Askerlikte en zor manevralardan birisi “geri çekilme”dir. Çünkü kaybedilen bir muharebenin ardından kayıpların moral bozukluğuyla ve düşman hattına arkasını dönen savaş organizasyonuyla geriye doğru manevra yapması oldukça zordur. Geri çekilen ordunun ilk aradığı şey, savunma savaşı verebileceği bir doğal mevzidir. Bu bir dağ, tepe, orman olabilir. Ancak geri çekilme sırasında arkadan kovalayan bir ordunun varlığı böyle bir doğal mevzide hazırlık yapmayı imkansız hale getirir. Örneğin, 30 Ağustos günü cephesi bölünen ve geri çekilme manevrasına başlayan Yunan Ordusu’nun başarılı olamamasının en temel nedeni Gazi Mustafa Kemal’in “İlk Hedefiniz Akdeniz’dir” talimatı olmuştur. Kurtuluş ordusu 10 gün gibi kısa bir sürede geri çekilen Yunan Ordusu’nun ensesinde bitmiş, askerlik tarihine girecek bir hızla Afyon’dan İzmir’e ulaşabilmiştir. Dolayısıyla iyi bir komutan, ne zaman ve nasıl geri çekileceğini bilmeli, ayrıca geri çekilmenin hangi doğal mevzide duracağını kestirebilmelidir. Örneğin, Kütahya-Eskişehir muharebesinin ardından ordumuz Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmiş ve burada tarihi Sakarya Savunması’nı gerçeleştirebilmiştir. Hem de askerlik kurallarına göre çok da elverişli olmayan mevzilere tutunarak. Bu konuda yine bir strateji dehası  olan Gazi’nin “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” tespitini salt romantik bir önerme olarak düşünmemeliyiz. Taktik ve stratejik manevralar yalnızca savaş meydanlarında yapılmıyor. Karşıt güçlerin mücadelesinin tamamında, icabında karı-koca arasında, icabında iş yerinde müdür olmak isteyen iki rakip arasında, icabında bir köyde iki muhtar adayı arasında… Bilerek ya da bilmeyerek güç özneleri taktik ve stratejik manevralar yapıyorlar. Gerek saldırı pozisyonu, gerek geri çekilme pozisyonu alıyorlar. Bu duruma en son örnek, Cumhurbaşkanı’nın meşhur “McKinsey geri çekilmesi” oldu. Peşinden kovalayan güçlü bir saldırı gücü olsaydı, bu geri çekilme Tayyip Bey için siyaseten büyük maliyetlere dönüşebilirdi. Öte taraftan somut durumu analiz edelim. Türkiye siyasetinde "geri çekilme manevrası" yapan taraf kimdir, saldıran taraf kimdir? Şüphesiz ki, saldırı altında kalan ve cephesi yarılan, bu sebeple geri çekilme manevrasına zorlanan taraf muhalefet güçleridir. Esasında farkında olmadan yıllardır bu geri çekilme manevrası sürüyor. Örneğin, bundan 15 yıl önce Cübbeli Ahmet Hoca’nın televizyonlardaki zırvalarına bu kadar iltifat edilir miydi? Veya İmam Hatiplerin sayısı binleri bulmuşken toplumumuz bunu hazmedebilir miydi? Bu sebeple iktidar gücünün saldırı esnasında ele geçirdiği mevziler hiç de az değil. Muhalefet güçleri ise gerek bilerek, gerekse zorla bazı alanlardan geri çekilmişlerdir. Kamuda türban uygulaması gibi… Geri çekilme manevrası iklim koşulları, bitki örtüsü, ordunun morali gibi her türlü duruma naziktir. Yavuz’un Mercidabık Savaşı’nı bilenler bilir. Memlük Sultanı, Mercidabık Meydanı’nda bozguna uğratılmış ve geniş Suriye Ovası’nda tutunacak tek bir doğal bir mevzi bulamayan Memlüklü askerler komutanları Kansu Gavri’nin de ölümüyle Suriye, Mısır ve Filistin gibi geniş toprakları Osmanlı’ya bırakmıştır. MUHALEFETİN TAKTİK MEVZİSİ O halde muhalefet güçlerinin geri çekilme manevrasına bir taktik mevzi gerekmez mi? Muhalefeti son doğal mevziyi de kaybetmiş ve bozguna uğramış mı saymalıyız? Bu noktada Savaş ve Barış’ın yazarı Tolstoy’a referans verelim. “Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş insanlara ait bir sorundur” Hiç bir durum umutsuz değildir. Umutsuzluk elbet karşı devrimcilerin, Avrupa’da rahat yaşamak isteyenlerin işi… Bu toprakların yurtseverleri, çocuklarını bu topraklarda yetiştirmeye kararlı namuslu insanlar umutsuz olamazlar. Öyleyse bizim geri çekilme manevramızın doğal mevzisi neresidir? Nerede yeni bir cephe açacağız? Bu soru sorulduğunda aslında doğal mevzi olduğunu bas bas bağıran, bizleri sahiplenmek, ikmal yaptırmak için bekleyen milyonlar olduğunu unutmayalım. Nerede o insanlar? İşte Cargill işçileri, işte Flarmor direnişi, 3. Havalimanı’nda direnenler, AnıTur işçileri… Namuslarıyla emeklerinin haklarını almak için çabalayan insanlar. Sermaye sahibinin kendi kârını düşünmesi hak sayılırken, onlar yaptıkları grevlerde hinlik arananlardır... CHP ve onun etrafında kümelenen aydınlar bunu neden görmezler? Kulislerde İstanbul Belediyesi için neden Ümit Boyner’in, Muhtar Kent’in adı geçer? Veya CHP neden genişlemek, büyümek için muhafazakarlaşmak gerektiğini düşünür? Bu soruların cevabı basittir. CHP ve onun organik aydınları bu mücadeleye “kimlikler” penceresinden bakmaktalar. “Türkiye’nin %65’i muhafazakar ve %35’i laiktir” gibi statik, değişmeyen, kabul edilmesi gereken gayribilimsel bir tespit üzerinden mevcut saflaşmayı okumaktalar. Bu okumaya göre %35’in iktidara gelmesi için muhafazakarlaşması son derece akılcıdır. Fakat ne kadar akılcı olursa olsun, CHP kendi tarihsel bagajıyla muhafazakarlaşarak muhafazakarlardan oy istedikçe küçülüyor. Ancak kimlik penceresini kapasak ve bu mücadeleye sınıflar penceresinden baksak, durum son derece ümitlidir. AKP bir zengin partisidir. Politikaları esasında %1’in çıkarına %99’un aleyhinedir. Türkiye’nin en itibarlı meslek grupları, doktorlar, avukatlar, mühendisler, öğretmenler giderek işçileşmekte ve toplumsal itibarlarını kaybetmektedir. Öte yandan reel kesimin içine düştüğü likidite krizi, hem geleneksel, hem de yeni işçi sınıfını daha da köleleştirecektir. Enflasyonla mücadele çerçevesinde atılacak kemer sıkma politikaları işsizliği arttıracak ve ücretleri baskılayacak. Bu duruma AKP’nin herhangi bir alternatif sunmayacağı da açık. Açıkça yazacak olursak, bu ülkenin yoksul kesimlerine baktığınızda muhafazakar kimlikler değil, güvencesizleşen, geleceksizleşen işçi sınıfını görmelisiniz. Bu halka baktığınızda, laikler-muhafazakarlar, sağcılar-solcular, eşcinseller, Kürtler, Aleviler, kadınlar, gayrimüslimler vs. gibi tanımları kendinden menkul kimlikler görürken, bu kimliklerin üretim araçlarıyla kurduğu ilişkiyi yani sınıfları görmezseniz bu halkın tamamını kapsamak gibi bir strateji, “muhalefetin öz örgütü” CHP’yi ne idüğü belirsiz, ideolojisiz, davasız, heyecansız, ruhsuz bir mekanizmaya çevirir. Dahası çevirdi ve çeviriyor da… Geri kalan manevraların hepsi işte bu ezenler ve ezilenler manzarasını gördükten sonra yapılmalıdır. Artık mesele bir işçi grevindeki halay başı olabilmektir...