Böyle bir uzlaşmanın eksikliği, Cumhuriyet boyunca Cumhuriyet’i tam demokrasiyle taçlandıramamamızın ve son yirmi yılda elimizdeki aksak demokrasinin de askıya alınmasının en önemli nedenlerinden biri. Geçen haftanın önemli olaylarından biri Sayın Kılıçdaroğlu’nun Karar TV’deki “Muhafazakârlarla helalleşmeliyiz” açıklamasıydı. Kılıçdaroğlu, sonra bu açıklamasını ses getiren bir video ile de destekledi. Gündem yarattığını iktidar kontrolündeki medyada yapılan bazı programlar da gösterdi. Bu konu, Türkiye’nin demokrasiye geçmesi ve bu sefer sürdürülebilir ve kapsayıcı bir demokrasi ve kalkınma modeli inşa edebilmesi için kritik bir konu. Akademik olarak da uzun süredir emek verdiğim bir mesele. (1) Konunun bir boyutu, demokratik dönüşüm için yeterli halk desteği bulmakla ilgili. Başarılı bir siyasal değişim için, CHP’nin başını çektiği muhalefetin “muhafazakâr” seçmenleri de ikna edebilmesi, rızasını alması ve bunu sırf oy için değil ortak bir gelecek için yapması gerekiyor. Aslında bu seçmenleri salt, zaten tarifi de oldukça zor ve sorunlu olan “muhafazakâr seçmen” olarak anlamamalı. “Geçmiş yirmi yılda AKP’ye oy vermiş seçmenler” olarak tanımlamak daha doğru. Çünkü AKP koalisyonu içinde dindar muhafazakârlar kadar Kürtler, Müslüman olmayanlar, liberaller ve ekonomik çıkar kaygılarıyla tercih yapan büyük kesimler de olageldi. Daha da önemli ikinci boyutu ise uzun soluklu demokrasi için toplumsal uzlaşma ve daha iyi bir gelecek için geçmişimizle barış. Böyle bir uzlaşmanın eksikliği, Cumhuriyet boyunca Cumhuriyet’i tam demokrasiyle taçlandıramamamızın ve son yirmi yılda elimizdeki aksak demokrasinin de askıya alınmasının en önemli nedenlerinden biri. (2) Ancak burada üç önemli soru ortaya çıkıyor. - Helallik, geçmiş için mi gelecek için mi istenmeli? - Bu tartışma sadece “iktidara destek vermiş kesim” içinde ve bu kesime yönelik yapılırsa (Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmak için) başarılı olabilir mi? - Geçmiş için helallik meselesini siyaset çözebilir mi? Yoksa bu siyasetin yaratacağı özgür ve saygılı iklimde, akademinin ve düşünce dünyasının zamanla çözebileceği bir konu mudur? Eğer bu demokrasiye geçiş döneminde siyaset, Sultan Abdülhamit’ten laik devrimlere, Şeyh Sait’e ve Gezi protestolarına kadar geçmişle ilgili tartışmalara boğulursa geleceği inşa edemeyiz. Farklı kesimlerin farklı deneyimlerini ve hikâyelerini birleştirmek, akademik ve entelektüel açıdan gerekli olduğu kadar, çok zor ve meşakkatli bir iş. Siyasetin temel rolü herkesin hikâyesini dinleyebilecek ve saygı duyacak bir iklimi yaratmak ve bunun geleceğe yönelik ana hikâyesini kurgulayıp hayata geçirmek olabilir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çabaları da bu açıdan çok değerli. Çünkü siyasetin temel görevi helallik istemeye gerek kalmayan bir Türkiye inşa etmek. İnsan hakları temelli yasalar ve kurumlar kurmak. Bunları nasıl yapacağını halka anlatmak, “herkesin hakkına, hukukuna ve kendi hikâyesine saygı” duyacağı ve her şeyden önce de onları dinleyeceği konusunda onlara güven vermek. Elbette geçmişe dair farklı deneyimleri tanıyan bir ana hikâye ve söylem de gerekiyor. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma söylemi böyle bir hikâyenin başlangıcı olabilir; çünkü zımnen de olsa, niyeti o yönde olmasa da Cumhuriyet’in uygulamalarının her zaman demokratik olmadığı kabulünü içeriyor. Ayrıca “laik” veya “muhafazakâr” tek bir kesimin değil herkesin uğradığı haksızlıklara açık. Bu hikâye geliştirilmeli ve içi doldurulmalı.
Kemalizm ile CHP aynı şey midir? Veya CHP Kemalizm’den ibaret midir? Peki Kemalizm eleştirilecekse hangi Kemalizm eleştirilmelidir? 1920’lerin Kemalizm’i mi, yoksa 30’larınki mi? (Türk-İslam sentezini savunan) ve CHP’yi kapatan 12 Eylül “Kemalizmi” mi?
Ancak bunun ötesinde geçmişle ilgili mağduriyetler siyasal alanda ve kısa vadede çözülemeyecek kadar karmaşık ve karşılıklı. Bu konularda demokratik bir iktidarın yapacağı en hayırlı iş, önce akademik liyakatın (3) ve özgürlüklerin güvence altında olduğu üniversiteler, okullar ve eğitim sistemini kurmak; başta TRT olmak üzere bağımsız, çok sesli, profesyonel ve kamu yararına çalışan bir medya ortamı inşa etmek; sonra da geçmişle ilgili meseleleri akademiye, sivil topluma, liyakat temelli ve farklı perspektifleri içeren bir bilim kuruluna ve halkın vicdanına bırakmaktır. GEÇMİŞLE İLGİLİ SORULAR NEDEN KISA SÜREDE ÇÖZÜLEMEZ? Çünkü geçmiş, siyasal motivasyonlu sloganlarla ve slogan benzeri açıklamalarla anlaşılamayacak kadar karmaşık. Ve yıllardır tek taraflı anlatılar gerçeklerin yerine geçmiş ve zihinlere yerleşmiş. Birkaç örnek verelim. Demokrat Parti’nin de CHP’nin içinden çıktığı, çok partili hayata geçtiğimiz 1950 sonrası iktidarların büyük çoğunluğunun “sağ ve muhafazakâr” iktidarlar olduğu anımsanırsa, Cumhuriyet’in sevapları yanı sıra zaafları ne ölçüde sadece CHP’ye yüklenebilir? Osmanlı devletinin üzerine inşa edilen (ve bu yönü bizzat sağ siyasetçe yüceltilen) bir devlet, nasıl salt CHP veya salt “Kemalizm” ile özdeşleştirilebilir?  Ama sağ söylemde bu yıllar içinde çok yerleşmiş bir inanç. Kemalizm ile CHP aynı şey midir? Veya CHP Kemalizm’den ibaret midir? Peki Kemalizm eleştirilecekse hangi Kemalizm eleştirilmelidir? 1920’lerin Kemalizm’i mi, yoksa 30’larınki mi? (Türk-İslam sentezini savunan) ve CHP’yi kapatan 12 Eylül “Kemalizmi” mi? 6-7 Eylül olaylarından o zaman iktidardaki Demokrat Parti mi yoksa muhalefetteki CHP mi sorumlu tutulabilir? Yoksa sağ-sol ayrımını çapraz kesen, hukuka ve insan haklarına saygısız milliyetçilik tutumlarını mı eleştirmek daha doğru olur? Politikyol’da da bir dizi yazıyla eleştirilen post-Kemalist eleştirilerin önemli bir zaafı, siyasal olan eleştirinin entelektüel alanı – belki siyasal alana müdahil olma çabasının istenmeyen bir sonucu olarak- fazlasıyla şekillendirmesine izin vermesiydi. Aynı hatayı post-Kemalizm’i aşarken tekrarlamak hüsranla sonuçlanır. Peki Türkiye’de dindarlar mı laikler mi baskı gördü? Bir soruyu doğru sormak doğru yanıtı bulmanın yarısıdır. Gene uzun zamandır akademik çalışmalarımda vurgulamaya çalıştığım gibi, bu soru anlamsız ve yanıt verilemez bir soru. Çünkü yanıtı kişiye, mekâna ve zamana göre değişen bir soru. Her iki yanıt da bağlamına göre doğru. Bazı yer, zaman, kesim ve uygulamalara bakarsak dindarlara, diğerlerindeyse laiklere haksızlık, baskı ve eşitsizlik yapılmıştır. Ancak kişi sadece kendi mahallesini ve anlatısını dinlerse diğerinden hiç haberi olmayabilir. Bazı politikalarda dindarlar bazılarındaysa laikler “mağdur” oldu. Çünkü temel sorun demokrasi ve hukuk devletini yerleştirememekti. Hukuk devleti olsaydı iktidarda kim olursa olsun çoğu haksızlık hemen engellenemese de geri çevrilebilirdi.
Türkiye’deki “laiklik” modeli ve aslında bu modelin laiklikle değil milliyetçilik, milli kimlik, ulus-devlet ve demokrasiyle ilgili olan ve bu kapsamda tartışılması gereken “uygulamaları”, basit ikili ayrımlarla anlaşılamayacak kadar karmaşıktır.
Örneğin Cumhuriyet’i kuran “devrimler” dönemindeki radikal dönüşümler, sonraki yıllardaki başörtüsüyle ilgili uygulama ve yasaklar, 28 Şubat askeri müdahalesinin aynen bugünkü KHK haksızlıklarına benzeyen “sadece mağdurları ve sayısı kısmen farklı olan” uygulamalar, dindarlara baskı ve haksızlık örnekleri olarak değerlendirilebilir. Bazıları “laik”, diğerleri “muhafazakâr” görüşte olan iktidarlar altında gerçekleşmiştir. Ama Türkiye’deki “laiklik” modeli ve aslında bu modelin laiklikle değil milliyetçilik, milli kimlik, ulus-devlet ve demokrasiyle ilgili olan ve bu kapsamda tartışılması gereken “uygulamaları”, basit ikili ayrımlarla anlaşılamayacak kadar karmaşıktır. Yarın devam edeceğim. --- (1)Murat Somer -- “Democratization, Clashing Narratives, and ‘Twin Tolerations’ between Islamic-Conservative and Pro-Secular Actors,” Der., Marlies Casier and Joost Jongerden, Nationalisms and Politics in Turkey: Political Islam, Kemalism and the Kurdish Issue içinde, syf. 28-47. (New York: Routledge, 2010). (Türkçe edisyon, Istanbul, Vate Yayınevi, 2013). -- "Is Turkish Secularism Antireligious, Reformist, Separationist, Integrationist, or Simply Undemocratic?". Journal of Church and State 55, no. 3 (2013): 585-97. -- "Turkish Secularism: Looking Forward and Beyond the West." Handbook on Turkish Politics, der., Matthew Whiting and Alpaslan Özerdem içinde, syf. 37-54. London: Routledge, 2019. Murat Somer ve Gitta Glüpker-Kesebir. "Is Islam the Solution? Comparing Turkish Islamic and Secular Thinking toward Ethnic and Religious Minorities." Journal of Church and State 58, no. 3 (2016): 529-55. (2)Age. (3)Akademik liyakat ve kalite (hesap verebilirlik), özgürlük kadar önemli. Gerçeklere ve dengeli yorumlara ancak, özgür olduğu kadar nitelikli ve sorumlu bilgi ve araştırmayla ulaşılabilir.