Avrupa’da siyasi gelişmeler aşırı sağı, varlığını sürdürebilmesi için elzem olan “öteki” kadrajına kimi oturtacağı konusunda hızlıca bir seçime doğru sürüklüyor. Geleneksel “öteki” yahudiler ve müslümanlar yeni trend “öteki” olarak bu seçimin merkezinde bulunan iki önemli aktör. Avrupalı faşistler, içerisinde bulundukları aşırı sağ seksiyonun post-faşizm evresinde süregiden yolculuğunun neredeyse filosemitizm üst noktasına varmak üzere olmasından eminim büyük rahatsızlık duyuyorlardır. 1930’lu yılların geleneksel faşizminden en azından biyolojik ırkçılık boyutuyla kopmuş görünen post-faşistler, yeni faşist algıyı Fransız Sosyolog ve Filozof Pierre-André Taguieff’in “farklılıkçı ırkçılık” yaklaşımına atıfla “kültürel ırkçılık” formatına dönüştürmüş durumda. Bugünün faşistleri, ardılı oldukları faşist tarihten gelen genlerini kısmi transformasyona uğratarak korumaya devam ediyorlar. Bu durum, yabancı bedenlerde varlığını sürdürmeye çalışan organizmaları hatırlatıyor. Esasında, aşırı sağ fraksiyon taraftarlarının bir gecede antisemitik kökenlerinden sıyrıldıklarına inanmak saflık olurdu. Ancak, ellerinde islamofobi gibi yeni ve tüketime hazır bir kaynak varken sanırım artık kullanışlı bulmadıkları antisemitizm ile uğraşmak istemiyorlar. Bu bağlamda iş öyle noktalara varabiliyor ki Alman parlamentosunda konuşma yapan aşırı sağcı parti AfD’nin bir milletvekili, “antisemitizmin özellikle Müslüman göçmenlerden kaynaklanan bir sorun olduğunu” söyleyebiliyor. İtalyan Tarihçi ve Gazeteci Enzo Traverso, Avrupa faşizminin antisemitizm konusunda geliştirdiği yeni tutumu, “geleneksel faşist matriste hatrı sayılır değişim” olarak değerlendiriyor. Traverso, “post-faşizm” kavramını ideolojinin süregiden dönüşümüne vurgu yapmak amacıyla kullandığını belirterek, “Ancak ne olursa olsun yeni faşistlerin, geleneksel faşist matrisle olan göbek bağları yerinde duruyor” diyor. Konu bu kadar net. Burada, yeni faşist oluşumların esnetilebilme kapasitelerinin oldukça geniş olduğu tespitini de yapabiliriz. Yeni faşizmde en yeni olan durum, amacın hasıl olması ekseninde konjonktürel değişimlere açık olması. Aşırı sağcılar bugün artık evrimsel hümanizmin dayatmacı üstün ırk saplantısını geride bıraktıklarını özenle vurguluyorlar ancak onun yerine “üstün kültür” ögesini yerleştirdiklerini de sakınmadan dile getiriyorlar. Yani “yabancılar ırkın saflığını bozuyor”dan, “yabancılar kültürün saflığını bozuyor”a uzayan bir değişim haritası. Hangisini tercih ederseniz edin sonuçta bu iki yol ileride faşizmde kesişiyor. Bu, bize görüntüde farklılık arz eden iki düşünce tarzı arasındaki analojik bağın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bugünün Avrupa aşırı sağında islamofobi, antisemitizmin –görüntüde de olsa- terkedilmesinden kaynaklanan ideolojik retorik boşluğunu doldurmak için kullanılıyor. Müslüman göçmenler de doğrusu yeni “öteki” olmak ve islamofobiyi yüreklendirmek için ne gerekiyorsa yapıyor. Avrupa’daki Yahudi kuruluşları açısından duruma bakarsak, onlar da aşırı sağın bu sempatik hamlelerini kuşkuyla karşılıyor. Son olarak Alman parlamentosundan aşırı sağcı parti AfD’nin de desteğiyle geçen “antisemitizmle mücadele sorumlusu” atanmasına ilişkin kanun taslağı bile şüpheleri dağıtmaya yetmiyor. Bu süreçte, aşırı sağ partilerin bu ideolojik hamlelerine taraftarlarının pek rağbet etmediği de gözlemleniyor. Almanya’da sinagoglara sprey boyalarla nazi simgeleri çizme işi hızla devam ediyor. Bu durum, aşırı sağ partilerin tabanına ideolojik görüntülerinin uzağında farklı mesajlar verdiğini gösteriyor. AB ülkelerinden İsrail’e olan göçün düzenli bir artış içerisinde olması da bu fotoğrafa ayrıca anlam katıyor. Bütün bu olanları destekler nitelikte Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi raporları, yansıtılmaya çalışıldığı gibi antisemitizmin ikinci planda kalmadığını ve hatta giderek güçlendiği bir süreç yaşandığına ilişkin veriler içeriyor. Avusturya’da aşırı sağ ile hükümet kuran muhafazakâr partinin lideri Sebastian Kurz’un da “yeni hükümetin antisemitizm ile etkin bir şekilde mücadele edeceğini” açıklaması kayda değer bir başka gelişme oldu. Esasında kendisi de faşist eğilimli olan Kurz’un bu açıklaması tersinden “islamofobiyi kemikleştireceğiz” şeklinde de okunabilir. Aşırı sağcılar hangi ideolojik gömleği giyerlerse giysinler, rönesans ve reform sonrası oluşan modern batı uygarlığı tarihinde büyük bir kırılma olan “Yahudi soykırımı” altında yer alan ıslak imzalarının hiçbir zaman silinmeyeceğini biliyor olmalılar. Özetle, Avrupa aşırı sağının faşist genlerinden gelen saldırgan taraflarını tatmin etmekte kullandığı enstrümanlar noktasında sıkıntı yaşamayacağı açık bir şekilde görülüyor. Madalyonun diğer yüzünde, dünyanın her yerinde olduğu gibi ideolojik sığlık yaşayan post-faşistler için yaşamsal kaynak zenofobinin temel ögesi olan yabancılar, vazgeçilmez bir unsur olarak varlığını sürdürüyor. Faşizm için bulunan malzeme bolluğunun coşkusunu yaşayan Avrupa aşırı sağının, bu kaotik ikilem içerisinde pozisyonunu nasıl netleştireceğini izlemeye devam edeceğiz.