Cumhuriyetin kuruluşunda yer alan kurucu kadroların pek azı iktisatçıdır. Maddi yoklukların bu denli ağır olduğu örnekler tarihte nadiren bulunabilir. Buna karşılık bu dönemin yönetim kadrosunun “iktisatçı” olmaması incelenmeye değer. Bu kadro içinde iktisatçı olup da en bilinenleri rahmetli Celal Bayar. Ancak Cumhuriyetin ilk Ekonomi Bakanlığı koltuğunda oturan Hasan Saka’yı anmadan geçmemek gerekir. Hasan Saka Kurtuluş Savaşı yıllarında aynı zamanda Maliye Bakanlığı da yapmış. Görevinden ayrılmak isteyince, Mustafa Kemal, Hasan Saka’dan yerine “maliyeden anlamayan birisini” bulmasını istemiş. Hasan Bey’in götürdüğü bir kaç ismi kabul etmeyen Mustafa Kemal, Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Ataç’ı duyunca “Tamam” demiş. Hasan Fehmi Bey, gerçekten ne maliyeden, ne de ekonomiden anlamayan bir isim. Öte yandan kendisinin düzenli bir öğrenimi dahi bulunmuyor. Esasında tam da Mustafa Kemal’in aradığı cinsten “Maliyeden anlamayan biri”... Bir gün ordu kumandanları hizmetlerine 10 araba isteyince Hasan Fehmi Bey kumandanlara “Otomobiller İzmir’de, Yunanlıların elinde, gidip alabilirsiniz” diyor. Özellikle Kurtuluş Savaşı günlerinin ekonomik yokluklarını anlatan kıssalar anlatmakla bitmez. Hasan Fehmi Bey’in de en büyük hizmeti işte bu zor şartlarda Büyük Taarruz için gereken geliri toplayabilmek olmuştur. İcabında Osmanlı Bankası müdürünü tehdit ederek… Öte yandan Cumhuriyetin kuruluş yılları (1923-29) ve daha sonraki korumacı sanayileşme dönemi (1930-1939)  adeta bir ekonomik mucizeyi andırır. Özellikle kuruluş yıllarındaki büyüme hızları dudak uçuklatacak cinsten… 1924-1929 yılları arasındaki yıllık ortalama büyüme hızımız %10,95 oranında. Bu durumun altında yatan en büyük sebep savaşlar yüzünden askerde olduğu için tarlasını süremeyen çiftçinin cumhuriyetle beraber tarlalarına dönebilmesi ve böylece tarımsal hasılanın yılda ortalama %15,92 büyümesi olmuştur. Ancak Cumhuriyetin ekonomi ülküsü hammadde ihracatçısı bir tarım ülkesi olmak değil, bir sanayi ülkesi kurabilmektir. Zira Osmanlı’nın son dönemini gören cumhuriyetin kurucu babaları, hammadde ihraç edip sanayi ürünü ithal etmenin bedelini çok yakından deneyimlemişlerdi. Bu sebeple cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşmek için özel kesime çok büyük iltimaslar geçiliyor. Öyle ki 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkıyor. Ancak 1929 Büyük Ekonomik Buhranı patlak veriyor... Başta da belirttiğimiz gibi cumhuriyetin kurucu kadroları iktisatçı değillerdi. Bu haliyle mevcut ekonomi yönetimi deneme yanılma yöntemi ile hallolunmuştur. Kuruluş yıllarında özel kesimden sanayileşmek için beklenen verim alınamayınca, 1930’lu yıllarda yüksek gümrük vergileri ile yerli üretimi koruma altına alma yolu deneniyor.  Ancak yine de beklenen sanayileşme hamlesi gelmeyince, 1932 yılından itibaren ekonominin yuları kamu yatırımları ile idare edilmeye başlanıyor. Bu yatırımları finanse etmek için Etibank ve Sümerbank kuruluyor ve ilk kez 1934-1938 yıllarını kapsayan “Birinci 5 yıllık Sanayi Planı” devreye sokuluyor. O yıllardaki sanayileşme hızlarını cumhuriyet dönemi boyunca bir daha yakalayamadık, sanayi büyümesi hızları şu şekilde;
  • 1934 - %18
  • 1935 - %8,6
  • 1936 - %11,1
  • 1937 - %13,4
  • 1938 - %6,2
  • 1939 - %19
Şimdiki liberaller böyle şeyler duyduklarında tüyleri diken diken oluyor. Kamu yatırım yapar mıymış? Bal gibi de yapar… Anadolu’nun her köşesine kurulan KİT’ler bulundukları muhitlerde sinema, tiyatro, opera ve kütüphaneler götürdüler. Bizim ülkemizde kamu kesimi eliyle yürütülen iktisadi faaliyetler, bu toprakların ihtiyacına dönük ve bu topraklara özgü iktisadı aklın eseriydi. Bugün şeker fabrikalarının, Türkiye kömür işletmelerinin, demir çelik, tekstil ve TEKEL fabrikalarının tarihi incelense Anadolu insanının zenginleşmesinde ve yurttaşlık bilinci kazanmasında çok büyük katkıları olduğu görülür. Yeter ki aklınızı, hayal gücünüzü kısıtlayan kompleksleriniz olmasın, özgücünüze güvenin. Bizim ülkemiz de hala kendi kalkınması için bu topraklara özgü bir model geliştirebilir. 1934-38 yıllarında uygulanan “Birinci 5 yıllık Sanayi Planı” son derece başarılı olunca hemen ardından uygulanmak üzere 2. plan hazırlanır. Ancak dünya savaşı başladığı için plan uygulanamaz. Ülkenin ihtiyaç duyduğu emek gücünün büyük kısmı silah altına alınır, kamu giderlerinde başı savunma harcamaları çekmeye başlar. Bu şartlar altında köy kalkınması için 5 Haziran 1942’de TBMM’de “köy okullarını ve köy enstitülerini teşkilatlandırma kanunu” görüşülür. Kanun 18 yaşını doldurmuş ve 60 yaşını geçmemiş köy ahalisinden kadın ve erkeklerin yılda 20 gün Köy Okulunun imarı için çalıştırılmasını içeriyor. Bunun üzerine görüşmeler devam ederken milletvekili Sinan Tekelioğlu “Kadınlar, zayıf ve naif bünyeli insanlardır, ancak mecburiyet karşısında böyle zirai işlerde çalıştırılabilir” diyerek kanuna muhalefet ediyor. Ardından meclisin ilk kadın milletvekillerinden Erzurum milletvekili Nakiye Ergun kürsüye çıkarak “Türk Kadını Sinan arkadaşımızın bahsettiği gibi aciz, nazik bünyeli insanlar değildir. İcabında vatan savunmasına gittiği gibi köy okullarının imarını da yapabilecek kudrettedir” diyerek Sinan Tekelioğlu’na cevap veriyor. Kanun 19 Haziran 1942’de TBMM’de onaylanıyor. Bu tarihten 67 yıl sonra 18 Mart 2009’da çok methedilen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, işsizliğin nedeninin iş arayan kadınlar olduğunu söyleyebildi. Nüfusumuzun yarısı kadın ve kadınlarımızın %60’tan fazlası iş dahi aramıyor, üretime katkı koymuyor. Bu anlayışla kalkınma mümkün müydü? Olmadığını acı şekilde tecrübe ediyoruz. Biz üretmek yerine borç almayı tercih ettik. Ancak Kurtuluş Savaşı’mızın Maliye Bakanı Hasan Fehmi Ataç büyük zaferden 3 ay sonra meclis kürsüsünde bakın ne diyor? Efendiler, biz ne Londra’da, ne Paris’te, ne de Avrupa’nın hiç bir yerinde istikraz (borç) teşebbüsünde bulunmamışızdır. İstikraz teşebbüsünü icap ettirecek ne bir teklif, ne de bir kelime dahi sarfetmemişizdir… Taarruzdan evvel, askeri hazırlıklar için fazla sarfiyat dolayısıyla, geliri müsait olmayan birkaç vilayette memurların bir iki maaşı askıda kalmıştı. Bugün bunları da tamamen ödedik... Ecnebi sermayesine karşı ise Türkiye’nin hiçbir buğz-u adaveti (kini,nefreti) yoktur. Ancak 20. asrın ortasında kendimizi hiç bir devletten geri görmediğimiz gibi hiç bir milletten aşağı şartlar kabul ederek Türkiye’yi esirler ülkesi haline getiremeyiz” Ancak bu konuşmanın ardından yaklaşık 100 yıl geçiyor ve bugün borçlarımız yüzünden "faiz artsın mı?", "dolar düşsün mü?" diye ruhsuz biçimde ahkam kesiyoruz. Bugün 80 milyon insan kendi hayvanına yetecek samanı üretemiyorsa, bu durum iktisat bilmediğimizden mi, yoksa ruhsuzluğumuzdan mı kaynaklanıyor, bu soruyu bir düşünmek gerekir. Bakın yazıda nakledilen örneklerin tamamında bir “ruh” bulunuyor. Velev ki Kurtuluş Savaşı sırasında, 29 Buhranında veya 2. Dünya Savaşı yıllarında McKinsey adlı şirketten danışmanlık hizmeti alsaydık yukarıdaki ruhu yakalayabilir miydik? McKinsey çalışanları mutlaka kalibreli insanlardır, ekonomik göstergeleri iyi takip ederler, bu bilimin gerektirdiklerine son derece vakıflardır. Ancak ekonomi biliminden hiç de anlamayan Kurtuluş Savaşı’nın Maliye Nazırı Hasan Fehmi Ataç’ta olan devrimci ruhu “McKinsey”de bulamazsınız. McKinsey’den danışmanlık alan anlayış “tam bağımsızlık tam barbarlıktır” diyen kompleksli, kendi özgücüne güvenmeyen komprador bir akıldır. Ve maalesef bu akıl bu yurdun kurduğu en değerli kurumlardan DPT’yi, TODAİE’yi kendi aklına güvenmediği için “21. yüzyılda plan mı olurmuş, kamu yatırım yapar mıymış” diyerek kapattı. Bunları yaparken TEKEL’i TürkTelekomu, TÜPRAŞ’ı madenleri ve limanları, DemirÇelik ve Tekstil Fabrikalarını ve son olarak Şeker Fabrikalarını sattı. Halbuki bu fabrikalar “bu topraklara özgü iktisat aklının” en ileri örnekleriydi. "Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını sallar" derler. Bu toprakların iktisadından en iyi anlayanlar fikri zikri ne olursa olsun yine bu toprakların çocuklarıdır. Ha derseniz ki, “borç bulmamız lazım, bize güvenmiyorlar, McKinsey bize referans olursa borç bulabiliriz” o zaman siz bilirsiniz. Ancak 5-10 tane ensesi kalın kalantor batmasın diye, Ali Ağaoğlu’nun Rolls Royce’ları, Kolin İnşaat’ın cirosu, ihale kralınız Mehmet Cengiz’in Londra’daki gayrimenkulleri, LİMAK Holding’in 3. havalimanından topladığı milyar dolarları azalmasın diye bu ülkede emeği ile geçinen milyonları bir tarafa koyacaksanız (ki McKinsey’den alınan danışmanlık alınterinin hakkını koruyacak değildir) bu ülkenin 100 yıllık iktisadi aklına ihanet edersiniz. Belki yine oy alır, yine saltanatınızı korursunuz, ancak tarih, iktisattan hiç anlamayan Hasan Fehmi Ataç’ı bir yere iktisattan “oldukça iyi anlayan” McKinsey’i başka bir yere koyar… Zira “cumhuriyet fazilettir” ...