktarılıyor. Bütün bunların çözülmesi lazım, yeni dönemde aktörleri aşan bir sistem onarımına gitmek elzem hale geldi. Muhalefetin önünde tam da bu noktada askeri vesayetin yıkılması ile birlikte, Post Kemalist paradigmanın yarım bıraktığı ancak bu fırsat muhalefet tarafından akıllıca kullanılabilirse büsbütün temiz bir gelecek açma imkânı duruyor. Bu imkân tüzel ve rasyonel bir bürokrasi kurma, kamusallığı genişletme ve vatandaşlığı siyasi pratikten ayırma imkânıdır. Özetle belirsizlikler belirli hale kavuşturulmalı ve bu belirlilik kamusal yarar üretmelidir. Her şeyden önce bu süreç, kamusallığın imkânını genişletmenin usulünü belirleme ve bu kamusallığın sonucundan ziyade belirlenim süreçlerini meşru bir yönteme bağlama çabasıdır. Muhalefetin önündeki bu tüzel ve soyut fırsatın, kamusallığı genişletme imkânını seksen beş milyon vatandaşın rızasına kurallı biçimde bağlama meşruiyeti ile Post Kemalistlerin muhalefete sızarak dayattığı kamusallığı sınırlı kolektif kimliklerle daraltma ve kamusal alanı bu kolektif kimliklerin inisiyatifine bağlayan keyfi meşruiyeti arasında ciddi bir çatışma var. Muhalefet tam da bu noktada devleti, tüzel ve bürokratik anlamda yeniden kurmak ve onu yatay vatandaşlık ekseniyle sınırlama imkânına sahip görünüyor. Hatta vatandaşlığı siyasi pratiğin aracı olmaktan kurtarmak ve iktidarlarca araçsallaşan makbul-hain vatandaşlık düzlemini de ortadan kaldırmak istiyor. Böylece merkezi temsil eden kamusal mutabakat ve menfaati belirli kurallara ve normlara bağlama imkânı doğuyor.
Onlar devletin vatandaşlıkla sınırlanmasını ve makul merkezin kurallara bağlanmasını kâfi görmüyor zira tüm bu sürecin “Türk” sıfatıyla temsil edilmesini istemiyor.
Bu durum Post Kemalistlerin devleti kolektif kimliklerle sınırlama ve merkezi kolektif kimliklerin keyfi inisiyatifine bağlama endişesini hem teorik hem de pratik ölçekte yaralıyor. Onlar devletin vatandaşlıkla sınırlanmasını ve makul merkezin kurallara bağlanmasını kâfi görmüyor zira tüm bu sürecin “Türk” sıfatıyla temsil edilmesini istemiyor. Nihayet birinde Türk milleti ve Türk devletinin anayasal tapu hakkı devam ederken diğerinde bu anayasal tapunun kolektif kimliklere bölüştürülmesi endişesi yatıyor. Post Kemalistleri bu anlamda teorikte modernleşme ve ulus devlet paradigması; pratikte ise tüm muhalif aktörlerin katılarak dengeleneceği makul merkeze dayalı iki direniş hattı bekliyor. Tarihsel pratikle sınanmış teorik hattaki doğal direniş, kuramsal anlamda idari ve hukuki bir teminat olan laiklik ve ulusçuluktur. Bu kavramlar tarihte ve siyaset biliminde, vatandaş devletle aracısız ilişki kurabilsin diye ortaya çıktı. Siz bunlara aracı kolektif kimlik endişeleri eklemek isterseniz; bunu da yasal imtiyaz haline getirirseniz, fert ile cemiyet arasındaki dengeyi kimlik cemaatlerine feda edersiniz. Bu durum ferdin de cemiyetin de yitimi olacağı gibi kolektif cemaatlerin yaratacağı kaosa mahkûmiyet getirir. Böylesi bir durumda tarih bilimi ve siyaset felsefesinin önümüze koyduğu bağlam, Post Kemalistlerin boyunu aşarak onları ilanihaye maşeri vicdanda mahkûm edebilir. Aktüel pratikteki doğal direniş hattı ise makul merkezin optimal dengesidir.  Post Kemalistlerin kendi paradigmasını kolektif kimliklere ifade hürriyeti diyerek pazarladığı şey; aslında nihayet her paradigmanın gerçeklikle ilişkisinin koptuğu anda saplanacağı bataklığa gömülü bir aptallık hali, kendi tarihsel travmatik pratiğini post modern bir siyasi nihilizme mahkûm edişidir. Makul merkez dediğimiz şey çeşitli siyasi tecrübelerin ve mahallelerin öznel merkezlerinin, vatandaşlıkla dengelendikleri ve bu sayede aptallıkların minimalize edildiği demokratlıktan türeyen optimal uzlaşıdır. Yeni dönem buna zaten doğal olarak ulaşabilecek ve bu doğal olanı temsiliyeti yüksek aptallığı düşük bir kendiliğindenlik hali olarak önümüze koyacaktır. Bunu kolaylaştıran ve entegrasyonu hızlandıran şey toplumsal sekülerleşmedir. Buna direnmek aktüel pratiği karşınıza almanız anlamına gelir ki; aktüel pratik tarihsel pratik gibi zamana ihtiyaç duymadan bu marjinal aptallığı hızla önünüze koymaya yetecek güce sahiptir. Post Kemalistler bütün bu tarihsel teorik ve aktüel pratiğe karşı hamle yapmakta elbette özgür ancak biz şimdiden uyaralım… Devleti sınırlarken kurallara ve kurumlara, ferdi de cemiyeti de koruyacak şekilde yaraları onarılmış tanımlı ve aleni bir vatandaşlığa; merkezi de kutupların ve aktörlerin aptallıklarından arındırmaya ihtiyacımız var; tüm bu süreçteki inisiyatiflerin keyfi aşırılıklarına değil.