Solun aklını yitirdiği dönemler çok olmuştur. Bu dönemler iktidarı askeri cunta yoluyla ele geçirme hayali, kimi dönemlerde güçlü halkçı bir liderle seçimlerle iktidara gelme arayışı yüzündendir. Solun iktidar arayışı vardır. Ancak programsızlık, iktidarı temsil eden burjuva sınıfının karşısına güçlü bir işçi sınıfı siyasetiyle değil de, kitleleri bir araya getirip bunun sonucunda da iktidara gelme arzusu kurulu düzenin değiştirilemez olduğu algısına neden olmuştur. Düzen değişikliği değil de, düzen içi değişiklik talebi farklı ittifakların yolunu açmıştır. Bu düzen askeri darbelere yol açtığında da, yalnızca özgürlük arayışı, tontiş Özal’ın yanaklarını sıkmakla son bulmuştu. Bu tontiş, darbecilerin vatandaşlıktan çıkardığı sanatçılarımıza yurttaşlık haklarını geri verdi. Ancak 24 Ocak kararlarının uygulanmasındaki darbecilerle olan mutabakata sadık kalmak zorundaydı. Özal’ın varlık nedeni bu kararların hazırlayıcısı ve uygulayıcısı olmasındandır. Nasıl bir cumhuriyet; Turgut Özal’ın ve ekibinin hazırlamış olduğu yeni ekonomi kararların hayata geçirilmesi. 24 Ocak Kararlarının ana hatları şu şekildedir: 1. %32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiş, 2. Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT’lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış. 3. Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış. 4. Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kâr transferlerine kolaylık sağlanmış. 5. Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir. 6. İthalat kademeli olarak liberalize edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir. Özelleştirmelerle, kamunun ekonomideki etkisinin azaltılıp, serbest piyasa ekonomisinin uçsuz bucaksız özgürlüklere kavuşması sağlandı. Aynı gemideydik, patronlar ve işçiler olarak o yüzden birlikte tavır alıp, sivil siyasetin kıymetini de birlikte bilmeliydik. 2003 ile 2016 yılların da özelleştirilmelerden elde edilen kaynak 59,783 milyon dolar. Askeri vesayet mi? Sivil siyaset mi? İşçi sınıfı siyaseti mi? Gerçekçi olalım. Özal döneminden sonra da siyaset hep sivil olmuştur ancak liberal solcularımızı küreselleşen dünyayla buluşmasını sağlayamamıştır. AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemler de demokrasi, özgürlük getirecek diye peşine takılıp, küreselleşme hülyasına, takılmayanları hayalperest sekterler olarak gören liberal solcularımız olmuştu, hatırlayalım. Askeri vesayet son buluyor, sivil siyaset güç kazanıyor çalsın sazlar oynasın liberaller. “Demokrasi ve özgürlükler” alanındaki gelişkinlerin sürdüğü dönemler de, AB emperyalist bir birliktir, halklara barış getirmez dediğimiz de hadi oradan delisiniz siz diyorlardı. Delilerin dışında kaldığı bir araya getirme etkinlikleri de oldu. AB ile müzakereler başlayınca, Kızılay’daki havai fişeklerin gökyüzünde yarattığı farklı renkleri gözümüzde canlandıralım. Sivil siyaset farklı düşüncelerin bir arada yaşamasının teminatıydı. O zamanlar bu kadar karanlık bir dönem de değildi. Demokratik bir rejim inşa sürecin de, temeller atılıyordu, bizde diyorduk ki bu temel 1923 Cumhuriyetini altına alacak yeni bir cumhuriyet kurulacak. Cumhuriyetin yıkılmasında en büyük sorumluluğa sahip iki siyasi bloğun özelleştirmelerde ve emperyalist birliklere entegrasyon da uyumu dikkatlerde kaçmamalıdır. Askeri vesayet ile sivil siyasetin ortaklaştığı bu kararların dışında kalan ve bu ortaklaşmadan en ağır zararı gören işçi sınıfı iki farksız siyasetin bir tanesini tercih etmek zorunda mı? İşçi sınıfı siyasetin de ısrar, radikal pasifizme değil, düzen içerisinde kalan çözüm arayışlarını elinin tersiyle itmektir. Bu arayış sermaye örgütlerinin dışın da kaldığı bir siyaset arayışıdır. (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB) Emperyalist birliklerin parlamentosunun gözüne girme telaşı taşımamaktadır.G(AP Türkiye ile ilişkilerin askıya alınması istemiş) Askerin kışlalardan çıkarak bizi Erdoğan’dan kurtarmasını beklememektir. Meczup siyasetçiler değiliz. Kitle ile değil işçi sınıfıyla birlikte yıkılan cumhuriyetin kurucusu olacağız.