Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ilgili herhangi bir akademik alanda çalışma yapmak isteyen insanların Osmanlı Türkçesi öğrenmesi gerektiğini yürekten savunuyorum.
Bir süredir yeniden öğrenciyim. Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsünde yüksek lisans yapıyorum. Bu sebeple Osmanlı Türkçesi dersi almak zorundayım ve 1 Kasım 1928 tarihli dil devrimini bu sene bu bağlamda daha farklı gördüğümü söylemeliyim.
Türkiye’de maalesef hiçbir şey kamplaşmadan konuşulamaz hale geldi. Dil devriminin ardından “bir gecede cahil bırakıldık” saçmalığını hala ısıtıp ısıtıp önümüze koyanlar var. Burada sizlerle bu konuyu paylaşmak istedim zira birazdan “Akıncılar” şiirini Osmanlı alfabesiyle yazıp canım hocama göndermek zorundayım.
OSMANLI TÜRKÇESİ KİMLER İÇİN?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ilgili herhangi bir akademik alanda çalışma yapmak isteyen insanların Osmanlı Türkçesi öğrenmesi gerektiğini yürekten savunuyorum. Bir tarihçinin, tasavvuf araştırmacısının, edebiyatçının Osmanlı harflerini bilip okuyamaması gülünç ve mesleğinin evrensel ilkeleriyle uyuşmayan bir durum. Bu sebeple kendimi şanslı gördüğümü söyleyebilirim. Bunun dışında, akademik alandaki çalışmaları kıyısından köşesinden dahi olsa, Osmanlı kaynaklarını ve eski harflerle yazılmış eserleri incelemesini gerektiren araştırmacıların da mutlaka bu hassasiyeti gösterip, birinci elden o kaynakları okuyabilmeleri gerekiyor. Halihazırda akademide görev yapıp yarım sayfa Osmanlı Türkçesi kaynağı okuyamayan birçok sosyal bilimci olması bizi düşündürmeli. Yurtdışında bahsettiğim alanlarda çalışan ve ana dili Türkçe olmayan sayısız araştırmacı Osmanlı Türkçesini okuyup yazabiliyor ve araştırmalarında kullanıyor. Bu alanlarda çalışan araştırmacılar için bu, bir lüks değil gereklilik.
Bunun dışında çalıştığınız alanın Osmanlı alfabesini öğrenmeyi gerektirmediği durumlarda, örneğin modern çağ çalışıyorsanız veya fen bilimleri, tıp vs. alanlarında araştırma yapıyorsanız, Osmanlı alfabesini hobi olarak öğrenmeniz mümkün ama o vakti vermeye değer mi? Çok kişisel bir seçim.
DEDESİNİN MEZARI…
Özellikle siyasal İslamcı çevrelerin “dedesinin mezarını okuyamayan kuşaklar” klişesine gelince… Sanırsın bu bahsi açan kişilerin hepsinin dedesi tarihe mal olmuş önemli şahsiyetler de mezar taşlarında haklarında önemli cümleler ve kitabi bilgiler verilmiş… Zaten çoğu kişinin dedesinin mezarında “Ruhuna El Fatiha” yazıyor, onun dışında bir şey yazması için çok farklı işlere imza atmış bir dedeniz olması lazım. Bu da toplumun yüzde 2’sini geçmez, onların da dedelerini kitaplardan okuyoruz, mezar taşına bakmamıza lüzum yok.
Yeri geldiği için söyleyeyim: Birçok kişi Osmanlıcanın ayrı bir dil olduğunu sanıyor. Osmanlıca diye bir dil yoktur, Osmanlı Türkçesi vardır. Yani bir başka deyişle, aslında konuşulan dil aynı ama farklı alfabeyle yazılıyor.
Benim şahsen her iki dedem de o dönemde yetişmemiş oldukları için eski yazıyı bilirlerdi ama yetişkin olduklarında kullanmamışlardı ve mezarlarında Latin alfabesi yazıyor. Önemli olan dedenin mezarında ne yazdığı değil, senin onu hayırla anıp, arkasından Fatiha okuman. Geçmiş mirasımızın bu tip ucuz siyasal tartışmaların merkezine taşınması son derece yakışıksız kaçıyor.
OSMANLI TÜRKÇESİ OSMANLICA DEĞİL
Yeri geldiği için söyleyeyim: Birçok kişi Osmanlıcanın ayrı bir dil olduğunu sanıyor. Osmanlıca diye bir dil yoktur, Osmanlı Türkçesi vardır. Yani bir başka deyişle, aslında konuşulan dil aynı ama farklı alfabeyle yazılıyor. Bu ayrım şu açıdan önemli çünkü birçok insan Osmanlıcayı ayrı bir dil saydığı için alfabeyi öğrenmenin dışında dili de öğreneceğini düşünüyor. Halbuki sadece alfabe öğreniyorsunuz. Eğer zaten okumuş yazmış biriyseniz birçok kelimeyi okumak ve tanımak sizin için zor olmaz.
OSMANLI ALFABESİNE DÖNSEK NE OLUR?
Lafı uzatmadan söyleyeyim, Osmanlı alfabesi Türkçeyi ifade etmeye yetmeyen bir alfabe. Bildiğiniz gibi, Arapça Afro-Asyatik dil ailesinden, Farsça ise bir Hint-Avrupa dili. Bu bağlamda, Arap alfabesi her iki dilin de kendi dilbilgisi, fonetik ve kelime türetme yapısını karşılayabilmiştir. Ancak aynı şey Türkçe için geçerli değil. Zaten Osmanlılar da bunu farketmişler ki, Arapça kökenden gelen kelimeyi Araplar nasıl yazıyorsa, Farsçadan geleni Farslar nasıl yazıyorsa, Türkçe kökenleri de kendilerine göre bir şekilde yazmışlar. Bir bakıma eklektik bir yazım tarzı olduğunu söylemek mümkün. Şimdi bu işlevsel midir? Kesinlikle hayır. Birçok farklı alfabeyi öğrenmiş ve kullanan birisi olarak tüm samimiyetimle diyebilirim ki Türk dili için Latin alfabesine geçmek kadar isabetli bir karar olamaz.
PEKİ PROBLEM NE?
Osmanlı Türkçesiyle ilgili tartışma her zamanki gibi bir manipülasyon konusu. Alfabe değişti ve bizler bir gecede cahil kalmadık. Alfabe değiştirilmesinin esas gayesi okuma yazma oranını arttırmaktı ve bu başarıldı. Yoksa zaten o dönemde de toplumun çok sınırlı bir bölümü okuma yazma faaliyetiyle meşguldü, onlar da yeni alfabeye uyum sağladılar ve okuyan yine okumaya devam etti. Nitekim, alfabenin değişmesinin avantajı bir süre sonra ortaya çıkmıştır. Zira Cumhuriyet’ten sonra okuma yazma oranı hızla artmıştır.
Maalesef bu tartışmaları siyasallaştırdığımız için gerçek sorunlara eğilemiyoruz. Bizim asıl sorunumuz cehalettir. Kendi dilimizi yeni kuşaklara öğretememiş olmamızdır. Zira halihazırda okuma yazma oranı yüzde 90’ların üstünde ama bu kuşağın kullandığı kelime sayısı hala yüzlerle ifade ediliyor. Osmanlı alfabesiyle yazıyor olsaydık, emin olun bu 300-500 kelimeyi yazacak kişi sayısı çok daha az olacaktı.
Osmanlıcanın bir bakıma eklektik bir yazım tarzı olduğunu söylemek mümkün. Şimdi bu işlevsel midir? Kesinlikle hayır. Birçok farklı alfabeyi öğrenmiş ve kullanan birisi olarak tüm samimiyetimle diyebilirim ki Türk dili için Latin alfabesine geçmek kadar isabetli bir karar olamaz.
Mesele gençlere dilimizi öğretmek için çabalamıyor olmamız...Onlara kitap okutamamış olmamız ve bu sebeple dillerinden bihaber olmaları. Oysa geçmişten miras kalan ve halihazırda kullandığımız onlarca kelimenin kökenini, neyin nereden geldiğini, bu kelimelerin anlamlarını ve hangi bağlamlarda nasıl kullanılacaklarını öğretmek gerekiyor. Türkçe derslerinde popüler romanlar okutarak bu olmaz. Klasikleri okutarak, çalıştırarak olur. Dilin yozlaşması elbette çok önemli bir faktör ama hala Türkçe direniyor ve bizim mutlaka gençlere dilimizi öğretebilmeye odaklanmamız gerekiyor.
Süfli tartışmalarla “bir gecede cahil kaldık, dedemizin mektubunu okuyamıyoruz” laflarıyla bu iş çözülmez, sadece havanda su döveriz. Artık bu siyasal tartışmaları bir kenara bırakıp, gençlere ana dillerini bile öğretemediğimiz gerçeğiyle yüzleşmeye başlasak nasıl olur?
Kısaca söylemek gerekirse, Türkçeyi iyi bilip, konuşabilmek için Osmanlı alfabesini yazıp okumaya gerek yok. Milli eğitim kapsamında iyi ve derinlikli bir Türkçe dersi verilmesi yeterli. Ama süfli tartışmalarla “bir gecede cahil kaldık, dedemizin mektubunu okuyamıyoruz” laflarıyla bu iş çözülmez, sadece havanda su döveriz. Artık bu siyasal tartışmaları bir kenara bırakıp, gençlere ana dillerini bile öğretemediğimiz gerçeğiyle yüzleşmeye başlasak nasıl olur?