Kapitalizm en temel düzeyde, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir sistem olarak tanımlanabilir. "Kâr amacı" derken, gelinen şu aşamada yeryüzünde kapitalizmin metaya çevirmediği pek bir şey kalmadı. Örneğin, kapitalist düzene tamah eden toplumlarda yaşayan insanlar; barınma, temiz su, kanalizasyon, ulaşım, temiz hava ve sağlıklı beslenme imkanlarına bir ton para ödeyerek ulaşıyor. Yukarıda saydıklarımızın içerisine almadığımız ama oldukça önemli başka bir temel insan hakkı daha var. "Eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmeti"… Şu içerisinde bulunduğumuz salgın sürecinde en çok tartışılan konular arasında bu sağlık hakkı meselesi yer alıyor. Bu konudaki haberleri şöyle bir kuş bakışı taradım, ülkelerin sağlık sistemlerine ilişkin birçok haberde aynı başlık kullanılmış; “ABD’de sağlık sistemi çöktü”, “Fransa’da sağlık sistemi çöktü”, “İtalya’da sağlık sistemi çöktü” vb… “Çöktü” ortak yüklem hepsinde. Doğru, salgın sürecinde kapitalist devletlerin sağlık sistemlerinin nasıl da büyük çatırtılarla çöktüğüne ve toparlanamadığına şahit olduk. Bununla birlikte sadece satmak ve kâr etmek üzerine kurulu düzenlerin, kapitalizmle geçen birkaç asır içerisinde semirmiş bir burjuva sınıfından başka aslında hiçbir şeye sahip olamadıklarını, emeğe saygı duymayan, emeğin gücüne sırtını yaslamayan siyasi yapıların ne denli çürük olduğunu bir kez daha anladık. Salgın, Karl Marx ve Friedrich Engels'in Komünist Manifesto'da ifade ettikleri gibi, "Modern devletlerin yürütme gücünün, tüm burjuvazinin ortak işlerini yürüten bir kuruldan başka bir şey olmadığını" gösterdi bir kez daha. Salgın başlar başlamaz dünyanın her yerinde liderlerin, sermayeye yönelik yardım paketlerini sağanak halinde açıklamaları buna işaret etmiyor mu? Ya emekçiler, emekliler, işsizler? Kapitalist düzen içerisinde tüm ticari mallar gibi kendileri de birer meta olarak konumlandırılan emekçilerin perişan olduğunu gördük. Dünya'nın yoksul halkları şu anda aşının hayâlini bile kuramazken zengin ülkelerin milyonlarca doz aşıya nasıl da sorunsuz bir şekilde ulaştığını izledik haber kanallarında. İngiliz filozof John Locke, "Deney, bütün bilgilerimizin kaynağıdır. Fikirler birer deney ürünüdürler, bilgi bütünüyle deneyseldir..." diyor. Buradan yola çıkarak, yani salgını deneyimledikten sonra "Salgın sırasında kapitalist sistem her alanda çöktü. Sermayenin işkembesini doldurmaya çalışmaktan başka bir işe yaramıyor kapitalizm" bilgisini bir kez daha teyit ettiğimiz söyleyebiliriz. "Kapitalizmin, artık tarihin çöplüğüne yollanma zamanı, gelmiştir" yargısıyla tamamlayabiliriz bu bilgiyi. KARANTİNA… NEREYE KADAR? Salgın başladığında yaptıkları ilk iş, güvenlik toplantıları düzenlemek ve bu bağlamda, "karantina" adı altında insanları evlere kapatmak olan kapitalist devletler, "önlem" almaktan başka ne yaptı? Örneğin, dünyanın daha önce de salgın deneyimleri olduğundan yola çıkılarak, sağlık sistemleri güçlendirildi mi? Mesela, sağlık giderlerini artırmayı düşünen oldu mu? Mesela, Türkiye’de güçlü ve daha insancıl bir sağlık sistemi inşa edilmiş olsaydı, bugün hastanelerde canhıraş mücadele eden sağlık emekçilerini teker teker toprağa vermek zorunda kalır mıydık? Tüm bunların yerine "insanları daha çok soysunlar" diye önlerine her türlü imkân serilen ilaç şirketleriyle kapsamlı bir sorun yaşanırsa ne olacak? Nitekim Avrupa Birliği zaman zaman bunu yaşıyor. Anlaşmasını yaptığı aşıları şirketlerden alamıyor. Sonra ne oluyor peki? İlaç yok, aşı yok, hadi millet evlere, karantinaya... Bu salgın 10 yıl daha sürerse ne olacak? İlaç baronlarının keyfi mi beklenecek? İnsanlar, hükümetlerin o üstenci ve küstâh üslupla "bak dışarı çıkmayın ha" diye parmak sallamalarına daha ne kadar tahammül edecek? Bugün büyük tuvalde, kapitalistlerin paraya eşitlediği insan yaşamlarının ilaç baronlarının insafına terk edilişi resmediliyor. Şimdi çıkıp, "Ey insanoğlu keşke kapitalistlere gönüllü kulluk yapacağına sosyalizmde eşit yaşayabilseydin. Sağlık hizmetlerine ücretsiz ulaşabilseydin. Emeğinle ürettiğini senin gibi yaşayanlarla hakça paylaşabilseydin. Görüyorsun işte kapitalizm ile insanlık bir çeşit antagonizma ortaya çıkarıyor. Olmuyor birlikte. Kapitalizmde sermayedarlar küfesini doldururken sana hayâl yediriyorlar, hayâl kusturuyorlar. Kapitalizmde üretim döngüsü içinde bir meta iken sosyalizmde yaşamın ta kendisi, öznesi ol" desek "Vay gomonist, din elden gidiyor" diye boğazımıza yapışacak milyonlar var. O zaman bir de şöyle anlatmayı deneyelim. Dostlar, bu salgın meselesini çözme işi ilaç baronlarına bırakıldığı ve onlar da istedikleri parayı alamadıkları sürece zaten yamuk yumuk olan, kör topal hayatta kalmaya çalışan küresel demokrasi zarar görüyor. Belki de İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana eşi benzeri görülmemiş bir ahlâki, siyasi ve ekonomik kriz olan salgın, giderek azgınlaşan faşistler eliyle demokrasileri kemiriyor. Kapitalist devletlerde güya hükümetler, salgına ilişkin olarak tek görevlerinin sağlık hizmetlerinin aksamamasını sağlamak olduğu savıyla hareket ediyor. Böyle bir şey yok... Sağlık hizmetinin eşitlikçi bir şekilde dağıtılması, demokrasi ya da hukukun üstünlüğüne ilişkin ne yapılıyor? Masal anlatılıyor. Bazı bağımsız enstitüler tarafından oluşturulan bilimsel projeksiyonlar, aşılama bu hızla devam ederse salgının 7 yıl daha süreceğini gösteriyor. Evet 7 yıl, doğru okudunuz. Yedi yıl sonra salgından önceki dünyadan geriye ne kalacak? Salgına ilişkin insanların evlere tıkılması, devletlerin yasaklara uymayanları cezalarla tehdit etmesi, otoriter devlet modellerini giderek daha fazla meşrulaştırıyor. İlaç baronlarının keyfiyle bu tünelden çıkılamayacağı aşikâr. Her akşam haberlerde "şu kadar vatandaş enfekte oldu, şu kadarı öldü, şu kadarı iyileşti"... tarzı rakamsal ifadelere muhatap olmak insanların ağızlarında ekşimsi bir tat bırakmaya başladı artık. PARA İÇİN BİLİM OLUR MU? Yazıyı okurken benimle ilgili "korona inkârcısı galiba" diye düşünenler olabilir. Hayır inkârcı falan değilim. Bilime iman etmiş, bilimin ışığından ayrılmayan bir insanım. Ama... Ama'sı şu, paranın kucağına oturmuş bilim insanlarına güvenmiyorum ve onların toplum faydasına çalışacaklarına inanmıyorum. Dikkat edin, aşılar ışık hızıyla ortaya çıktığından bu yana en çok konuşulan mesele, "bir doz kaç paraya satılacak" oldu. Her şeyi "kâr" döngüsüne sıkıştıran, sürekli bir para muhasebesi içinde olan burjuva demokrasisi aparatı bilim insanlarının ürettikleri neye güvenilir? “Paraya endeksli bilimden küresel toplum fayda elde edebilir mi” diye soruyoruz ya zaman zaman benim cevabım, “hayır edemez”. En belirgin deseni faşizm olan kapitalizme tapan devletlerin desteklediği bilim adamlarından küresel topluma hizmet amaçlı bir eylem yeşermez. Bunu en iyi parası olmadığı için hastanelerde kendisine ağrı kesici ilaç bile verilmeyenler bilir. Sağlık hizmetlerinde ortaya çıkan büyük gelişmelerin önemli bir kısmı geçtiğimiz bir yüz yıllık dönem içerisinde yaşandı. Şimdi çıkıp bunu kapitalizmin "büyük başarısı" diye lanse etmeye çalışanlar var. Esasında kendisini burjuva birikim rejiminin taleplerine göre şekillendiren, salt düşük maliyet ile yüksek kâr etme dürtüsüyle hareket eden, bu yönüyle kapitalist bir girişim olan sağlık sektörünün, insana faydasından daha çok zararının konuşulması gereken bir döneme kapı araladı bu salgın. Yukarıda da vurguladığımız gibi salgın aslında hep gözümüzün önünde olan ama belki de nörolojik olarak rahatsızlık vermemesi için arka plana ittiğimiz sorunları su yüzüne çıkardı ve artık görmezden gelemiyoruz. Küresel ve yerel sağlık sistemlerinin birer birer çöküşü sanırım bunların en yakıcısı oldu. Sonuç olarak, bize toplumcu bir sağlık sistemi lazım. Bunu gerçekleştirmek hayâl değil. Bakın Küba'da yapıyorlar. ABD dahil birçok kapitalist ülkenin ambargosu altında olan Küba'da dünyanın başına bela olan birçok hastalık oldukça düşük düzeyde seyrediyor. Burada Küba'nın sağlık sistemine ilişkin derin analizlere girecek değiliz ama bilinmesi gereken en önemli şey, Küba’nın sosyalist bir ülke olduğudur. Bu küçük ada ülkesinin sağlık, eğitim, çalışma, ulaşım ve gıda politikalarını belirleyen en önemli unsur sosyalist olmasıdır. Emeği, insanı metalaştıran kapitalizmin yarattığı yoksulluk, insanların hastalıklara, salgınlara karşı savunmasız kalmasına neden oluyor. Bunun karşılığında sermaye temsilcisi hükümetler ne yapıyor? Çıkıp, büyük bir gururla sermayedarların borçlarını sıfırladıklarını açıklıyorlar. Hatta, sermayedarlara, "hiç canınızı sıkmayın, baktınız sıkıştınız, istediğiniz kadar emekçiyi kapının önüne koyabilirsiniz" kıyakları çekiliyor. Salgın sırasında çalışma yaşamı içerisinde yaşananlar, sistemin vahşiliğini ve para hırsını açık bir şekilde gözler önüne serdi. Belki de salgın insanlarda, "Kapitalizmi reddedip dayanışmayı yükseltmeliyiz. Kapitalizmin sağlığımıza ve temel haklarımıza saldırısını ancak dayanışmayla 'biz' olarak alt edebiliriz" bilincinin yükselmesine yardımcı olabilir. İçinde yaşanan şu zaman diliminden yansıyanlara bakınca bunun koşullarının oluştuğunu net bir şekilde görüyoruz. Sağlık sisteminin demokratik yollarla ve eşitlikçi bir şekilde oluşturulması gerekiyor. Kapitalist düzende bu mümkün olmuyor. Parayı verenin düdüğü çaldığı bir küresel sistem, küresel sağlığı koruyamıyor. Bakın dünyaya aşı üzerinden yeni bir faşizm sistematiği dayatılıyor. Parası olan devletler milyon dozlar sipariş ederken örneğin yoksul Filistin halkı İsrail'in kendilerine bahşedeceği 5 bin doz aşıyı bekliyor. Yazıyı, Türkiye İşçi Partisi (TİP) programında yer alan “Günümüzde dünya kapitalist sistemi, ekonomik, siyasal, ideolojik, toplumsal ve ekolojik boyutlarıyla bütünsel bir bunalımın içindedir. Kâr bölüşümü ve pazar hakimiyeti için büyük tekellerin ve onların temsilcisi kapitalist devletlerin rekabeti şiddetlenmektedir” tespitiyle bağlayalım. Zira bugünlerde kâr ve pazar hakimiyeti ekseninde devam eden vahşi rekabet koronavirüs aşısı üzerinden şekilleniyor. Ezcümle, hep söylenegelir, belki klişedir ama çok doğrudur, "Kapitalizmin kendisi sağlığa zararlıdır". Dayanışmayla…