Denize atılan kâğıt 3 hafta, teneke 100 yıl, plastik 400 yıl yok olmadan dayanabiliyor. Ülkemizin gölleri kuruyor, nehirleri zehirleniyor, ormanlarına her gün tecavüz ediliyor. Ama ne gam! Geçtiğimiz haftanın yazısında Türkiye’nin “su sorunu”nu anlatmaya çalışmıştım. Bu hafta benzer bir konuyla devam edelim. Bugünün gazetelerinde (gazete denmeyi hak edenlerinde) şu haber başlığı vardı: “5 havzada 290 milyon adet mikroplastik tespit edildi”. Bu tür başlıklar ve haberler, çoğunluk için bir şey ifade etmez. Nedeni basittir: İnsanoğlu, evrimi boyunca milyonlarca defa deneyimlediği ve içselleştirdiği tehlikelere (yılan, akrep, yangın vs.) karşı duyarlıdır ama “iklim değişikliği, küresel ısınma, mikroplastik” gibi günlük yaşamında bir şey ifade etmeyen tehlikelere karşı duyarlı değildir. Yine de bu tehlikeyi anlatmaya çalışalım. İlk önce haberin detaylarına biraz daha bakalım. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Marmara Araştırma Merkezi'nce Kızılırmak, Susurluk, Gediz, Dalaman ve Dilderesi olmak üzere 5 havzada yapılan araştırmada toplam 290 milyon adet mikroplastik tespit edildi. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi yürütücülüğünde, son yıllarda çeşitli alanlarda plastik kullanımının artması sonucu oluşan mikroplastik yoğunluğunun belirlenmesine yönelik pilot olarak seçilen 5 havzada, 'Yerüstü Sularında Mikroplastikler, Etkileri ve Kontrol Yöntemleri Projesi' başlatıldı. Su kaynaklarının kirlenmesinin yanı sıra ekosistemi ve o su kaynağından faydalanan diğer kullanıcıları da olumsuz etkileyen mikroplastik araştırması Kızılırmak, Nehri, Susurluk Nehri, Gediz Nehri, Dalaman Çayı ve Dilderesi'nde yapıldı. Proje ile yer üstü sularında bulunan mikroplastik kirliliğinin boyutları ortaya konuldu. Buna göre Kızılırmak, Susurluk, Gediz, Dalaman ve Dilderesi'nde toplam 290 milyon adet mikroplastik tespit edildi. Çalışmada kışın mikroplastik yükünün daha da arttığı belirlendi. Kış mevsiminde Susurluk Nehri'nden denize yaklaşık 129 milyon adet, Dilderesi'nden 13,5 milyon adet mikroplastik yükü taşınımı saptandı. En düşük mikroplastik yükü ise 25 bin adet ile Dalaman Çayı’nda tespit edildi. Araştırmada mikroplastiklerin üzerine yapışan kimyasallar da tespit edilerek, bunların analizleri yapıldı. Buna göre havzalarda sucul ortama doğrudan 5 milimetre küçük boyutta giren birincil mikroplastikler 'fiber', 'boncuk', 'pelet', 'kauçuk' olarak belirlenirken, büyük boyutlu plastik objelerinin parçalanması sonucu ortaya çıkan ikincil mikroplastikler ise 'parça' ve 'film' oldu. Çalışmada kaynağı balık ağları, çuval ve fileler olan 'fiber' ile kaynağı ambalajlar ve vahşi depolama alanları olan 'parça' tipi mikroplastiklerin yoğunlukta olduğu belirlendi.
Moda tasarımcılarının, işletmecilerin, plastik cerrahların ve kozmetikçilerin ve din sömürücülerinin ve tabii ki politikacıların kasalarına aktaranlar yüzünden geleceğimizin katlediliyor olması bir gerçektir, değişmeyecek bir gerçektir.
Bu kadar teknik terim, bilimsel ifadeden sonra konunun daha iyi anlaşılabilmesi için daha basit bir şekilde ifade edelim. Hazırlanan rapor diyor ki; su kaynaklarınız kirlenmiş, su kaynaklarınız ölüyor, bu su kaynaklarını kullananlar da ölüyor. O kadar trajik bir durum ki… Sulamanın kullanımı, Bereketli Hilal’in su kaynakları bol olan kuzey kısmında ve Akdeniz’in kıyı bölgelerinde ortaya çıktı. İlk gerçek su kanalları M.Ö 6500’lerde Mezopotamya’nın güneyinde kazıldı. Farklı yollar beraberinde farklı sonuçları getirir. Bazen iyi bazen kötü. Bu sefer, yaptıklarımız bizi yolunu yitirmiş denizkızının kaderine mahkûm etti. Bugün, 10 bin yıl önce sulamanın başladığı topraklarda su kaynakları öldürülüyor. Bir yıl içinde bir milyon balıkçıl kuş ve 100 bin deniz memelisi ve deniz kaplumbağası, plastiklere dolanıp havasızlıktan ölüyor. Denize atılan kâğıt 3 hafta, teneke 100 yıl, plastik 400 yıl yok olmadan dayanabiliyor. Ülkemizin gölleri kuruyor, nehirleri zehirleniyor, ormanlarına her gün tecavüz ediliyor. Ama ne gam! Güvenlikli sitelerinin korku dolu lüks yaşamına hapsolmuş olanlar… Plastik ilişkiler yaşayanlar… Et lokantaları, tatlıcılar ve hamburgercilerle girdikleri ilişkinin sonunda nefretin kıskacında neon lambalı eşofmanları içinde nefes nefese pilatese koşanlar… İndirimli şok fiyatların, rüküşlüklerin, vade farksız satışların, pasaklı otomobillerin ve telefonların derdinde olanlar… Sadece ve sadece menfaatinin peşinde olanlar… Sesi kısılmış topraklarda kurulmuş şehirlerde yaşayanlar… Onlar için mikroplastikmiş, çevre kirliliğiymiş, vs., hepsi boş işler. Parasını ve zamanını, medyanın ve piyasanın yarattığı ideal güvenlik tanımına olabildiğince yakın olmalarına yardımcı olan spor salonlarının, diyetisyenlerin, moda tasarımcılarının, işletmecilerin, plastik cerrahların ve kozmetikçilerin ve din sömürücülerinin ve tabii ki politikacıların kasalarına aktaranlar yüzünden geleceğimizin katlediliyor olması bir gerçektir, değişmeyecek bir gerçektir.