İstanbul’da, millet iradesinin tecelli ettiği yer olan Maltepe sandık kuruluna AKP’li ve MHP’lilerden oluşan grubun saldırısını sosyal medyadan izlerken aklımda, Alexis de Tocqueville’nin, “Kışkırtılmış, öfkeli ve sınır tanımayan yığınlar, demokrasinin ve kendi özgürlüklerinin temelini oluşturan kurumları bile yok etmeye hazır kalabalıklara dönüşebilirler. Bu da demokrasiden uzaklaşıp gücünü bu yığınlardan alan bir tiranın başa gelmesine neden olabilir” cümlesi dönüp duruyordu. Yazının başlığında yer alan “mobokrasi” kavramından devam edelim. Mobokrasiyi, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan (cahil), ifade özgürlüğünü hiçe sayan, dar görüşlü ve öfkeli kalabalıkların, başka bireyler üzerine zorbalıkla yaptığı dayatmalar” şeklinde özetleyebiliriz. Ben buna çoğunluk faşizmi de diyorum. Mobokrasi’nin en dikkate değer özelliği ise hukukun üstünlüğüne riayet etmeyen liderler tarafından icra ediliyor oluşu. Unutmayalım, ülkemiz kısa zaman önce yaşanan rejim değişikliğiyle birlikte bir süredir, “yargı üstü” ve denetimden muaf siyasi elitler tarafından yönetiliyor. Tarihteki örneklerine bakarak, denetim mekanizmaları bozulmuş demokrasilerin son tahlilde mobokrasiye ya da tiranlığa doğru evrildiğini kesin bilgi olarak kayda geçebiliriz. Hitler Almanyası bunun en tipik örneğidir. Mobokraside liderlerin en karakteristik reaksiyonlarını ise medyayı ve yargıyı kontrol etmek, muhalefeti sindirmeye çalışmak, “kalabalıkların” öfkesini kullanarak sandıktaki saltanatını korumak olarak sıralayabiliriz. Özetle demokratik denetim mekanizmalarını iğdiş etmek… Evet biliyorum, hepimiz biliyoruz, farkındayız, şu anda dünyamız bir umutsuzluk sarmalının hegemonyasında savruluyor. Öyle kuvvetli bir manipülasyon altındayız ki “dünyanın yeni bir başlangıca ihtiyacı var, bildiğimiz dünya sona erdi” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bu tür umutsuzluk dönemleri her zaman faşist kalkışmalara zemin hazırlamıştır. Bütün bu yaşananlar 1930’ların dünyasını hatırlatıyor, “bir yıkımla karşı karşıyayız ve bunu sadece faşistler tersine çevirebilir” savunusu milyonlarca kanaldan subliminal ya da açık bir şekilde kulağımıza fısıldanıyor. Böyle bir şey olmadığını, yaşanmadığını biliyoruz. Dünya, faşizm sevdalısı sermayenin dayattığı neoliberalizm kaynaklı krizlerin etkisiyle çalkalanıyor. Yapmamız gereken şey, kapitalizmi tarihin çöplüğüne postalamak. İnsanlığın artık emeği, duyguyu ve umudu önceleyen yönetim şekillerine ihtiyacı var, sevgiye ihtiyacı var, öfkeden, nefretten, kandan, baruttan beslenen faşistlere değil. Sandık demokrasisinde de sona gelindi Bununla birlikte mobokrasinin bir yönetim şekli olarak, kurum ve kurallarıyla dünyanın önemli merkezlerine hızla sızdığını görüyoruz. Örneğin, mobokrasi Rusya’da Putinizm, ABD’de Trumpizm, Macaristan’da Orbanizm ile hüküm sürüyor. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde mobokrasi sandık sayesinde iktidara geliyor. Yönetimde, halkın büyük bölümünün desteklediği bir lider, onu yaptığı hatalara rağmen körü körüne teşvik etmeye devam eden siyasetçiler, bu hataları gördüğü halde bazen korkudan bazen de çıkarlarına paralel olarak otokrat liderin yanında durmaya devam eden, susan bir diğer siyasetçi güruhu… İşte mobokrasinin basit ama etkili formülü. Mobokrasi tabii ki tek başına hükmetmiyor. Yanına nepotizmi yani akraba, eş, dost kayırma işini de alıyor mutlaka. “Bıçak kendi sapını kesmez” hesabı ülkeler bir süre sonra akraba ilişkileri doğrultusunda yönetilmeye başlanıyor. Macaristan’da Viktor Orban’ın bu türden ilişkileri biliniyor. ABD Başkanı Trump ise geçenlerde kızı İvanka Trump’ı Dünya Bankası Başkanlığı’na düşündüğünü söyledi. Taşlar nasıl da yerine oturuyor değil mi? Neyse ki biz daha bu safhaya gelmedik. Bizde daha damatlara devletin hazinesi ve maliyesinden sorumlu bakanlıklar falan verilmiyor, desek de… Yazıda şu paragrafa kadar bahsettiklerimiz hep kapalı bir düzene, işaret ediyor. Kapalı düzenler eninde sonunda tiranlığa dönüşüyor. Fransız filozof Jean Rostnad, “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuk edeceğiz, kanseri yeneceğiz ama düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz” demiş yıllar önce. Ne güzel demiş. Tam mobokrasiyi tarif etmiş; cahil yığınlar ve cahil yöneticiler… Say say nihayet bitti İstanbul İstanbul ile başlamıştık onunla bitirelim yazıyı. Bu kentte yerel seçimde yarışmış, namusuyla kazanmış bir başkan adayı, günlerce mazbatasını alamadı, vermediler. Nihayet aldı. Şişirilmiş, içi boş iddialarla günlerce milletin iradesine ipotek konuldu. Ekrem İmamoğlu, çıkıp süreci eleştirdiğinde ise “çok konuşma milletin sinirlerini bozuyorsun” dediler. Haklılar tabii, sen, ben, o, biz herkes sussun ki bunların tezgâhları tıkır tıkır işlesin. Neden susalım? Bizden daha akıllı ve daha namuslu değilsiniz. Biz demokratik cumhuriyete iman edenler, aklın ve bilimin ışığıyla aydınlanıyoruz, siz ülkeyi mobokrasi karanlığına gömmeye çalışıyorsunuz. İstanbul olayından sonra dünyanın hiçbir yerinde kendinizi “demokrasi kahramanı” olarak satamayacaksınız, güzel olan bu. Hiçbiriniz meydanlarda “millet iradesi”, “sandıktan ne çıkarsa başımızın üzerine” diye bağıramayacaksınız artık, güzel olan bu. O zaman karşınıza dikilip, “yalan söylüyorsun” diyecek bir cumhuriyet vatandaşı çıkacaktır elbette. Tüm bu yaşananların biricik müsebbipleri, ülkeye yıllardır içi boş “sandık demokrasisi”ni dayatanlardır. İstanbul vakası, yarım yamalak bir şekilde devam ettirilen sandık demokrasisinin de sonuna gelindiğini göstermesi açısından iyi bir örnek tabii ki. Daha başka ilginç şeyler de oluyor ülkemizde. Şu geride kalan 15-20 günde tam bir demokrasi şöleni sunuluyor millete. Eğlen, eğlen bitmiyor. Vatandaş seçime giriyor, kazanıyor, sonra birileri çıkıp, “kardeşim sen KHK ile damgalanmışsın, bu mazbatayı alamazsın” deyip, ikinci sırada gelen adaya vermeye çalışıyorlar yetkiyi. Önceden neden beyan etmedin bunu? İnanılır gibi değil doğrusu. Platon’un “Gücün haklı çıktığı yerde adalet bekleme. Güce tapan insanların olduğu yerdeyse huzur bekleme” özlü sözü yüzyıllar öncesinden süzülüp gelip, bugünü betimliyor adeta. Ülkemizi bu mobokrasi kıskacından çıkarmanın yolu belli. Çözüm tek. Gerçek, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye inanan tüm insanların, gittikçe ağırlığını hissettiren baskıcı, millet iradesini hiçe sayan, demokrasiyi kirleten bu karanlığa karşı -kendi ideolojik kimliklerini muhafaza ederek- birlik olup demokratik kurallar çerçevesinde mücadele etmeleri, çözüm bu. Tıpkı bu yerel seçimde olduğu gibi. Bu, demokrasiye inanan her yurttaşın tarihsel görevi ve sorumluluğudur. Ayrıca evlatlarına, Cumhuriyet’e ve insanlığa karşı borcudur.