İranlı muhaliflerin karşı karşıya oldukları ikilemleri gündeme getirmek önemli. Zira, bu ikilemler, Orta Doğu’da emperyalizm ile baskıcı rejimler arasında sıkışmış pek çok ilerici grubun da aşması gereken ikilemler.
Tüm dünyanın gözleri İran’daki mücadeleye odaklanmışken akıllarda da İran rejiminin sonu bu sefer gelir mi sorusu var. Elbette bu soruya yanıt vermek mümkün değil. Ancak İran’la ilgili bazı noktalara ışık tutmak ve aslında İranlı muhaliflerin karşı karşıya oldukları ikilemleri gündeme getirmek önemli. Zira, bu ikilemler, Orta Doğu’da emperyalizm ile baskıcı rejimler arasında sıkışmış pek çok ilerici grubun da aşması gereken ikilemler.
HİÇBİR GÜÇ “YIKILMAZ” DEĞİLDİR
Öncelikle karşı karşıya olunan rejim ne kadar ceberut olursa olsun, baskı ve ikna araçları ne kadar güçlü olursa “yıkılmaz” değildir. Hatta
devletlerin sertliği arttıkça, kırılganlığı da artar. Tarih, “yıkılmaz” denilen nice siyasal yapının örgütlü halk hareketleri karşısında ayakta duramadığı örneklerle dolu. Ancak elbette her ülkenin dinamiği farklı ve ilerici mücadeleler ülkelerinin öz dinamiklerine göre şekillenirse başarı şansı artıyor. İran, toplumsal yapısı ve yönetim biçimi itibariyle gerçekten kendine özgü koşullara sahip. Bu koşulları iyi değerlendirmek gerekiyor.
RIZA VE BASKI: BÖLÜNMÜŞ TOPLUM
İran toplumu etnik ve dinsel olarak bölünmüş bir yapıda. Ancak İran toplumunu bölünmüş kılan şey yalnızca etnik-dinsel kökenler ya da sıra dağlarla, çöllerle izole olmuş bölgeler değil. İran halkı siyasal aidiyetleri açısından da hayli kutuplaşmış nitelikte. Sık sık sokaklara dökülen hiç de azımsanmayacak büyüklükte bir kitle için İran’daki rejim meşruiyetini tamamen yitirmiş durumda. Ancak öte yanda rejime sıkı sıkıya bağlı hatta rejim içi mekanizmalardan nemalanan yine hiç de azımsanmayacak büyüklükte bir kitle var. Mollaların denetimdeki, İran ekonomisinin nabzını tutan
bonyad denilen vakıflar, rejimin önemli bir rıza sağlama aracı.
Bonyadlar ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun tuttuğu stratejik sektörler on binlerce insanın, geçim, istihdam ve toplumsal statü aracı. Muhalif halk hareketleri karşısında rejimin sokaklara dökmeye çalıştığı kitleler bu sistemin bir parçası.
SAVAŞ VE DEVRİM: COĞRAFYA KADERDİR…
İran’ın konumlandığı coğrafya jeopolitik açıdan zorlu bir coğrafya. Bu yadsınamaz bir gerçek. Dünyanın ve bölgenin bu denli kutuplaşmış yapısı coğrafyadaki dinamikleri daha da zorlu kılıyor. İran’da rejim karşıtı hareket yaygınlaşıp güçlendiği durumda, bu koşulların yalnızca İran’dan besleneceğini düşünmek bir nevi Polyannacılık olur.
ABD neredeyse yarım asırdır İran’daki rejimi değiştirme planları yapıyor. Suudi Arabistan ve İsrail’in husumetleri malum. Rejim bu sayede kendini konsolide ediyor. Bu düşmanlıklar olmasaydı bugünleri görebilir miydi sorgulanabilir.
Taraflara bir bakalım. İran rejimi, kuruluşundan beri dünyada en çok “düşmanı” olan yönetimlerin başında gelir. ABD neredeyse yarım asırdır, hiç de gizleme gereği duymadan, çifte çevreleme politikasından, giderek ağırlaşan yaptırımlara, operasyon ihtimallerini masada tutarak İran’daki rejimi değiştirme planları yapıyor. Avrupa Birliği daha ılımlı olmakla birlikte “eleştirel diyalog” ya da “kapsamlı diyalog” yaklaşımlarıyla İran’daki yönetimi değiştirmek istediğini gizlemiyor. Öte yandan, Suudi Arabistan ve İsrail’in İran rejimiyle husumetleri malum. Ancak önemli bir noktayı unutmamak gerekiyor: İran rejimi kurulduğundan bugüne bu düşmanlıklar üzerinden kendini konsolide ediyor. Hatta bu düşmanlıklar olmasaydı rejim bugünleri görebilir miydi sorgulanabilir. Düşmanlıklar herkesin malumu ancak İran rejimin devrim sonrasındaki 40’ı aşkın yılda önemli müttefikler edindiği gözden kaçırılmamalı. İran, bölgede anti-Amerikancı bayrağı devrimden beri istikrarla sallıyor. Rusya ve Çin başta olmak üzere ABD’nin bölge politikalarına karşı çıkan aktörlerle, tüm sorunlara rağmen derinleşen bir ittifakı var. Bu aktörler açısından, mollalar iktidarda olsun olmasın, İran’daki ABD karşıtı mevziinin tutulması önemli.
İran’da rejim karşıtı hareketin yaygınlaşması durumunun yalnızca İran’ın iç dinamikleriyle şekillenmesini beklemek çok zor. Bunun olması için dünyanın çok daha büyük bir krize odaklanıp, İran’ı unutması gerekir.
Dolayısıyla İran’da rejim karşıtı hareketin yaygınlaşması durumunun yalnızca İran’ın iç dinamikleriyle şekillenmesini beklemek çok zor. Bunun olması için dünyanın çok daha büyük bir krize odaklanıp, İran’ı unutması gerekir. Hazar ve Körfez bölgelerinin ortasında, enerji zengini, Afganistan’a komşu, Sünni bir bölgedeki tek Şii yönetim olan 85 milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. Dünyanın enerji ve gıda krizi gölgesinde giderek kutuplaştığı bir dönem, vekil savaşlarının bölgeyi esir aldığı bir süreç… Bu durumda, bölgenin karışacağını ön görmek için alim olmaya hiç gerek yok. İran rejiminin, “biz olmazsak savaş olur” argümanıyla kitleleri bastırmaya çalışması da bu gerçeği ne yazık ki değiştirmiyor. Bu riske dikkat çekmek, İran halkının meşru taleplerini görmezden gelmek anlamına gelmiyor. Hareketin saygınlığına gölge düşürmüyor.
…AMA KADER DEĞİŞTİRİLEBİLİR
Muhalif hareketlerin başarısı, tüm riskleri görüp ona göre önlem almasıyla da bağlantılı. Kaldı ki, tarihte ilerici olsun olmasın devrimler ve savaşlar çoğu zaman iç içe olmuştur. Fransız Devrim Savaşları, Bolşevik Devrimi- Birinci Dünya Savaşı sonra Rus İç Savaşı’nda müttefiklerin müdahaleleri, Türk Devrimi-Türk Bağımsızlık Savaşı… Bunları unutmamak gerek. Hatta İran İslam Devrimi bile sonrasında patlak veren İran-Irak Savaşı’ndan bağımsız düşünülemez. Neredeyse tüm dünyanın Irak’ın yanında İran’ın karşısında konumlandığı bölgesel bir krizdi bu. İran’da molla rejimi bu savaşın da etkisiyle meşruiyet edindi.
“DIŞ GÜÇLER” NE YAPIYOR?
İran devleti, benzeri baskıcı yönetimler gibi, ne zaman sokaklara taşan toplumsal bir hareketlilik olsa bunu “dış güçlerin müdahalesi” olarak niteliyor. Bu, rejim açısından çok elverişli bir argüman. Hem kendisini destekleyen kitleyi konsolide ediyor. Hem de muhalifleri, kendi ülkelerine kast eden “dış güçlerle” işbirliği yapmakla itham edip muhalifleri marjinalleştirmeye çalışıyor. Peki “dış güçler” müdahale etmez mi? Çıkarları gerektirirse eder. Emperyalizm tarihi, Orta Doğu ve Orta Asya’nın hatta İran’ın yakın tarihi bunun örnekleriyle dolu. Irak işgali, eski Sovyet bölgesindeki Renkli Devrimler, Muhammed Musaddık’ın CIA ve İngiliz istihbaratı tarafından devrilmesi “dış güçlerin müdahalesi” değil de nedir? Dolayısıyla Orta Doğu halklarının önünde önemli bir açmaz var. Meşru talepleri dışarıdan desteklendikçe direndikleri baskıcı yönetimler güçleniyor, kendilerini meşrulaştıracak bir zemin buluyor.
İran devleti, ne zaman sokaklara taşan bir hareketlilik olsa bunu “dış güçlerin müdahalesi” olarak niteliyor. Peki “dış güçler” müdahale etmez mi? Irak işgali, Musaddık’ın devrilmesi nedir? Dolayısıyla halkların önünde önemli bir açmaz var.
Mahsa Amini cinayetinden sonraki kitlesel eylemlerde ise “dış güçlerin” çok da atılgan olmadığı görülüyor. Batı’nın eylemlere desteği kamuoyu ve medya üzerinden devam ediyor. Bu da enerji krizi gölgesinde “nükleer anlaşma” yalnızca İran için değil Batı için de hayli önemli mi sorusunu akıllara getiriyor.
“ÖRGÜTLÜ BİR HALKI HİÇBİR KUVVET YENEMEZ”
Baskıcı rejimlere karşı mücadele eden kitlelerin önemli bir diğer açmazı da örgütlenme. İran devleti de dahil olmak üzere baskıcı rejimlerin en temel özelliklerinden birisi kitlelerin örgütlenme olanaklarını yok etmeleri. Çünkü örgütlü kitlelerin direnme ve savaşma kapasiteleri çok daha yüksek oluyor. Örgütlü gruplar kitlelere liderlik edebiliyor. İran Devrimi’nin “İslam Devrimi” olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu değil miydi zaten? Şah’ın baskıcı rejimine direnen farklı gruplardan en örgütlü olan İslamcılardı. Çünkü Şah tüm baskılarına rağmen İslamcıların camiler üzerinden örgütlenmesini kısıtlanmakta zorlandı. Ve Şah devrildikten sonra görece en örgütlü grup olan radikal İslamcılar savaş koşulları altında kendi iktidarını kurabildi.
Yukarda özetlemeye çalıştığım dinamikler, İran halkının meşru mücadelesine gölge düşürmüyor. Yalnızca başarıya ulaşmak için bölgenin bu gerçeklerini görmezden gelmemek gerekiyor. Sokağın nabzı çok önemli. Meşru talepleri, özgürlükleri için ölmeye göze almış cesur insanların ülkesi İran. Kendi gelecekleri ve ülkeleri için mücadele ediyorlar. İranlı kadınlar, tüm dünyaya şapka çıkartacak denli cesur. Saçlarını rüzgârda savurmayı tüm kadınlar kadar hak ediyorlar. Özürlük mücadelesinin bedelini de ne yazık ki herkesten çok ödüyorlar.