Yaşatmak üzerine değil de öldürmek üzerine kurulu bir sistemde önleyici tedbirler alınmaz, alınamaz. Manisa askeri kışlasında yedikleri yemekten zehirlenen askerler gündemimize dördüncü kez zehirlendikten sonra girdi. Toplumumuzun askerine manevi değerler atfettiği, askere gitmeden önce eline kınalar yakılan Mehmetçiğin “düşmana” kurşun sıkmadan, yediği yemekten zehirlenip ölmesinin toplumda yarattığı infial televizyon karşısında hayıflanmaktan ibarettir. Bu kışlaya ya da başka devlet kurumlarına yemek hizmeti sunan firma (Rota) daha önceki olumsuz hizmetlerini isim değişikliği yaparak kapatıyor. Yaşanan olay yargıya intikal etmiş, buradan çıkacak sonuçtan kimsenin şüphesi olmasın, “Adalet mülkün temelidir.” Olaylar incelenmeden, sorumlular belirlenecektir. Çünkü kapitalist sistemin kendisini sorgulamasının sonucu ortaya çıkacak. Yer altındaki fay altlarında yaşanan sıkışmayla ortaya çıkan depremleri o bölgenin halkının cezalandırılması olarak gören yetkililerin, bu olay karşısında “FETÖ” örgütüne faturayı kesme girişimleri doğal karşılanabilir. Çevrenin, doğanın sermaye için kullanıma açılması, müteahhitlerin binaları yaparken kullandıkları ucuz, kalitesiz ürünler, belediye başta olmak üzere yetkililerin bu uygunsuz yapılaşmaya müsaade etmeleri sorgulanmaya değmez kimi küçük teferruat. Bir diğeri de zehirlenen askerlere gönderilen yemeklerin buzdolabın da değil de dışarda bekletilmesinin nedeni, karı artırmak için en ucuz ürünlerin kullanılması birçok soru, cevabı patronların karının bekasının sağlanmasıdır. Adalet istiyoruz: bu sözler son günlerde meclisteki partilerin ana gündemlerinden bir tanesi oldu.Kılıçdaroğlu’nun başlatmış olduğu dalet Yürüyüşü sıkça ve vurguladığı herkes için adalet, yargının tarafsız ve bağımsız olması gerektiği... İşte bu mümkün değil. Yargı, devletin karşısında bir karar verirse bünye bu durumu kaldıramaz ve dışa atar. Devletin hangi sınıfın temsilcisi olmasıyla alakalıdır. Çıkarılan yasalar ölümleri engellemiyor. Örnek mi? 6331 Sayılı İSG Yasası çıktıktan sonraki iş cinayetleri şöyle*: 2013 yılının ilk beş ayında en az 403 işçi, 2014 yılının ilk beş ayında en az 858 işçi, 2015 yılının ilk beş ayında en az 655 işçi, 2016 yılının ilk beş ayında en az 722 işçi, 2017 yılının ilk beş ayında ise en az 741 işçi yaşamını yitirdi... Bu ölümlerde adalet “ahirete” erteleniyor. Çünkü Çalışma Bakanı “iş kazalarının” önlenmesi için radikal kararlar aldıklarını açıkladı. “Adalet hava, su kadar önemlidir.” Bu tespitin kendisi doğrudur. Sorun hayata geçirilmesi için nelerin yapılması gerektiğidir. Devletin sınıfsal kimliği gereği yapması gereken şey, kapitalist sistemin bugünü ve yarınını garantiye almak, sistemin devamlılığına karşı oluşabilecek riskleri ortadan kaldırmak için adım atmaktır. Erdoğan bu devletin bir temsilcisidir. Devletin neo-liberal politikaları hayata geçirirken, karşısında işçi sınıfını bulma riskine karşı kullanışlı bir aktördür. Devletin bekası , Rota yemekçiliğin, müteahhitlerin bekası; fabrikalarda atölyelerde sömürünün sınırsızlığı, çalışma koşullarının önemsenmemesi ve patronların bu noktadaki karının bekası demek. Bu yaşananlar sonrasında, Erdoğan’ı “firavunlaştıran”, devletin kendisidir. Bu firavunun karşına “Musalar” çıkıp ve başarıya ulaşırsa yerine yeni firavunlar hortlayacaktır. Ne yapmalı? Ekim Devrimi’nin 100. yılındayız. Rusya’da işçi sınıfı 1. Dünya Savaşı’nın sonlarında barış istiyorlardı, ekmek istiyorlardı. İsteklerinin cevabını buldular, bu istekleri ancak sosyalizmle mümkündü. Türkiye işçi sınıfının da talepleri var. Adalet istiyor, iş istiyor, yaşamak istiyor. Ne yapılması gerektiğini, Rusya işçi sınıfı 100 yıl önce gösterdi. Sosyalizm günceldir, zorunludur. *http://www.guvenlicalisma.org?option=com_content&view=article&id=18715:calisma-bakanligi-hedef-sifir-kaza-kampanyasi-baslatti-mayis-ayinda-en-az-146-yilin-ilk-bes-ayinda-ise-en-az-741-isci-yasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236