Sedat Peker son video ile yine milyonlarca insanı ekran başına kilitledi. Peker, daha önce açıkladığı Erdoğan ile ilgili olan “helalleşmeyi”, Biden görüşmesi gerekçesi ile ertelemişti. Aslında bu karar bile Peker’in videoların çekilmesinde, içeriğinde kadar pek çok konuyu derinlikli düşünüldüğü. Dünkü videoda yine pek çok yeni iddia gündeme geldi. Belediyelerdeki ihalelerdeki yolsuzluklardan kara para trafiğine, siyasetin aracı olduğu alacak verecek ilişkilerinden iş dünyasındaki karanlık ilişkilere kadar birçok başlıkta önemli açıklamalar yaptı Peker. Peker’in iddialar arasında Sezgin Baran Korkmaz’a kaç diyenin Süleyman Soylu olduğunu, Yüksek Yargı ve Emniyet mensupları ile gazetecilerin Korkmaz’ın otelinde ağırlandığını, Metin Külünk’e maaş bağlamadım ama 10 bin dolardan çok fazlasını verdiğini, Demirörenlerin Doğan Grubunu satın alırken kullandıkları krediyi geri ödemediğini, AK Parti’nin seçimde dağıttığı kahveyi kendisinden alındığını ve parasının da ödenmediğini de iddia etti. Bu 9 video bize, Peker’in kişisel başlayan hesaplaşmanın hız kesmeden devam edeceğini gösteriyor. Ki bunu da söylüyor. En son avukatlarının yurtdışına çıkışının keyfi biçimde engellenmesinden sonra mücadelesinin gittiği yere hatta ölümüne kadar gideceğini söyledi. Peki geride kalan 9 videoda Peker bize ne söyledi? Ya da söyledikleri ne anlama geliyor? Öncelikle Sedat Peker bize, otoriter zihniyete dayanan “devlet”in olağan kötülüklerinin bir kısmını anlatmış oldu. O devletin yapısını, kimlerle ortak olduğunu, gerektiğinde hukuk dışına çıktığını, işlediği suçları vs. pek çok şeyi ifşa etti. Bütün bunlar kendisinin bizatihi o devletin parçası olarak yaptıkları, gördükleri ve bildikleri. Peker bunları anlatmaya devam edecek. Diğer yandan bunlar ben dahil pek çok kişi için yeni olan şeyler değil. Sezgisel olarak bilip, konuştuğumuz ama hukuki olarak kanıtlayamadığımız gerçekler. Uzun yıllar önce “Neden devleti ele geçirmeye çalışıyorsunuz?” yazımda devlet hakkında şunları yazmışım. “Gelin devlet üzerine birkaç tespit yapalım: 1.Ulus-devlet sistematiği içinde kurumsallaşmış her devlet özünde otoriterdir,
  1. Tek bir kimlik üzerinden homojen bir toplum tasavvuruna dayanır,
  1. Devlet sadece toplumu yönetmek değil; aynı zamanda tüm bireyleri kontrol etmek ister,
  1. Devlet sırrı, topluma karşı işlenen suçları örtmek için kullanılan kavramlardan birisidir,
  1. Devlet, vergi salarak rant üretir ve bunu dağıttığı toplumsal kesimler üzerinden meşruiyetini sağlar,
  1. Toplumu vesayet altında tutar. Bu vesayetin esas uygulayıcısı askeri ve sivil bürokrasidir,
  1. Devletin önceliği iktidarları kendine benzetmektir. Benzetemediği oranda gücünü paylaşarak zaman içinde iktidarı devşirir.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkündür.” Evet otoriter zihniyetin ağır bastığı topraklarda, toplumlarda devlet bu. Türkiye de böyle bir devlet anlayışı var. Son yıllarda devlet geçmişe göre daha da sertleşti hepsi bu. Ve Peker’de bu devletin bir parçasıydı hep. Ancak Peker’in görmediği şu; devletin bu karanlık işleri yapabilmesi ve kendisi gibilerin var olabilmesi ancak bu zihniyetle mümkün. NESNE DEĞİL ÖZNE OLALIM Peker bize yani gazetecilere ve topluma bir rol biçiyor. Ki son videoda bunu özellikle belirtti. Ki haklı. Peker, bizim devletin sahibi olduğumuz, kamu görevlilerinin seçilmiş siyasilerin “patronu” olduğumuzu söylüyor ki, doğru. Bizim bu devletin yaptıklarına itiraz etmemizi söylüyor ki doğru. Evet her devlet özünde otoriterdir. Onu demokratikleştirecek olan toplumsal ve siyasal muhalefetin kamusal alandaki gücüdür. Toplumsal muhalefet kamusal alanda güçlü oldukça, siyasal muhalefete de daha güçlü olacaktır. Bu açıdan Peker bütün bu seslenişinde haklı. Çünkü geldiğimiz nokta sadece Peker videolarını izlemek, onun üzerine yorum yapmak, twit atmak, yakın çevremizle bu videolar üzerine konuşmanın yeterli olduğu zaman değil. Evet konuşalım, evet, tartışalım, evet paylaşalım ama bunlar yeterli değil. Bir adım daha atmalı ve sesimizi kamusal alanda yükseltmeliyiz. Vatandaş olarak kamusal alandaki siyasetin daha güçlü parçası olmalıyız. Eğer biz geleceğimize sahip çıkacak “özne”ler olmazsak, ancak hakkımızda alınan siyasi kararların “nesne”si oluruz. Hemen ifade edelim ki, böyle bir sorumluluğu Peker’in bize hatırlatması ise tarihin garip bir cilvesi. Özetle Peker üzerine düşeni yapıyor ve bizi de sorumluluk almaya çağırıyor.