Avrupa’da merkez partilerin yaşadığı politik demansın yarattığı boşluğu post-faşist politikalarla doldurmaya çalışan aşırı sağ, enstrümanlarını da çeşitlendirmeye çalışıyor. Aşırı sağcı sokak milislerinin orduya olan yoğun ilgisinin bu bağlamda ele alınması gerekiyor. Aşırı sağın estirdiği rüzgârın merkeze ulaşmasının yarattığı panik büyüyerek devam ederken çoğu insan “Bu günlere nasıl gelindi” sorusunun yanıtını bulmaya çabalıyor. Almanya, yükselen milliyetçi dalgalar üzerinde keyifle sörf yapan aşırı sağın antisemitik görüntüsünden sıyrılmak için çaba harcadığı bugünlerde, orduda görev yapan sempatizanlarının neden olduğu ırkçı skandallarla çalkalanıyor. Alman ordusunda 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürdürülen aşırı sağcı örgütlenmelerin engellenmesine yönelik çalışmaların iyice gevşediği ifade ediliyor. Alman faşistlerin siyasi kanatta yer alan temsilcileri daha ılımlı bir çizgi inşa etmeye çalışırken, ordu bünyesinde yuvalananların, siyasilerin bu çabalarına pek de destek vermedikleri görülüyor. Bir zamanlar sokaklardaki neonazi çetelerden birinin üyesi olan daha sonra orduya katılan eski asker Christian Weissgerber’in bir gazeteye verdiği röportaj belge niteliğinde. Weissgerber, başvuru yapar yapmaz orduya kabul edildiğini ve nazi sembolleriyle bezeli dövmelerinin kendisi için iyi birer referans olduğunu anlatıyor. Öyle ki Weissgerber’i asker alımı yapılan büroda görevlendiriyorlar. Weissgerber, askerler arasında yahudilerle ilgili anlatılan müstehcen fıkralar ve yapılan şakaların da bir hayli revaçta olduğunu söylüyor. Bununla birlikte çok sayıda ırkçılık kokan hareketin üst rütbeliler tarafından görmezden gelindiğine dair iddialar sıkça dile getiriliyor. Alman medyası, “orduda neonazi örgütlenmeleri var mı” sorusuyla meşgul olurken, Weissgerber’in açıklamalarından faşistlerin klikler halinde kışlaları ele geçirdiği anlaşılıyor. Weissgerber’in, Alman Savunma Bakanlığı yetkililerinin, “ordudaki neonazi örgütlenmeler sorunu üzerinde ciddiyetle durdukları ve gerekenin yapılacağı” şeklindeki açıklamalarına yönelik “artık çok geç” sözleri çok çarpıcıydı doğrusu. Meselenin hangi noktada olduğu bu eski neonazi askerin üç kelimeden oluşan cümlesi etrafında şekilleniyor. Weissgerber, “kışlaların sadece isimlerinin değiştirilmesiyle bu iş olmaz” diye ekliyor. Tüm bu anlatılanlardan tek bir sonuç çıkıyor, Alman siyasiler, faşistler orduyu kışla kışla zapt ederken elleri ceplerinde seyredip, ıslık çalmışlar. Sorunun kontrol edilemez bir noktaya sürüklendiği şu halde dahi siyasilerden bu konuda keskin ve net bir söylem duyulmuyor. Neonazi geçmişi olanlar tercih ediliyor Konuya ilişkin güncel araştırmalar ve raporlar da sorunun ne kadar kemikleşmiş olduğunu gösteriyor. Alman askeri istihbaratı ve diğer kamu kurumlarınca hazırlanan raporlara göre, orduda faal görevde bulunan önemli sayıda asker kendisini “nasyonal sosyalist” ideolojik kadrajında tanımlıyor ve antisemitik olduğunu dile getiriyor. Raporlarda, söz konusu grup içerisinde yer alan bazı askerlerin, “yahudileri dünyadan yok etme yemini ettiğine” dair bilgi yer alıyor. Faşist askerlerin genellikle birbirlerine “Hitler selamı” verdikleri ve bulundukları kışlalarda faşist propaganda yaptıklarına dair verilere de ulaşıldığı kaydediliyor. Bu askerlerin, WhatsApp ve Facebook gibi sosyal mecralarda da oldukça örgütlü oldukları ifade ediliyor. Orduda ortaya çıkan faşist oluşumların zayıflatılması için ciddi bir antifaşist eğitim programı oluşturulmasının ve uygulanmasının gerekli olduğu görülüyor. Zira ordu, toplumun normal kesimlerinden ziyade sokaklardan gelen, şiddet ve silaha yatkın neonazi geçmişi olanlara daha fazla kucak açıyor. Bu gelişmeleri esasında, Alman egemen sınıfının faşist sağa savrulmasının boyutlarını da gözler önüne sermesi açısından anlamlı buluyorum. Yeni faşistlerin, Hitler’in de muzdarip olduğu “reich” hastalığına yakalandıkları görülüyor. Aşırı sağ politik seksiyonun takipçileri, Almanya’yı bir kez daha Avrupa’nın egemen gücü ve dünya ölçeğinde ekonomik bir imparatorluk haline getirmek istediklerini gizlemiyorlar. Bu süreçte, Alman medyasında yer alan, “Bu sorunlu askerleri kriz bölgelerine ve savaşlara gönderenlerin, bunların acımasızlığı ve merhametsizliğine karşı hazırlıklı olmaları gerekiyor” yorumları da oldukça etkileyiciydi. Siyasi konjonktürde doğan boşlukları iyi yakalayan aşırı sağ hareketin, ordu ölçeğinde gerçekleşen hücre tipi faşist örgütlenmeleri de yakından ve ilgiyle takip ettiğinden eminim. Derinleşen kapitalizm krizi beraberinde giderek yükselen jeopolitik ve ekonomik gerilimler, AB’nin sorunlara çözüm üretme kapasitesini giderek zayıflatıyor. Almanya’nın ivmelenerek devam eden bir şekilde ABD ile uluslararası piyasalarda rekabete sürüklenmesi de Atlantik ittifakının çatırdamasına neden oluyor. Bu tabloda Alman ordusu, dünya ölçeğinde savaşabilme kabiliyetine sahip zenofobik profesyonel katillere teslim ediliyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz gerilimleri omuzlayamayan toplumlarda militarizm en alt katmanlara kadar sirayet ediyor. Bugün neofaşizm dopingli militarizm, yerküre ölçeğinde bir sorun olarak karşımızda duruyor. AB’de birçok ülkede bunun örnekleri zaman zaman yaşanıyor. Bununla beraber Alman ordusunda faşist askerlerden ötürü yaşanan skandallara dünya medyasının sessiz kalması sorunun uluslararası boyutunu gözler önüne seriyor. Özetle, dünya ölçeğinde egemen sınıfların diktatörlerle yönetilmek ve savaş seçeneklerine giderek ısındığı sonucuna varabiliriz. Dünya emekçileri ve halkları için asıl sıkıntı buradan uç alıyor.